“Her gün bir yerden göçmek ne iyi/ Her gün bir yere konmak ne güzel/ Bulanmadan, donmadan akmak ne hoş/ Dünle beraber gitti cancağızım/ Ne kadar söz varsa düne ait/ Şimdi yeni şeyler söylemek lâzım” (Hz. Mevlâna-Divân-ı Kebîr)

Cenâb-ı Hakk, “Bir her canlı şeyi sudan yarattık” (Enbiyâ, 30) buyuruyor. İnsan bedeninin %70’i sudan ibaret. Kanımız da sudan müteşekkildir. Tüm hayvan çeşitlerinin, bitkilerin, sebze ve meyvelerin de önemli kısmı sudan meydana gelir. Yani hayat suyun sayesinde devam etmektedir. Su, enerji, titreşim, dalga, güç, bilgi ve hayat demektir. Suyun içinde hidrojen ve oksijen gizlenmiştir. Ve bu elementlerden biz enerji üreterek elektrik(güç) elde etmekteyiz. 

Su aynı zamanda siyasi ve ekonomik güç demektir. İpek Yolu ile Baharat Yolu’na sahip olan ve kontrol eden devlet ve kavimler, o devrin süper devletleri olarak imparatorluklar kurmuşlardır.

Türkler, tarih boyunca pek çok devlet kurmuş ve yıkmış, Selçuklu ve Osmanlı gibi devrin süper güçlü devletlerini kurmuş bir kavmin çocuklarıyız. Bin yıllık bir medeniyetin varisleriyiz.

***

Yahya Kemal, Türk çocukları için “Doğarken kulaklarına ezan okundu, evlerin odalarında namaza durmuş ihtiyar nineler gördüler. Mübarek günlerin akşamları bir minderin köşesinden okunan Kur’an’ın sesini işittiler. Bir raf üzerinde duran Kitabullahı indirdiler. Küçücük elleriyle açtılar, gülyağı gibi bir ruh olan sarı sahifelerini kokladılar. İlk ders olarak besmeleyi öğrendiler, kandil günlerinin kandilleri yanarken, ramazanların, bayramların topları atılırken sevindiler. Bayram namazlarına babalarının yanında gittiler, camiler içinde şafak sökerken tekbirleri dinlediler, dinin böyle bir merhalesinden geçtiler, hayata girdiler.” diyor.

Yahya Kemal ayrıca; “Bir semtin esası olan cami yalnız tek binadan ibaret bir ibadet yeri değildir; o camiyi vakfedenin devrini gösterir bir manzûmedir; caminin yanında medrese, imaret, tabhâne, hamam, mektep, muvakkithane, caminin mihrap tarafından vakfedenin türbesi, akrabasının ve yakınlarının gömüldüğü mezarlık… Hâsılı cami, bütün şekliyle, vakfedenin adını taşıyan ve devrini temsil eden bir levhadır.” şeklinde Osmanlı’daki dini hayattan bize bir kesit sunuyor. Osmanlı Ordusu’nda mühendis olarak işe başlayıp yükselerek devrin “şehircilik bakanı” olan Mimar Sinan’da icat, bilim ve teknik de var. Geometriden tutun matematik, astronomi, müslüman bilim insanlarının bulduğu trigonometri, algoritma ve o devrin teknolojisini bilen yüksek mühendis ve mimar olarak Mimar Sinan, tevazu ahlâkıyla yetişen Kanuni Sultan Süleyman’ın Hazine-i Hassa’sındaki vakıf gelirleriyle muhteşem Süleymaniye Külliyesi’ni yapmıştır. Meselâ Türkiye Selçuklu Devleti Sultanı Alâeddin Keykubat’ın yaptırdığı Alâeddin Camiî bir külliyedir. Muhitinde sıbyan mekteplerinden tutun medrese, han, hamam ve şifahanelere varıncaya kadar pek çok yapı teşekkül etmişti. Alâeddin Tepesi ve çevresini incelerseniz bu yapılarla karşılaşırsınız. Alâeddin Câmisi bütün şekliyle, vakfedenin adını taşıyan ve Selçuklu devrini temsil eden muhteşem bir levhadır. Konya’daki sıbyan mekteplerinde de ilk ders olarak çocuklara ”Besmele” öğretilirdi. Çünkü Müslümanlar her işe başlarken mutlaka besmele çekerek başlarlar. Bilirlerdi ki besmele çekilmeden başlanılan o işten hayır gelinmez.

Mektepler açılırken anaokulları ile ilk mekteplerde yapılacak ilk dersin “Besmele” dersi olduğunu, sınıf öğretmenleri ve muallimlerin bilmesi elzem.

Prof. Dr. İsmail Hakkı Aydın, “Kıraat şu; oku, anla, öğren, yap, öğret, anlat, yaz. Kur’an’ın özeti de ‘oku’dur.” diyor. Beyin cerrahımız Hakkı Aydın, devam ediyor:  “Düşüncelerimiz fikirlerimizi, fikirlerimiz sözlerimizi, sözlerimiz hareketlerimizi, hareketlerimiz karakterimizi, karakterimizi de kaderimiz tayin eder. Akibetimiz hidayetimizi, hidayet de akıbetimizi. Ve bu akıbet hayallerimiz bile çocuklara geçiyor. Onun için diyorum ki, sadece yaptıklarımızdan değil düşündüklerimizden de mes’ulüz.”

Hz. Ali’nin “İlim bir noktaydı onu cahiller büyüttü” sözünü hatırlatan Profesör İsmail Hakkı Aydın’ın şu sözleri de olukça düşündürücü: “Doğu’da veya Batı’da, ister İslâm âleminde ister hıristiyan âleminde büyük âlimlere bakın hepsi aynı zamanda ilâhiyatçıdır, entelektüeldir, münevver insanlardır. Newton dediğin adam Kur’an’ı okumuştur. Simya ile uğraşmıştır. Taşları mücevher yapmaya çalışan Bîrunî, taşları cevhere değiştirme kitabı yazmıştır. Bilimin gayesi ‘nasıl’a cevap aramaktır. Değişkendir, ayrıştırılabilir. Bugün doğrular yarın yanlış olabilir. Bir doğrunun ömrü daha doğru doğuncaya kadardır. Amma ilim hakikatin peşindedir. Marifet hakikatin peşindedir. Yâni bir doğru hiçbir zaman yanlış olmaz artık orada. İlimde nas delildir. Bilimde nas delil değildir. Bilim laboratuvara dayanır. Ayrıştırılabilir, yanlışlanabilir.”

Mektepler açılırken maarifte, yâni eğitimde sistemin değişmesi veya yenilenmesi, yeni şeylerin söylenmesi ve dünyada bilim ve teknik nereye doğru gelişiyorsa; onları alıp, öğrenip, anlayıp, okuyup, anlatıp yazarak Müslüman Türk çocuklarını ve gençlerini kendi yeteneklerine göre, liyakat ve ehliyet ölçüsünde yetiştirmek boynumuzun borcu olmalı.

Yeni eğitim ve öğretim yılı, talebelere ve geleceğin neslini yetiştirecek olan muallimlere hayırlı olsun.

Ne diyor Kılcı Nuri Efendi: “Bizim görevimiz mahlûkâta hizmettir.”