Dünya edebiyatına “Mankurt” kavramını kazandıran Kırgız Yazar Cengiz Aytmatov, “Gün Olur Asra Bedel” romanında anlattığı bilinçsiz köle ‘mankurt’u biliyorsunuz. Mankurt yapılmak istenen kişinin önce saçları kazınır, başına ıslak deve derisi sarılır ve elleri kolları bağlı olarak güneş altında bekletilir. Deve derisi kurudukça gerilir, gerilen deri başı mengene gibi sıkar, saç telleri kafanın içine doğru büyür ve inanılmaz acılar vererek aklını kaybetmesine sebep olur. Böyle bir kişi bilinçsiz ve her istenen şeyi sorgusuzca yapan bir köleye dönüşür.

***

Mankurtlaştırma günümüzde, modern psikolojik yöntemlerle yapılıyor. Türkiye’de “Selvi Boylum, Al Yazmalım” eseriyle tanınan Aytmatov, mankurt kavramını 1980'de kaleme aldığı romanında tarihine küsen, geçmişini unutan, ailesine, mensup olduğu milletine, öz değerlerine yabancılaşan ve gayesi olmayan insanların mensup oldukları milletleri uyarmak için kullandı.

Toplumuna yabancılaşma olarak da kullanılan mankurt kavramı, Aytmatov'un kendisi kadar dünya tarafından tutulup benimsendi. Aslında Aytmatov, romanda, o eşsiz anlatım gücü ile “insanlarımızı mankurt olmaktan kurtaralım” mesajını vermektedir.

Neden mankurt?

Bunu romanda anlatılan bir Nayman efsanesinden öğreniyoruz: Juan-Juan’lar, tutsak ettikleri genç savaşçılara, yukarıda ifade ettiğimiz akıl almaz bir işkence usulü ile geçmişlerini unuttururlar. Geçmişini unutan tutsak, artık bir “mankurt”tur. Anasını babasını, çocuklarını bile tanımaz. Yeni efendisinin emriyle ve ona yaranmak için öz anasını öldürmekten çekinmez…

Bu tür mankurt tiplere ve mankurtlaşmaya örnek olarak hem dünya tarihinde hem de kendi tarihimiz ile günümüzde rastlamak ve görmek mümkün. Televizyon ekranlarında, gazete haberlerinde kendi öz annesini ve babasını canice bıçaklayıp veya kurşun sıkarak öldüren “mankurt” tipleri seyrediyor ve okuyorsunuzdur.

***

Birde “Stockholm Sendromu” var. Rehinenin kendisini rehin alan kişiyle muhtemelen diyalog sürecinde oluşan, duygusal anlamda sempati ve empati oluşması olarak özetlenebilecek psikolojik durumu anlatan bir terimdir. Psikiyatr Nils Bejerot tarafından adlandırılan bu sendrom, ismini 1973 yılında İsveç'in başkenti Stokholm'de yaşanan bir olaydan almaktadır. Bu da kâtiline âşık insan tipidir. Ganaralaşmış aydın tipli genç Türkler, 1908’de II. Meşrutiyet’in ilânından sonra Türkiye’ye gelen yeni İngiliz Büyükelçisi Gerard Lowther’in arabasının atlarını Sirkeci garında sökmüş, Galata’nın sarp sokaklarından geçerek İngiliz büyükelçiliğinin İstiklal Caddesi üzerindeki binasına (bugün İngiltere’nin İstanbul Başkonsolosluğu olarak kullanılıyor) kadar kendileri çekmişti. Bu iğrenç hadise, izzet-i nefsini yitirmiş ve şahsiyetini Batı’nın lütuflarına endekslemiş Jön Türklerin İngiltere’ye duydukları karşılıksız sevginin yansıması olarak tarihimize bir “Kara leke” olarak geçmiştir.

Uzun bacaklı elçiyi karşılayan Jön Türklerden Ahmet İhsan (Tokgöz), Matbuat Hatıralarım’da bu olayı şöyle özetliyor: “1908 Temmuzunun 23. günü (yani Meşrutiyetin ilanı sırasında) İstanbul’da bulunmayan İngiliz Sefiri Lowther şehrimize döndüğü zaman Sirkeci istasyonunu baştanbaşa doldurmuştuk. Büyükelçiyi candan ve gönülden alkışlıyorduk. Nihayet coşkun gençler büyükelçinin arabasını çeken atları söktüler, arabayı kendi kollarıyla çekmişlerdi. Bu fıkrayı yazmaktan maksadım, Meşrutiyetin ilanına kadar Türk aydınlarının siyasi meylini ve düşüncesini göstermek içindir.”

***

Günümüzde de o kadar çok olay oluyor ve vakıa yaşanıyor ki, kendi ülkesine yabancılaşmış, öz değerlerine yabancı, dini değerleri ve şahsiyetleri aşağılayan sözler sarfeden sanatçı müsveddeleri ile ilahiyatçı kökenli ganaralaşmış aydın tiplerine rastlamak mümkün. Başörtüsü gibi kutsal sayılan İslâmî değerlere hakaretler ve saldırılar hastalık hâlinde küresel pandemiye dönüşmüş durumda. Fransa’dan tutun 400 asrı aşkın Türkler tarafından kurulan devlet ve imparatorluklar tarafından yönetilen Hindistan’a varıncaya kadar. Bunlar Türkiye, Türk insanı ve Müslümanlar olarak bizim çare bulmamız, çözmemiz ve haddi aşanlara peygamberi bir metotla cevap vermemiz ve mukabelede bulunmamız gereken ve gittikçe biriken sorunlarımızdır.

***

İster dünya baronları deyin ister küresel güçler, Batı’da 1999’da ve Türkiye’de 2004’den itibaren gazeteci-yazar Banu Avar tarafından “mahşerin dört atlısı” olarak nitelendirilen sosyal medya araçları “Facebook, Google, Youtube ve Twitter” ile Dünya ve Türk gençliği şekillendirilmeye başlandı. Küresel güçler (ABD Savunma Bakanlığı, Pentagon ve diğerleri) kendilerinden olmayan ve kendi şeytanî fikir ile düşüncelerini, hayat tarzlarını kabullenmeyen insanoğluna yönelik olarak özellikle kültürel, sosyal ve ekonomik sahada bütünleşme, birlik ve beraberlik içerisinde olanları ayrıştırma, kamplaştırma, ötekileştirme yoluyla dağıtmakta mahirler. İnsanoğlunu ayrıştırma, kamplaştırma, ötekileştirme noktasında kullanılan siyasi aktörlere dikkat etmek gerekiyor.    

***

Çözüm noktasında ise, siyasetin sokulmadığı yerellerde örgütlenme ağlarının kurulması gerekiyor. Artık toplum kendi sorunlarına, ayrıştırıcı politikacılardan ve kamplaştırıcı siyasetçilerden medet ummadan kendi yöntemleriyle çözüm bulmalıdır. Bunu kooperatifler yoluyla, bağımsız STK’lar aracılığıyla yapmaları, birlik ve beraberlik içerisinde hareket ederek başarmaları elbette mümkündür.

Mustafa Balkan

Gazeteci-Yazar

10 Şubat 2022, Karatay