Bilimin ilerlemesiyle ortaya çıkan yeni bulgular, her soyut addedilen şeyin yargılandığı ve dışlandığı dönemin bitmesine; materyalist bilim adamlarının taparcasına bağlı olduğu madde-fizik kanunları kotasının aşılmasına neden oldu. Bu gelişmeye neden olan en büyük keşif, atomun içinde maddesel görüntü veren tek yapı olan çekirdeğinin içindeki yapıların (proton-nötron) sıkışmış enerji-ışık yumağı olduğu ve geri kalan yüzde 99,99,99'luk kısmının ise boşluk olduğunun bulunmasıydı.

Atom ve atom altı parçacıklar üzerine araştırmalar yapan kuantum bilimi 'maddenin aslının' hayali parçacıklar ve dalgacıklar olduğunu deneylerle teyit edince; soyut konulara ve metafiziğe olan yaklaşım değişmeye başladı. Böylece bir zamanlar, anlaşılmaz, esrarengiz, kopmuş, uçmuş, çok derine gidip kafayı yemiş olarak görülen biz metafizik fedailer, frekans, enerji, kişisel ve manevi gelişim uzmanları; rahat bir nefes alarak ilmin öksüz çocukluğundan bilimin izzetli çocukluğuna terfi etme şansı bulduk.

Bu gelişmelerden önce maddesel görüntü vermesi hasebiyle materyalizmin tek dayanağı ve avukatı olan proton; dünyayı fitneye vermiş, ateist düşünce akımlarına, bencilliğe, güçlü olan kazanır mantığıyla geliştirilen zulümlere, nice ırkçı savaşlara ve onlarca “izm”in türemesine neden olmuş, bu “izm”lerin kahramanları da yarısı kâğıt ideoloji teknelerinin yırtıklarını insan kafalarıyla tıkamak zorunda kalmışlardı.

Protona tapan maddeperest yaklaşımların etkisiyle bizler de; protonlardan ibaret çeşit çeşit eşyaları, alt alta, üst üste dizerek, bunlara sahip olmanın onulmaz hafifliğini (!) (daha doğrusu ağırlığını) yaşayabilmek için çırpındık, koşuşturup durduk.   

“Madde Aşağı Madde Yukarı” döneminde...

Ta ki; uzaylılar bir gün ellerinde bir aletle gelip, sihirli, göz alıcı ışıklar saçan televizyonu,  ellerindeki bu aletin düğmesine basarak uzaktan açıp kapayıncaya kadar!

O zaman şaşırdık, sorguladık, tel aradık kumanda ve TV arasında, nereye saklamıştı ki teli, ileri teknoloji kullanan bu sihirbazlar?

Çok sayın kutsal bilim adamlarımız imdada yetişti ve “bu mikrodalga” dediler. Dediler ama en büyük gafı da tam olarak burada yaptılar. Çünkü bu mikrodalga içinde tek bir proton dahi yoktu.

Olamaz..!

Maddi yapıda olmayan bir şey, protonsuz!

Ama hani?

Cevap geldi.

"Olurolur, bunu ölçebiliyoruz. Bu bir tür dalga, bu da madde sayılır. Ölçtük ya laboratuvarda, bu durumda varlığını kabul ediyoruz."

Tüüh!

Elli yıl boşa gitti desene!

Bu elli yılda materyalist “izm”lere kapılanlar!

Görmediğime, dokunmadığıma inanmam diyenler...

Atomun çekirdeğindeki protona tapıp, Kâbeye gerek duymayanlar, bu inanç uğrunda ömrünü harcayanlar  'Niyazi oldu desene'...

Ne acıdır; "henüz laboratuvarda bulamadık, öyleyse yoktur" mantığı...

Olabilir, işaretler var, ancak henüz mekanizmayı çözemedik, erdemini gösteremediler.

Bu bilimsel değil.

Kaşlar çatıldı, suratlar asıldı ve metafizik dışlanıldı...

Ancak bir zaman sonra Atom-elektron mikroskopları gelişiyor ve böylece çok daha derinlere doğru bakabilme imkânı doğuyor... 

Bu cihazlarla protona bakan bilim adamları birden irkilerek geri çekiliyorlar!

Bize sinek gözü gibi bir şey bakıyor! diyor, asistan korkuyla.

Çok odalı, gözenekli, sinek gözü gibi bir şeyler görünüyor!

Bakıyor, korkuyor ve geri çekiliyorlar tek tek.

Sonra bir cesaretle yaklaşıp, tekrar tekrar bakarak anlamaya çalışıyorlar bu çok gözenekli yapıyı. (Büyük bilimsel cesaret, bu olsa gerek)

Ve anlıyorlar...

Ve emin oluyorlar...

Ve görüyorlar ki;

Bilimsel olarak!

Normal koşullar altında!

Oda sıcaklığında!

Deniz kenarında!

Laboratuvar ortamında...

Ve deneyleniyor ki...

Ve mantıklı olarak!

Ve görecesiz!

Proton 30, 40 parçacıktan oluşuyor.

Hayır hayır, 100 parça!

Yoksa bin mi..?

Bu böyle gidiyor!

Elektron mikroskopları gelişiyor, geliştikçe de gözenekler, parçalar artıyor. Kuantum alanına ismini veren kuantlarla - kuantalarla-kuarklarla tanışıyorlar...

Daha da derine gitmek istiyorlar, "yetmez, daha da öze, en küçük birime,  en alttaki yapıtaşına ulaşmalıyız" diyerek yollarına devam ediyorlar...

Ve öyle bir zaman geliyor ki;

Birden, pırıl pırıl parlayan, yanıp sönen milyonlarca ışık parçasıyla karşılaşıyorlar.

"Işıkmıııııış!”

Ne ışığı?

Olamaz!

Bunlar binlerce ışık noktası.

Yanıp yanıp sönüyorlar. Bir anda kaybolup yeniden ortaya çıkıyorlar, üstelik! 

Bunlar parçacık değil!

BUNLAR DALGACIK!" 

Milyonlarca ışık dalgası bir araya gelmiş, sıkışmış ve kuant  görüntüsü veriyor. 

Bu durumda formül değişiyor; EVREN = ENERJİ = IŞIK oluyor. Materyalizm de felsefeleriyle birlikte tarihe gömülüyor.

Kuantum bilimi patlıyor...  Patlarken de çevreye saçılıp, her “izm”den, her düşünce ve inançtan insanın kafasına düşüyor. Onlarda bu bilgiyi alıp, kendi inanç, kültür ve bilgi düzeylerine uyarlayarak çeşit çeşit kuantum izimleri oluşturuyorlar.

“Zen Kuantum”

“Kuantum ve Hristiyanlık”

“İslam'da Kuantum”

“Kur'an da Kuantum”

“Kuantum Eğitimleri”

“Işıkçılık”

“Kuantum Tedavi”

“Kuantum Dokunuş”  vb.

Her yerde mantar gibi kuantum “izm”leri bitiyor.

Materyalizm yıkılınca, şeytan taktik değiştirmek zorunda kalıyor. Tuzağını daha önce maddenin önüne kurmuştu. Şimdi ise kuantum alanına, enerjiciliğin, ışıkcılığın önüne kuruyor.

Enerji haremileri yol kesip, enerji gasp ediyor.

Işın kılıçlarıyla öldürüyorlar.

Bu sefer "Enerji Aşağı, Enerji Yukarı" çağına giriyoruz....

***

Not: Bende ilim-bilim adamıyım ve bilimi çok önemserim. Gerçeklerin ortaya çıkmasına hizmet eden bütün bilim adamlarına saygı ve şükranlarımı sunarım.

 

Muhammed Sadi