Türk siyasetinin renkli kişiliği yanında, cesur, mücadele adamı, bürokrat ve siyasi aktörü Hasan Celal Güzel 19 Mart 2018 yılında rahmeti rahmana kavuşmuştu. Vefatının yıldönümünde hayırla ve rahmet ile anıyorum.

28 Şubat 1997 post darbe girişiminde rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu ile birlikte darbecilere karşı dimdik duran bir siyaset adamıydı.

Hasan Celal Güzel, 1945 yılında Gaziantep'te doğmuştur. İlk ve orta öğrenimini Malatya'da tamamladı. 1968 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümünü bitirdi. "Türkiye'nin İktisadi Büyüme Modelleri" üzerine yazmış olduğu tez çalışmasıyla bu bölümden mezun oldu.

Üniversite tahsilini tamamladıktan sonra Devlet Planlama Teşkilatı'nda çeşitli kademelerde çalıştı. Başbakanlık Müşavirliği, Başbakanlık Ekonomik ve Sosyal İşler Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı Müşavirliği ve Müsteşar Yardımcılığı, DPT Genel Sekreterliği ve Müsteşar Vekilliği ve Başbakanlık Müsteşar Yardımcılığı görevlerini yapmış 38 yaşında Başbakanlık müsteşarı olarak Türkiye'nin en genç Başbakanlık müsteşarı unvanını aldı. 24 Ocak 1980 ekonomik tedbirlerinin alınması aşamasında ciddi görevler üstlendi.

1986 yılında girdiği ara seçimlerde Anavatan Partisi'nden Gaziantep milletvekili olarak TBMM'ye girdi. Turgut Özal Hükûmeti'nde, Devlet Bakanı ve Hükûmet Sözcüsü olarak görev aldı. 1987 yılı seçimlerinde yeniden seçilerek bu kez Millî Eğitim, Gençlik ve Spor Bakanlığı görevinde bulundu. Bu görevlerinin dışında, 1986-89 yılları arasında Dışişleri Bakan vekilliği görevini yerine getirdi.

23 Kasım 1992’de Yeniden Doğuş Partisi’ni (YDP) kurdu ve Genel Başkan seçildi.

Hasan Celal Güzel, 28 Şubat 1997 post modern darbesi sırasında, Meclis'te sandalyesi bulunmamasına karşın, 23 Kasım 1992'de kurduğu Yeniden Doğuş Partisi'nin Genel Başkanı olarak kararlı bir mücadele verdi.

Güzel, 28 Şubat'taki Milli Güvenlik Kurulu kararlarından 5 ay sonra 28 Temmuz 1997'de beş klasörle birlikte darbeciler hakkında suç duyurusunda bulundu.

28 Şubat 1997 tarihli Milli Güvenlik Kurulu kararlarının uygulanıp uygulanmadığını denetim amacıyla kurulan Batı Çalışma Grubuna karşı Demokrasi Çalışma Grubu'nu kuran Güzel, 3,5 yılda 500 bin kilometre yol yaptı, bin 276 konferans verdi, 10 binin üzerinde konuşma yaptı ve 28 Şubat darbesinin haksızlığını anlattı.

Hakkında 28 Şubat sürecinde, dönemin Ağır Ceza Mahkemesi ve Devlet Güvenlik Mahkemesi'nde çok sayıda dava açılan Güzel, duruşmaları tek takip ederek savunmasını geniş kitlelerle yaptı.

Fizik tedavi için gittiği Denizli'deki bir termal otelde 18 Mart 2018'de rahatsızlanan Hasan Celal Güzel, durumu ağırlaşınca ambulans helikopterle Ankara'ya sevk edildi. Ankara'daki Güven Hastanesi'nde tedavi altına alınan Güzel, 19 Mart 2018'de akciğer enfeksiyonuna bağlı olarak gelişen solunum yetmezliği nedeniyle 73 yaşında yaşamını yitirdi.

***

Vefatından birkaç yıl önce kendi kaleminden yazılmış bir mektup basına düştü. Bu mektubu sizler ile paylaşmak istiyorum.

“Efendim, artık 68 yaşında, su katılmamış bir avanak, hakikî bir budala ve gayrikabil-i ıslah bir 'enayi' olduğumu itiraf ediyorum. Bana küçük yaşımdan itibaren 'beytülmal’ın mukaddesliğini öğretmişlerdi. Hiç kimse 'Devlet malı deniz, yemeyen domuz' dememişti.

Bütün ömrüm tâbir-i âmiyanesiyle 'eşşek gibi' çalışmakla geçti. Çalışma hayatımda tek gün dahi izin kullanmadım. Bir gece bile doyasıya uyuyamadım. Kimileri bana 'uykusuz müsteşar' adını takıp uçup kaçtığımı söylerdi ama 'Ne akılsız adam yahu!' şeklindeki fısıltılar, her gün yüzlerce telefon konuşmasıyla çınlayan kulaklarıma kadar gelirdi.

Üzerinde 'T.C. Hükümeti' yazan kurşun kalemleri, silgileri ve kâğıtları, sadece resmî hizmetlerde, âdeta okşar gibi incitmemeye çalışarak kullanırdım. Çocuklarım devlet malına ellerini dahi süremezlerdi. Plakaları kırmızı ve siyah renkli resmî arabalara bir defa dahi binmediler. Yüzlerine bakmaya kıyamadığım Mustafa’m ve Elifim, bir saat daha az uyuyup belediye otobüsleri ve okul servisleriyle okula gittikleri esnada, bendeniz müsteşarlık ve bakanlık yapıyordum. Bırakınız eşime araba tahsis etmeyi, evde devletin personelini çalıştırmayı; idarecilik ve siyaset hayatımda lojmanda oturmadım. Koruma görevlisi de kullanmadım. Arabamın önünde ve arkasında fiyakalı eskortlar hiç bulunmadı.

Meğer ben ne enayiymişim!...

Yaptığım enayiliklerin haddi hesabı yoktur... Meselâ, bendeniz milletvekiliyken -birkaç zarurî toplantı dışında- Meclis lokantasında yemek yemezdim. Zira, burada çalışanlar kamu personeliydi ve çok ucuz olan yemekler milletin kesesinden sübvanse ediliyordu. Sonra, çok beğendiğim halde, aynı gerekçelerle TBMM Sigarası da içmedim. Ceplerim şıkır şıkır metal jetonlarla dolu olarak dolaşır, özel görüşmelerimi kulisteki ankesörlü telefonlarla yapardım. O zaman 'beleş' cep telefonlarımız da yoktu.

Hiçbir hediyeyi kabul etmez; ya reddeder veya demirbaşa kaydettirerek devlete intikal ettirirdim. Yıllarca üst yöneticilik, müsteşarlık, bakanlık yaptım; hâlen evimde bu dönemlere ait -bronz plaketler dışındatek bir hatıra eşya göremezsiniz.

Benim anladığım mânâda siyasete 'Zengin girilir, fakir çıkılır'. Biz enayiler, devlet hizmetini ve siyaseti böyle anlıyoruz. Siyasî hayatımda önüme çıkan yüzlerce fırsatı teperek mal mülk edinmedim. Bilâkis, ANAP'taki Genel Başkanlık mücadelesinde, Bond çantalarda getirilen paraları reddederek, eşimin SSK kredisiyle aldığı Oran'daki daireyi; YDP'nin kuruluşunda da babamdan kalan Malatya'daki ev ile dedemden kalan Gaziantep'teki evin bana düşen hisselerini harcadım.

Bu arada, eşimin uzmanlığıyla ve alın teriyle hak ettiği 'Vakıflar Genel Müdürü' olarak tayin kararnamesini, nasıl engellediğimi de unutmayayım.

Sadece bununla kalsa neyse... ANAP döneminde, şiddetle muhalefetime rağmen çıkarılan 'kıyak emekliliği' reddedip tek maaşa devam ettim. Bu haksız uygulama hâlen devam ediyor. Başbakanlık Müsteşarı'yken, milletvekili maaşlarının buna göre ayarlanmasını gerekçe göstererek kendim için sözleşme yapmadım ve üç yıl müddetle emrimdeki daire başkanlarından bile daha az maaş aldım.

Meğer ben ne enayiymişim!.

Şimdi 70'ine merdiven dayadım. Hâlâ kirada oturuyorum. Kendime ait tek mülküm kitaplarım... Yani, sizin anlayacağınız, gerçek anlamda 'Dikili ağacım dahi yok'. Hizmet hayatım boyunca, muhatabımın bıyık altından gülerek dinlediği, 'Bu fukara millete ben bu masrafı hiç yaptırır mıyım?' lâfım vardı.

Sevgili okuyucularım, bu yazdıklarımı okuyup da sakın bütün bunlardan pişmanlık duyduğumu sanmayınız. Enayilik öylesine içime işlemiş ki geriye dönmek mümkün olabilse gene aynısını yapardım.

Beni bütün 'enayiliğime' rağmen kimseye muhtaç etmeyen Yüce Allah’ıma hamt ediyorum”

***

Rahmetli Hasan Celal Güzel, siyaseti geçim aracı olarak değil, hizmet aracı olarak gören nadir devlet adamlarından biriydi. Kadri kıymeti çok geç anlaşılan siyaset adamlarından…

Şair Bâkî (1526 - 7 Nisan 1600), ne güzel söylemişti:

“Kadrini seng-i musallada bilüp ey Baki
Durup el bağlayalar karşında yaran saf saf”

(Ey Baki! dostların, senin kıymetini ancak musalla taşında, karşında saf tutup el bağladıklarında anlayacaklardır.)

“Devletin malı deniz yemeyen domuz” diye bir atasözü uydurmuşlar. Bu söz Müslüman Türk milletine ait olamaz, olmamalı.

Gençlerimizin, kire, harama, gayri meşru işlere bulaşmadan örnek siyaset adamlarına ihtiyacı var.

Bu devirde böyle siyasetçi kaldı mı? Diye sorarsanız inanın cevap verecek durumda değilim.

Allah gani gani rahmet eylesin. Mekânı Cennet olsun.

Baki selamlar.