Son yıllarda gittikçe yoğunlaşan oranlarda, hayatımızın kontrolü küresel şirketlerin dolayısıyla küresel güçlerin etkisi altına girmekte olduğunu hissediyoruz.

Önceleri bu şirketler devletlerden ruhsatlar, izinler ve uluslararası anlaşmalarla değişik imtiyazlar elde ederdi. Yani bu şirketlerin devletlerden ricaları ve istekleri toplumun isteklerinden her zaman öncelikli olmuştur. Bunu ülkemiz olarak söylemiyorum dünya düzeni bu yönde kurulmuş. Böyle olunca da demokrasi bir tiyatro haline gelmiş oldu.

Bu şirketler devletler arası ilişkileri etkileyebilecek ve hatta savaşları bile çıkarabilecek konuma gelmişlerdir.  Savaşların temelinde çoğunlukla bu tip şirketlerin talepleri yatıyor.  Çünkü onlar için devletlerin ve milletlerin bekasından çok şirketin istikbali önemli. Bu ekonominin psikolojik davranışı gereği… Vahşi kapitalizm önce ne pahasına olursa olsun karı ve sermayeyi korumayı emrediyor. Ona sahip olmak isteyen, korumak isteyenler de öncelikle kar ve sermayeyi koruma yoluna gidiyor. Bugün gelinen noktaya bakın. Bahsettiğimiz şirketler bu yolla, küresel düzeyde karar verici konuma geldi bile.

Süper güç ABD’de, görevdeki başkanın sosyal hesabını bloke ettiler.

Çok önemsemedik. Sorgulamadık. Oysa bir şirket çıktı hiçbir kanunu gerekçe göstermeden benim kuralıma aykırı diyerek bir başkanın hesabını bloke edebildi. Üstelik başkanlık yaşamı boyunca ABD’yi sosyal medya mesajları ile yönetmiş bir başkanın hesabı bloke ediliyordu.

Başkanı severiz veya sevmeyiz, önemli olan bloke ediliş şekli.

Arkasından başka bir sosyal medya ve haberleşme şirketi bir güncelleme göndererek şubat ayının ortasından itibaren hesapların meta verilerini bir hayli daha çok işleyebileceği bir sözleşme gönderdi. Onaylamadığınız takdirde ürünümü de kullanamazsınız dedi. Aslında bir tür tehdit gibi bir durum söz konusu. Ya kabul edeceğiz ya da mahrum kalacağız şeklinde. İnternet üzerinde arama motoru, sosyal medya ve haberleşme araçlarının yapay zekâlar ile zaten bizleri yönlendirdiklerini saymıyorum bile. Sonuçta bir ürün bedava ise ürünün kendisi biz oluyoruz. Kapitalist sistem bunu bizlere dayatıyor.

Peki, bunlar ne demek?

Şirketler, diğer şirketleri satın alarak teknolojik olarak küresel bir stratejik güç oluyorlar.  Madenleri, enerji kaynaklarını, gıdayı,  haberleşmeyi,  interneti ve yaşamın her alanını kontrol edecek güçler ortaya çıkabiliyor.

Burada kötü olan durum, sermaye ve karı düşünen vahşi kapitalizm ile sosyal sorumluluk, sürdürülebilir yaşam, adalet, vicdan ve benzeri kavramların değeri her geçen gün azalıyor.

Bütün bunları anti tröst yasalarına, rekabeti önleme kurumlarına rağmen yapıyor.

Vatandaş çoğu zaman bu gelişmelerden habersiz kalıyor ya da en vahşi işlemler sanki milletin hizmetine ve lehine olacakmış gibi sunuluyor.

Vatandaşın iş ve aş gibi günlük ihtiyacın derdinde iken içinde yaşadığı dünya insanlığın kontrolünden sermayenin kontrolüne geçiyor.  Ulusal yasalar, ahlak, din ve gelenekler yerlerini bu şirketlerin dayattığı sözleşmelere ve yaşam biçimlerine bırakıyor.

Küresel düzeyde sosyal medyalar ile sözüm ona hepimizi birbirimize bağladılar ama kendi bağlarımızdan koparılarak bunu yaptılar.  Yaşamımıza girerken; insanları, iş alanı açıyoruz, aş kapısı açıyoruz ve yeni kariyer imkânları sunuyoruz diye insanlığı edilgenleştirerek yerel savunucuları haline getirdiler. Güvenlik birimlerine ofis malzemeleri,  okullara göstermelik bağışlar, Değişik sponsorluklar ve yatırımın büyüklüğüne göre göz boyayan sosyal yatırımlar ile toplum için yapıyoruz diyerek çoğu zaman vergi bile ödemeden hepimizi himaye altına alıyorlar.

Bu durumlara karşı toplumumuzdaki farkındalık oranı ise henüz çok yetersiz. Birçok ülkede durum çok vahim…

Çok küçük bir kesim zenginken çoğunluğu düşük gelirli veya muhtaç durumdaki insanlardan olması da bunun göstergesi.

Bence bireysel katılım, dayanışma ve ortak akıl konusunda vatandaşlarımızı bilinçlendirecek, insanların ruhu ile devletle senkronize olabileceği bir devlet düzenini öngörmeliyiz. Elbette bireysel özgürlük ve bireyin bilinç düzeyini en üst seviyelere getirerek bunu başarmalıyız.

Ülkemiz olarak bir şansımız var. Biraz zaman alabilir ama doğru anlatılır, doğru projelendirilir ise kesinlikle olabilecek bir hedef.

Türk milletinin tarihsel dayanışma modeli olan imece, bir an evvel yeniden ele alınmalı. Mesela İmece’nin  kurumsallaşmış hali  kooperatifler güncellenerek halkın gözünde yeniden konumlandırabiliriz. Çünkü kooperatifler sanki geleneğimize aykırı imiş ve komünist bir girişimin uzantısıymış gibi nitelemelerle halkın gözünde itibarsızlaştırıldı. İtibari iade edecek uygulamaları düşünmeliyiz.

Ayrıca kooperatiflerin kurumsal gelişimi ve kanunlarının gelişimi de daha büyük başarılar açısından gerekli yeterlilikte hiç olmadı. Hatta mevcut yapısı ile suiistimallere açık bir organizasyon modeli olarak toplumun kaçındığı bir iş modeli oldu.

Bence kooperatif isminin direkt kendisini “İmece” yapabilir ve yapısını yeniden ele alıp bir imece kanunu yapabiliriz.

Çünkü:

  • İmece (kooperatif) halkın ve ortakların katılımcı bilincini geliştirir.
  • Demokrasiyi olgunlaştırır.
  • Toplumsal karar verme bilincini geliştirir.
  • Milli sahiplenme duygusunu besler.
  • Ortaya çıkacak büyük ve stratejik kurumların küresel güçlerin eline geçmesi zorlaştırır.
  • Toplumsal eğitim alt yapısını güçlendirir.
  • Toplumun genelinin kariyer planlaması yapmasını sağlar.
  • Vatandaşı sadece tüketici değil ekonomik yaşamın her aşamasının etkili aktörü haline getirir.

Ancak, bunun için yapılması gereken önemli değişiklikler

  • Karar verme süreci güçlendirilmeli.
  • Genel kurul, Yönetim kurulu ve benzeri yönetimsel noktalarda liyakati sağlayacak şekilde yapılandırılmalı.
  • İmece (kooperatif) kurumu net ve hesap verebilir bir formata göre kurumsallaşmalı.

 Yoruma açık olmamalı

  • Yatırım ve projenin büyüklüğüne göre sermaye belirlenmeli. Ortaklık paylarında az sermayeli ortağın kısıtlandığı ya da çok sermayeli ortağın yönetimi baskın olarak hâkimiyeti altına aldığı dengesizlikler olmamalı.
  • Yatırımın ve projenin büyüklüğüne göre sermayeler aşırı fark içermemeli.
  • Denetim mekanizmaları iç denetim, dış denetim ve kurumun büyüklüğüne göre bağımsız denetim kurumlarına tabi olmalı.
  • Projeye göre yönetim belirlenmeli, süresi de projeyi kapsamalı.
  • Genel kurulun siyasi saiklerle ya da kötü niyetli ekipçilik ile değil dayanışmayı güçlendiren bir yapıda oluşturulması sağlanmalı.
  • Ne tek başına bir oy ne de sermaye, tüm yönetimi ve karar mekanizmasını etkisi altına almamalı. Buna yönelik katılımcı karar mekanizmaları oluşturulmalı.

Eğer bu sıkıntılar çözülebilirse tabanın sermaye bilinci ve kültürü de gelişir.

Bu önerim vatandaşın ekonomiye katılımı ve kendi bölgelerinin kaderinde irade sahibi olabilmesi için.

Bugün bir ilçenin, ilin hatta bir ülkenin sakinleri ve vatandaşları neredeyse üstlerindeki her türlü yönetimin karar mekanizmasından bihaberler. Bu da onların kendi hayatlarını etki eden yönetim mekanizmalarına karşı etkisiz hale getiriyor.

Sebebi ise karar mekanizmasına dâhil olacak olsalar da bilinç düzeylerinin yeterli kalması.

Şu ana kadar vahşi kapitalizmde şirketler ile devletler vatandaşı sadece etkisiz ve bilinçsiz bırakmıştır.

Sermaye, güçlü yapılara ulaştıkça önce ilçeleri, ardından illeri, sonra devletleri ve şimdi de ülkelerin tamamını etkisizleştirmiştir.

Öyle ki bir şirketin yönetim kurulu başkanı dünyayı değiştirecek kararların gerçek sahibi olabiliyor.

Örneğin Davos’ta ülkelerin dünya rotasını çizmeleri sağlanırken bu küresel güçlerin çizdikleri rotalarla olmaktadır.

Bize düşen kendi ülkemizde bir an önce halkın yönetim konusundaki bilinç seviyesini yükseltmek. Bu da imece ile olabilir. Bunun için ilk önerim Kooperatif isminin Türkçeleştirilip buna göre yeniden bir yapılandırılmanın gerçekleştirilmesidir.