25 Mart 2009 Muhsin Yazıcıoğlu’nun kaza süsü verilerek şehadete yürüdüğü gün. Şehadetinin 12. yılında rahmet ve minnet anıyorum.

Kim ne derse desin hem kamu vicdanında hem de günümüze kadar geçen süreçte olayların getirdiği sonuç rahmetli Muhsin başkanın iç ve dış destekli küresel operasyon sonucu suikasta uğrayıp şehit edilmesi. Zaten 12 yıldır davanın çözülememesi bir arpa boyu yol alınamaması bu işin profesyonel bir ekip veya ekipler tarafından yapılmasının delili. Samimi dava arkadaşları ve ailesi bu suikastın çözülmesi için sonuna kadar gayret ediyorlar, edeceklerde. Zaten bu dünyada çözülmezse bile mahşerde çözülecek. Suikast yapanlar, ihmali olanlar, savsaklamaya çalışanlar düşünsün. Unutmayın ki Adaleti mutlaka tecelli edecektir.

Şehit Muhsin Yazıcıoğlu, 1980 öncesi Ülkü Ocakları Genel Başkanlığı yaptı. 12 Eylül sonrası 7,5 yıl cezaevinde yattıktan sonra 1987 yıllı Nisan ayında tahliye oldu.1992 yılı temmuz ayında Milliyetçi Çalışma Partisinden istifa etti. Ocak 1993 yılında Büyük Birlik Partisini kurdu.1993-2009 yılları arasında BBP Genel Başkanlığı yaptı. Siyaseten iktidar olamadı, büyük başarılar elde edemedi. Ama inandığı yolda dost doğru yaşadı. Yakın tarih siyasi hayatımızda ilkeli, dürüst, seviyeli, gayri meşru işlere bulaşmadan siyaset yapmanın rol modeli oldu.

***

Rahmetli Muhsin başkan, Büyük Birlik Partisi kurulmadan önce toplumun değişik kesimleri, sivil toplum örgütleri, kanaat önderleri ve yola çıktığı dava arkadaşları ile geniş istişareler yaptı. İstişareler sonucu BBP kuruldu.

Bu istişarelerden biri de Nakşibendi tarikatının menzil kolu olarak bilinen Seyyid Muhammed Raşid Erol Hz. ile. Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu ile bu konuda mülakat yapan bir gazeteci kardeşimizin mülakatımdan bir alıntı.

Sayın Yazıcıoğlu, Seyyid Muhammed Raşid Erol (k.s.) ile ilgili ilk karşılaşmanızı anlatır mısınız?

M. Yazıcıoğlu: Kendisini 1970'li yıllarda uzaktan görmüştüm. O zamanlar çok yakın bir temasımız olmamıştı. Ancak, 1987 yılında Menzil ‘de kendisiyle görüşmek nasip oldu. Kendisiyle uzun uzun göz göze geldik. Elbette o manevi derinliği ve manevi atmosferi daha ilk bakışta yaşadığımı söyleyebilirim. Benim ilk karşılaştığımdaki intibaım hep tasavvuf kitaplarında okuduğumuz ama ulaşamadığımız, yaşayamadığımız, hissedemediğimiz güzel duyguları yaşama ve hissetme durumunda oldum. Orada benim yarım saatlik hemen hemen yarısı sessiz geçen, bir o kadarı da çeşitli konularda görüşlerine başvurduğumuz ve dinlediğimiz an olarak geçti. Akşam kendilerinin emirleri üzerine bizi Mübarek Divanı'nda misafir ettiler.

Efendim, bu esnada sizin M. Yazıcıoğlu olduğunuzu biliyorlar mıydı?

M. Yazıcıoğlu: Çevredeki sofiler benim olduğumu söylediler. Ama ben cezaevinde iken manevi olarak da irtibatımız oldu. Bazı sofi kardeşlerimiz aramızda haber akışı sağladı. Bu sebeple bizi hem ismen biliyordu, hem de biz cezaevinde iken muhtaç olduğumuz dualarını daima aldık. Kendisine misafir olduğumuz gecenin sabahında, namazdan sonra camiinin dışında büyük bir kalabalık toplanmıştı. Kendileri kalabalık içinden geldi ve beni çağırdı. Bir kenara geçtik. Elini omzuma koydu ve bana güzel bir hikâye anlattı.

Hikâyeyi dinleyebilir miyiz?

M. Yazıcıoğlu: Buyurdular ki:

''Bir zatın iki tane oğlu varmış. Kendisi vefat ederken bunlara üç küp altın bırakmış. Çocuklarına ''Bu küp altınların birer tanesi sizin. Üçüncüsü de dünyanın en ahmak adamının'' diye vasiyet etmiş. Babalarının vefatından sonra bu iki kardeş çok yer dolaşmışlar. Kimi bulsalar bundan daha ahmağı çıkar düşüncesiyle dolaşıp durmuşlar. Çünkü dünyanın en ahmağını arıyorlar. Küçük kardeş bir şehirden geçerken bakıyor ki, bir zatın sakalının bir tarafını yülümüşler, bir tarafı duruyor. (Hatta o, sakalın bir tarafını yülümüşler sözünü söylerken mübarek biraz düşündüler. Tıraş kelimesi sonra aklına geldi, ondan dolayı gülmüştü...) O adamı ayrıca merkebe ters bindirmişler. Kuyruğunu da eline vermişler. Boynuna tezek takmışlar, etrafına çıngıraklar asmışlar. Ve kendisini def, davul çalarak, halkın arasında dolaştırarak rezil rüsva etmişler. O zaman bu küçük kardeş oradaki insanlara sormuş; Bu adamın ne suçu vardı da bu kadar eziyet ediyorsunuz? Cevaben; herhangi bir suçu yokmuş demişler. Bir suçu olduğundan dolayı değil bizim burada adet olduğu için yapıyoruz. Küçük kardeş nedir âdetiniz demiş. Cevaben; bu adam buranın valisi idi. Belli bir süre valilik yapar sonra süresi dolduğu zaman bunu tahtından indiririz. Halkın arasında böyle dolaştırırız. Öbürünü de Törenle tahtına oturturuz dediler. Bunun üzerine küçük kardeş; peki şimdi tahtına törenle oturttuğunuz süresi bittikten sonra aynı bunun gibi halkın arasında dolaştırılacak mı diye sormuş. Onlar da evet demişler. Küçük kardeş hemen eve gidip babasının vasiyet edip verdiği bir küp altını alıp gelmiş. Getirip valinin önüne koymuş. Valiye, bu küp altın babamın vasiyeti üzerine sizin şahsınıza aittir. Yani devlete ait değil. Siz kendi şahsınıza kullanacaksınız. Vali, ama ben sizin babanızı tanımıyorum demiş, küçük kardeş evet, babam da sizi tanımazdı. Zaten bize vasiyet etti ki, dünyanın en ahmağını bul ona ver diye. Vali hiddetle oturduğu koltuğundan kalkmış ve demiş ki, ben koca bir valiyim. Nasıl olur da dünyanın en ahmağı olurum. Küçük kardeş, sizin bir sene sonranızı görüyorum. Bu valilik dönemi bittikten sonra size şöyle yapmayacaklar mı, sen kendin de böyle olacağını biliyorsun. Bunu bile bile buraya oturmak ahmaklık değil mi demiş.

Bu hikâyeyi anlattıktan sonra elime omzuma vurdu. Dedi ki:

''Manevi rütbelere talip ol. Yoksa insanlar alkışlarlar sonra da taşlarlar. İnsanlara güvenme, önemli olan manevi rütbelere talip olmaktır...''

Tabii ben o zaman acaba siyasete hiç bulaşma anlamında mı söylüyor diye düşündüm. Kendilerine bir vakıf kurduğumuzu söyledik. Vakfa çok sevindi. Vakıf faaliyetlerinin yararlı olduğunu ifade etti. Ayrıca siyasi düşüncelerimi kendilerine aktardım. Bize ''Bu işin çilesini, sıkıntısını çekmişsiniz. Bu sizin bileceğiniz yanıdır. Faydalı olabileceğinize inanıyorsanız yapabilirsiniz.'' dediler. Yani o zaman siyasetin acımasızlığını, insanların güç ve kudrete karşı zaaflarını dikkate alarak siyaset yapmamız gerektiğini ifade ettiği manasını çıkardım.”

***

2009 yılı mahalli seçim çalışmaları için Karaman’a gelmişti. O gün yaptığı konuşmasında “ iki saniye sonrasına hakim olamadığınız bir dünya için hayat için fırıldak olmaya gerek yok, ben fırıldaklı istemem” diyerek siyasette ilkeli, istikamet sahibi olmanın önemini dile getirmişti.

“Senin yanında hak yola dönenlerle birlikte, sana buyurulduğu gibi dosdoğru ol! Siz de azıp sapmayın. Allah, yaptıklarınızı çok iyi görmektedir.” (Hud Süresi 112.Ayet) ilahi emrini yaşam felsefesinde hep rehber olarak aldı.

Rahmetli şehit başkan hayatı boyunca emir olunduğu gibi dost doğru ok gibi yaşadı. Siyasetin bir amaç değil millete hizmet etmenin bir araç olduğunu inanarak yaptı. Devletin ve milletin Ali menfaattarı için kendisine sunulan dünyalık nimetlerin, makamların hepsini elinin tersi ile itti. Milletin derin vicdanı olarak siyaset yaptı.

Toplumun her kesimi tarafından emin, güvenilir, ne olursa olsun olaylar karşısında devlet ve milletin menfaati yönünde tavır alan istikamet sahibi olarak kabul gördü.

Bir Allah dostunun “Allah bir kulunu severse o kulunu diğer kullarına da sevdirir” sözünde olduğu Kadirşinas Türk milletinin gönlünde taht kurdu. Manevi rütbeler aldı.

Aziz Türk milleti şehit Muhsin başkanı zahiren Tacettin dergahına manen kendi yüreğine gömdü.

Ömrünün her aşamasında ihlas ve istikamet üzerinde olan cennet mekân Muhsin başkan için dua istirham ediyorum.

Baki selamlar.

Kaynak 1: https://www.youtube.com/watch?v=C27Pgq3KvL0: Dünyanın En Ahmak Adamı Kimdir?

Kaynak 2:Kamer Vakfı Bülteni.