Baharda gülistana dönen bağ evlerinin kışın sessizliğe gark olduğu Kovanağzı 1970’li yıllarda bakir bir semt olmakla beraber pek çok imkândan da mahrumdu. Söz gelimi; koskoca semtte bir tek bakkal dükkânı vardı. Çakılharmanlar Caddesi ile Kovanağzı Caddesinin kesiştiği yerde, Kömürcüler Camiin avlusundaki bu dükkânı Kumralılı Ahmet Bakkal işletirdi.  Heybetli, babacan bir insandı ve dükkânı da yarı devlet dairesi gibiydi. Zira mahalle halkı muhtarı pek tanımazdı ve zaten mühür de azası Ahmet Bakkaldaydı. Yolun öteki köşesinde kaidesi sille taşından olan tatlı su çeşmesi, yanı başında da sarı telefon kulübesi bulunuyordu. Jetonlu telefon makinası teknolojiye yenilip tarihe karışsa da çeşme dimdik ayaktadır.

Ticaretini ilerletmek isteyen Ahmet ağa bir zaman sonra dükkânını Lalebahçe yolundaki Deleğen Arifin Caminin yanına taşıyınca bizim ahali bir müddet daha uzak yerlerden alışverişe mecbur kaldı. Bu sırada Hasırcılar Sokakta ikamet eden Tekkeli Durmuş ağa cesaretini toplayıp evinin önündeki toprak yapılı tek gözlü hanede bakkaliye hizmeti vermeye başladı. Başında hacı takkesi, elinde tespihi ile dervişane bir duruşu vardı ve otoriter bir satıcıdan ziyade gönül alan babacan bir iyiliksever hükmündeydi. Dükkân kapalı olduğu zaman evin tahta bahçe kapısını tıklayıp seslenirdik. O da dükkânın avludaki kapısından içeri girip sokak kapısının kilidini açardı.

Mandıra ürünlerinden beyaz peynirin adı teneke peyniriydi ve on sekiz kiloluk yazısız reklamsız tenekelerde gelir; bir kalıp, ya da iki kalıp olarak tartılıp satılırdı. Diğer ürünleri gazeteden yapılma külaha ya da kese kâğıdına koyan bakkallar peynir ya da zeytin gibi ıslak ürünleri naylon keselere koyup satardı. Çarşı helvası ya da ak helva da denilen çöğen helvası gramajlı ambalajlarla satılmaz; leğenlerle getirilir, müşterinin istediği kadar tartılırdı. Yarım ekmek arasına koyulan helva ve yanında zeytin ile gazoz, 1990’lı yıllarda yaygınlaşan fast food ürünlerinin yerlisi sayılırdı.

Alacağımız çoğu şeyi raftan kendimiz indirip önüne dizerken Durmuş Bakkal kese kâğıdının üzerinde borcumuzu hesap ederdi. Marketin kendisi de neymiş; daha adı bile lügatımızda yoktu. Ve bakkal amcanın sattıkları arasında karaborsacıların elinde oyuncağa dönen çay, şeker, sigara, margarin gibi mamuller pek bulunmazdı. Zaten çay da kiloluk ambalajlarda değil yüz gramlık karton kutularda satılırdı.

Biz beş kişilik bir aileydik ve tanesi yarım kilo ağırlığa yakın olan üç ekmek günlük ihtiyacımızı görürdü. Bu işi yapmak da ailenin ortanca evlâdı olarak bendenize vazife kılınmıştı. Ekmek dolabından torbamı doldurup kasaya vardığım bir gün Durmuş amca elindeki mavi kaplı küçük defteri bana uzatırken “Herkes veresiye defteri istedi. Ben size de bir defter hazırladım. Bundan sonra aldıklarını buna yazalım, aybaşında ödeyin” dedi. Bu şaşırtıcıydı. “Veresiyeye lüzum yok, ben her gün peşin para getiriyorum” desem de o “Veresiye bana da iyi olur. Ay sonunda elime toplu para geçer” diye defteri zorla verdi. Aramızdaki yaş farkına rağmen Tekkeli Bakkal benim en iyi ahbaplarımdan biri olmuştu. Zira çocuk muamelesi yapmıyor, çoğu zaman şahsi hesabımı da bana bırakıyordu. “Çay gelince, margarin gelince bana ayırır mısın” dediğim zamanlar olurdu ve gereğini yapardı.

Gel zaman git zaman, Deveciler namıyla maruf Hüseyin Amca ile Afet Teyzenin damatları Ali Abi, Karaaliler Sokağında Kayınpederinin evinin önüne bir bakkal dükkânı açtı. Bu benim için bakkal yolunun üçte iki oranında kısalması demekti ama Tekkeli Bakkalın hizmetini nasıl silip atabilirdim? Annem her ne kadar sıklıkla “Uzağa gidip kendini yorma, burnumuzun dibine dükkân açıldı, oradan alıver” dese de ben Durmuş Amcayı terk etmemekte ısrarlı oldum. Yeni bakkala ayıp olmasın diye düşünerek, dingin olduğum günlerde yolu uzatma pahasına Denizköy Sokaktan gidip gelmeye devam ettim. Üzerime yorgunluğun çöktüğü günlerde elimde alış veriş torbasıyla yeni bakkalın önünden selam vermeden, hal hatır sormadan geçmemeye dikkat ettim. Dükkânın verandasında çayını yudumlayıp sigarasını tüttürürken yüzünü hiç ekşitmeden selama mukabele eden ve çaya davet eden bu adamın çehresindeki tebessüm asla yapmacık değildi.

Günler birbirini devirirken Kovanağzı Caddesi’nin Alpaslan Okuluna giden yönüne Kasım Bakkal açıldı. O da koca bir bağ evinin kerpiç duvarına bitişik küçük odacığında hizmet veriyordu. Önünde cadde boyunca bir çay akıyor, dükkânı gölgeleyen yaşlı söğüt de bu sudan besleniyordu. Kasım Abi gençlik rüzgârının tesirinde, neşe dolu sevecen bir insandı. Ev alıverişi için değilse bile okul yolunda ufak tefek ihtiyaçlarımızı ondan görürdük.

Mahalle büyüdükçe ilk etapta bakkal sayısı artıyordu. Ali Taşoluk Camii Derneğinin mülkü olan sıra işyerleri yapıldığında, cami de fahri görev yapan Necati Hoca sağ baştaki dükkânda bakkaliye hizmeti vermeye başladı. Sonra mahallenin en eski ticarethanesi sayılan, Ahmet Bakkaldan boşalan o yerde, okul arkadaşımız Akkuş namlı Hasan Hüseyin ile Ali Rıza ağabeyin babası Hayrettin Amca bakkal açtı. Tekkeli Bakkal’ın karşı komşusu Fenerci ailesi de evlerinin önündeki küçük yerde bakkaliye hizmeti vermeye başlamıştı ki ilk yıllar burası büfeyi andıran bir mekândı. Zamanla yenilendi, büyüdü. Yeni adı Kayalı köyü olan Tulassalıların çok olduğu mahallede 1990’lı yıllardan itibaren Şevki Amca da bakkal rekabetine dâhil oldu. Taşkıran Sokağın başında duvarına “Uslu Bakkal” yazılan bu yeşil dükkân zaman içerisinde dolmuşlar için durak adı, adres tarifleri için nirengi noktasına dönüştü.

Bir alış veriş sırasında Durmuş Emmi “Mustafa sana bir şey diyeyim kuzum!” dedi. Torbaya doldurduğum ekmeklerle tezgâhın önüne vardığımda yüzündeki tebessümü muhafaza ederek “Ben gayri bakkalcılığı boşlayacağım. Mahallede de bakkal çoğaldı, kendine bir bakkal bul” dedi. Bu gelişme şaşırtıcıydı. Ben çocuk halimle ısrar edince “Gayri işlerin tadı kalmadı. Müşteri azaldı, kalanlardan da para toplamakta zorlanıyorum. Giderek daha çok sıkıntı olacağa benziyor. İyisi mi, zarar ziyan büyümeden vaktinde bırakmak” dedi. Kararına çok üzüldüğümü görmüştü ve “İmkânım olsa, bir tek müşterim de sen kalsan, kapatmam. Sen nasıl sadık bir adamsın? Yolunun üstündeki dükkâna dönmeyip bunca zamandır beni terk etmedin” diyerek gönlümüzü okşadı.

Durmuş Emminin düçar olduğu zorluklar yol boyunca beynimi kemirdi. Yol çatına gelince Denizköy Sokağa yönelmek yerine Karaaliler’e doğru yürüdüm. Ali Bakkal ekseriyetle olduğu gibi dükkânın sekisine kurulmuş, çayına sigarayı yoldaş ediyordu. Selamlaşırken her zaman olduğu gibi yine samimiyet ihtiva eden bakışlarıyla karşıladı. Son bir iki adım sırasında karar verip geri dönerek olduğum yerde dikildim. Gözleri halen üzerimdeydi, “Buyur” diyerek karşıladı. “Bakkal abi, benim de artık sana dönme vaktim geldi” dedim. “Ne zaman istersen buyur gel, şeref duyarım” dedikten sonra “Sen Durmuş ağayı bırakmazdın, hayır mı?” diye sormadan edemedi. Tepsisinde her zaman fazladan bir iki bardak bulunurdu. Birini benim için doldururken “Gel hele” diye de ısrar etti. Ben anlattıkça selefinin durumuna üzüldü. Sonra “Sana da imreniyor, takdir ediyordum. Yakınınıza bakkal açıldığı halde, yaz kış demeden o kadar yolu her gün gelip gitmekten üşenmedin, müşteri dediğin böyle sadakatli olacak” diyerek, o güne değin bize dair içinde oluşan hisleri paylaştı. Durmuş Emmiyle hesabı gördüğümüz günden sonra Ali Bakkal ile aramızda sadece müşteri-satıcı ilişkisi değil, harikulade bir komşuluk-ahbaplık tesis oldu.

Necati Bakkal bilhassa Ramazan aylarında teravih sonlarında gazoz satışlarında rekor kırardı. Bizim dönemimizde çikolata türevi şeyler pek çeşitlik arz etmese de Ali Taşoluk İlkokulunun öğrencileri de buranın müdavimlerinden sayılırdı. Zannediyorum Tokatlı Mehmet Hocanın Taşoluk Camiine kadrolu imam olarak tayin edilmesinden sonra Necati Bakkal işyerini aynı caddede yüz metre ileriye taşırken yerine Remzi Bakkal ihdas oldu. Aynı yıllarda Ali Bakkal da mahallenin merkezi sayılan bu dükkânlardan birine taşındı.

Tekkeli Bakkaldan bir zaman sonra olsa gerek; Kasım Bakkal da kapıya kilit vurarak ticaretten elini eteğini çekti. Zaman içerisinde Hayrettin Bakkal işi bırakırken o dükkân başka başka ellerde yıllara meydan okurcasına aynı hizmeti vermeye devam etti. Emekliliği kâr sayıp iş yerini Kovanağzı’nın genç nesli İsmail Hakkı’ya devrederek köşesine çekilen Ali Bakkal hanımı ve kızıyla çıktığı son umre seyahati dönüşünde babamlarla birlikte aynı yurtta Koronavirüs karantinasına alınmıştı. Şeker başta olmak üzere kadim hastalıkları bulunan Ali Dere virüse yenildi ve kaldırıldığı hastanede vefat etti. Normal şartlarda mahalle halkının sel olup akacağı cenazesine maalesef yasaklar sebebiyle kimse katılamadı.

Eski mahallelerin vazgeçilmez karakterleri olan bakkaliye esnafının hafızamda silinmez yeri hatırına bunları terennüm etmek istedim. Cümle geçmiş güzellikleri hangi hafıza geri çağırmakla ömrünü tüketmez ki?