Kurumsallaşamamanın ilkesi olur mu? 
Bizzat kurumsallaşma kurallar koymak, ilkeli yaşam ortamları oluşturmak olduğunu göre, neden bu başlığı koydum?
Çevremde yaşadığımız olayları izledikçe, ilkesizliğin genel bir kural haline geldiğini gördüğüm için üzülerek bu başlığı attım.
Geçtiğimiz günlerde berberdeydim. Okul tatil olunca oğlunu da getirmiş.  Sanırım ilkokul ikinci sınıf. Bir de çırak var, 14 yaşlarında. O da tatilde mesleğe ısınmak için berbere geliyor. O sırada berbere 30 yaşlarında komşu esnaflardan birisi girdi. Gence sigara aldırmak istiyor. Sanırım marketler vermeyince oradan bir tanıdığını arayıp genci gönderdiğini, sigarayı vermesini rica ediyor. Berberin çocuğu bunu izliyor.
Aynı kişi tekrar berbere geldiğinde bu sefer berber;  ortağım sabah arabanın fotoğrafını engelli bir bayan çekiyordu polise gönderecek sanırım dedi. Şimdi gelir, yanlışlıkla konmuş diye vazgeçirmek için çeşitli şeyler söyledim ama o vazgeçmedi dedi.
Ben de:
Berbere çıkıştım. Neden öyle diyorsun, engellilere ayrılmış yerlere park etmek onları çok zor durumda bırakıyor. Olaya bir de onların gözünden bak dedim. O da yaptığını masumlaştırarak arkadaşını koruduğunu, komşu esnaf olduğunu anlatmaya çalışırken, aracın sahibi o arkadaş söze karıştı ne olur biraz esneseler dedi. 
Ben de ;
Bir de onların gözü ile bakın diye cevaplayınca sinirlendi çıkıştı.  Ben uzatmadım.
Berbere dedim ki; ben hem seni ikaz etmek istedim, hem de çocuğun burada. Yarın yaşamında seni ve bu olayı örnek alacak dedim. 
Kısmen öz eleştiri yapsa da kendini savunmaya devam etti.
İlkeleşme belki de önce kendimizden başlamalı. 
Özeleştiri yaparak, kendi davranışlarımızı doğru analiz ederek kendi özgürlüklerimizi inşa ederken başkalarının da özgürlüklerine zarar vermeden.
Kendi onurumuzu korurken başkalarının da onurunu sahiplenerek. Buna sanırım edep demek daha yerinde.
Çocukken, gençken oyun kurarken oyuna başlamadan önce oyunun kurallarını hatırlatırdık. Hatta aramıza başka bölgelerden katılan olursa, onların orada nasıl oynandığını öğrenir, o kural daha güzelse uygulardık. Bu hem çatışmayı önler bize zevkli bir oyun olurdu hem de aynı zamanda oyunumuzu zenginleştirirdi.
Şimdilerde yaşamın, iş ortamının, devlet yönetiminin kurallarını uygulama biçimimiz; çocukların oyun kurallarına gösterdikleri hassasiyet kadar bile ilkeli değil.
İnsanlar sadece kendi sahip oldukları düşünceleri, duyduklarını, bildiklerini, alışkanlıklarını oyunun kuralı olarak dikte etmek ile meşguller. Hatta ahlaken, edep olarak hiç ölçüp biçmeden. Siyaseten, cemaat olarak, aile ve aşiret olarak sayıca ve paraca güçlenerek kendi kurallarını dayatma gayretindeler. ‘’Her horoz kendi çöplüğünde öter’’  sözüyle büyümüş bir toplumun fertleri olarak kendimize yeni çöplükler inşa etmeye çalışıyoruz.  Haksızlığımız, yanlışımız, eksikliklerimizi kendi çöplüğümüzün çoğunluğunda savunmak, haklı göstermek, doğru ilan etmek daha kolay.
Oysa düşüncemizle, fikrimizle, analizlerimizle, gayretlerimizle, aklımızla, bilimle, ferasetimiz, adalet duygumuz ve vicdanımızla besleyeceğimiz irademizle ortaya koyacağımız ilkelerle sadece kendi çöplüğümüzde geçerli bir yaşam yerine evrensel değerde yaşamların parçası olabiliriz. Hatta evrensel değerde yaşamların öncüsü bile olabiliriz.
Bunu yapamadığımız için;
Şirketlerimiz, kurumlarımız, devletimiz,  ailemiz kendi çöplüğündeki kuralları uygulama kolaycılığından kurtulamayan kişilerin basiretsizliği yüzünden ilkeleşemiyor.
Yani güncel ihtiyaçların çözümünde bir türlü ortak paydayı kuramıyoruz.
İletişimlerimizde ve ilişkilerimizde sürdürülebilir estetik davranışlara, yaşamımıza değer katan ilişkilere, hayatı zenginleştiren ve derinleştiren davranışlara sahip olamıyoruz.
Bugün şirketler gelişme kapısını aralayamıyorsa, devlette basit çatışmalar kaosa dönüşüyorsa bunlar bizlerin bu davranışlarının yansıması değil mi?
Belki de yaşamımızı ilkelere bağlayamamamızın sebebi rotamızın olmamasıdır.
Çünkü anlık değişen kararları ilkelerimizmiş gibi yaşamaya başladığımızda, o zaman sürekli değişen bir yaşamın parçası oluveriyoruz.  
Anlık aldığımız en güzel kararlar,  zaman boyutunda ve iş ve yaşam sürecinde bir bütünün çok uzaklarında olabiliyor. O zaman ortaya hep güzel prensipler koyup darmadağın bir yaşamın baş aktörü oluveriyoruz. İşimize, kolayımıza öyle geliyor.
Halbuki bir rota ve  proje;   yaşam biçiminin bir biri ile uyumlu, birbirini destekler kurallarından oluşan süreci;  belirlenmiş hedefe giden yolun önemli taşlarıdır da…
Peki, ilkesizlik ne yapar?
Öncelikle sürekli değişiklik ortamı oluşturur, belirsizlik yapar.
Güvensizlik duygusunu besler.
İnsanı kişiliksiz gösterir, sürekli kıvıran insan haline getirir.
İnsanı yüzsüzleştirir. Saygınlığını yok eder.
Hatta bu sorumsuzluk biçimi kendini kurtaracağım derken başkalarını zora sokuyorsa ilkesizlik sahtekarlığa dönüşür.
O zaman yaşama kurumsallaşamamanın ilkeleri hakim olur.
İlke ise kurumsallaşma ile bireyi, toplumu, şirketi, devleti evrenselleştirir.