Dünya hızla değişiyor.

Normallerimiz de değişiyor.

Hatta pandemi ile ‘’yeni normaller’’ diye hayatımızda hibrit bir düzen oluşuyor bile.

Peki, bu değişime gerçekten doğru bir şekilde hazırlanıyor muyuz?

Bence dikkat etmemiz gereken çok nokta var.

Sadece pandemi sebebi ile değil, değişen dünya yapısı ötürü de çok yeni normallerimiz etkileneceğe benziyor.

Hepimiz, herkes alışkanlıklarını kontrol etmeli.

İnatla alışkanlıklarını yaşamak isteyenler muhtemelen bu değişimin en büyük kaybedenleri olacaklar.

“Bir de el ne der?” diye başkasının yaptığına göre karar verenler, kopyacılar ve taklitçiler de bu dönemin kaybedeni olacaklar. Hatta diyebilir ki yeni normalimizin anormali durumuna düşecekler.

Küresel düzeyde bu değişimin anlamını ele alacak olursak neler oluyor?

Çin son 20 yılda yapmış olduğu gelişmeleri ile daha şimdiden dünyanın ikinci ekonomisi oldu.

Bitti denen Rusya etkili pozisyonuna hızla erişiyor.

Bireylerin zenginliği, devletlerin zenginliğinden daha ön plana çıkmaya başladı. Bu sadece parasal bir zenginlik değil, şahısların kurduğu şirketler ile devletleri kilitleyebilecek teknolojilere ulaşılmasından bahsediyoruz.

Hatta insanlığı kilitleyebilecek teknolojilere çok yakalaşıyoruz.  Bütün insanlık sosyal ağlar ve bütün bilgileriyle bir merkezden kontrol edilebilir hale geliyor.

40 yıl önce dünyanın hiç tanımadığı insanlar bugün dünyanın en etkili en stratejik noktalarındaki kişiler.

Elon Musk 49 yaşında, Tesla’nın sahibi.

Mark Elliot Zuckerberg 36 yaşında  Facebook’un kurucusu.

Steve Jobs 56 yaşında öldü. Apple’ın kurucusu, Iphone’u bula kişi.

Bill Gates, Microsoft’un kurucusu, 65 Yaşında .

Jeff Bezos, Amazon'un kurucusu ve şu an CEO'su.

Her biri küresel yaşamı etkileyecek işletme ve konumların sahibi olmuş durumda. Şirket bütçeleri orta ölçekli devletlerden bile büyük. Hatta kişisel servetleri bile birçok ülkeden güçlü durumda… Ve tabii ki etkililer de!

Pandemi ile sermaye ve stratejik güçlerin payları ciddi ölçekte değişiyor.

İnsansız fabrikalar geliyor. Akıllı zekâ ile çalışan aletler, fabrikalar, hatta ordular yaşamımızın ana parçası olmak üzere.

Eskiden vatan için ülkenin toprağı ve ordusu yetiyordu. Yenidünya düzeyinde kendi teknolojisi olmayan ülke neredeyse bağımsız olamayacak.

Ülkemizin de değişen küresel yaşama göre pozisyon alma projeleri var. Çok önemli açılımlarla göz dolduruyor. Bir taraftan kültürel, ekonomik, inanç ve Tük dünyası olmak üzere sahip olduğu bütün organik bağları aktifleştirirken; diğer bir taraftan da savunma sanayinin de talepleri ile teknoloji alanında da çok önemli adımlar atıyor.

Ülkemiz, insansız hava araçları ile savaş meydanlarında ve terörle mücadelede uyguladığımız yeni sistemlerle dünya silah sanayine ve yapay zekâ gelişimine faklı bir boyut getirmeyi başardı mesela. Dikkate değer bir atılım.

Ambargoların da ciddi etkisiyle her alanda kendi teknolojimize doğru gidiyoruz. Bu zorlu zamanları faydamıza kullanmak için stratejik olarak planlamalar yapma gayret ediyoruz.

Uzmanlaşmış OSB’ler, teknoparklar, hedefe göre teşvik politikaları, kendi tarımımıza yönelme emareleri ve buna benzer atılımlar ile yeni normallere ulaşmak için ülkemizin arayışları oluyor.

Bütün bu gelişmeler ışığında kaynaklarımızı değerlendirirken 1970 model davranışlardan kurtulmamız gerekiyor.

Özellikle gençlerimizi gelecekleri ve kariyerleri konusunda ikna etmeliyiz. Onlara karşı daha kucaklayıcı olmalıyız. Bütün bu yeni değişimleri o gençlerle yapacağız ve yeni normallerin başkahramanı onlar olacak.

Öyle ötekileştirme,  genelleme, onları görmezden gelme, eskinin sığ bakış açısı ile yaklaşma ve akla dayanmayan  çağ dışı davranışlardan kurtulmalıyız.

Boğaziçi Üniversitesine atanan rektör olayında hala bu tip davranışların izi vardı. Öğrenciler suiistimal ediliyor olabilir. Oraya gelen insanların arasında istismarcı terör örgütü üyeleri de olabilir. Bize düşen,  tere yağdan kıl çeker gibi kimin kim olduğunu anlamak ve değerli öğrencilerimizi korumak. Onları anlamalı, illa atama devam edecek ise onları ikna etmeliyiz. Tarafların fikirlerini dinlemeli ve istişare ortamı gerçekleştirmeliyiz. Tüm değerlerimizin kararlarda ve gelecekte etkili olması için azami ehemmiyeti göstermeliyiz.

Zaman bağırıp çağırma zamanı değil. Kucaklama ve dayanışma zamanı. Bunun için tüm kurumlarımız ile modern bir yaklaşım takip etmeliyiz.

Eğer dünyada yeni normallerin içinde güçlü pozisyonlar almak istiyorsak o gençlikle yapacağız.

“Ama onlar da …..” diye başlayan cümlelerin muhatabı onlar değil, biziz. Onlar bu tür ithamlarla değil eğitimleri ile ilgilenmeli. Bizler de büyükleri olarak bu ithamları temize geçirmeliyiz. Önce onları anlamalıyız.

Gençler çoğunluğun gücü. Mahalle baskısı ile değil, tek başına da kalsa doğrunun ve gerçeğin gücü ile ikna olabilirler.

Çünkü gerçekleri doğru analiz edenler stratejik güç üretebilir.

Devletin alışkanlıklardan ve siyasetin mahalle baskısından gücünü aldığı yaklaşımlarla yeni neslimize hiçbir şey anlatamayız.

Bu da gösteriyor ki yeni nesle farklı bir bakış açısı ile yaklaşmalıyız. Hatta bu yaklaşımı onlarla beraber inşa etmeliyiz.

Bizim zamanımızda böyle şeyler yoktu. Eski zamanlar ne güzeldi mi diyorsunuz?

Yedi düvelin kumpasına o eski alışkanlıklarımızla hapis olmadık mı?  Hala onlardan kurtulamayışımız da ondan aslında.

Hala benim ilçeme yol gelsin, gaz gelsin de memlekete ne olursa olsun diyen siyasi zihniyetimizle bu hallere geldik.

Şimdi bir kurtuluş ve yeniden kuruluş hamlesi içerisindeyiz. Bunu doğru değerlendirelim.

Eğer değişen küresel yaşamda doğru pozisyon almak istiyorsak bütün dünya gençlerinin birlikte okuyacağı ve meslek sahibi olacağı üniversitelerimiz olmalı.

Çocuklarımızı yetiştirirken onlarla beraber dünyayı yönetecek meslek arkadaşlarını da yetiştirebileceğimiz üniversitelerimizi inşa etmenin yolunu bulmalıyız.

 Yerel bakış açısı ile evrensel insan kaynakları yetiştiremeyiz.