Kurallarla aramız hiç iyi değil maalesef

Abone Ol

Eminim ki sürücü ehliyetine sahip olalım ya da olmayalım hemen hemen hepimiz trafikteki hal ve hareketlerden şikâyetçiyizdir.

Aracımızın direksiyonunu elimize aldığımız anda, kendimiz olmaktan sıyrılıp bize hiç yakışmayan bir kişiliğe bürünüyor ve kendimizi dahi tanıyamayacak bir hale bürünüyoruz maalesef…

Trafik düzenini sağlamak için ortaya çıkmış olan kuralları bizler, sanki “ehliyet alacağımızda bizlere gerekli olan ama ehliyet alındıktan sonra uygulanmasına hiç de gerek olmayan bir takım geçici kurallarmış”gibi görüyoruz. Ya da “nasılsa ehliyeti aldık, bundan sonra benim kurallarım geçerlidir”havasına giriyoruz.Bu nedenle de kamu malı olan ve herkesin istifadesine sunulan o yollarda sorumsuzca hareket etmeye başlıyoruz. 

Bu konu üzerine gerçekten çok kafa yoran birisi olarak zaman zaman kendi çapımda gözlemler de yapmaktayım.

Mesela bir kavşakta duruyorum ve “bakalım dönüşlerde kaç kişi sinyal verecek?” diye başlıyorum araçları saymaya. Sinyal vermeden yapılan dönüşler elbette hepimizin tepkisini çeken bir durumdur ama maalesef on sürücüden neredeyse yedi tanesi dönüşlerde sinyal kolunu kullanmıyorlar. Dolaysıyla ardında seyreden sürücü önündeki sürücünün aracını nereye götüreceğinden bihaber vaziyette takip ediyor onu. Bu da önemli kazalara neden oluyor.

Yine trafiğin yoğun olduğu bir dönel kavşakta yaptığım bir gözlemlemede, önceliği olan dönel kavşak sürücülerinin hakkını gözetmeden ve son sürat kavşağa giren sürücülerin varlığını, üstelik de kavşak içinde olan sürücüleri hışımla kornalarıyla ikaz ettiklerini ve adeta “çekilsene yolların kıralı geliyor” mesajı verdiklerini üzüntüyle izledim ve her daim izlemeye de devam ediyorum.

Bir başka gün trafiğin yine yoğun olduğu bir güzergâhta, “otomobillerde kaç kişinin seyahat ediyor olduğunu?” gözlemledim. Neticede elli otomobilden tam otuz dokuz tanesinde sadece sürücüler tek başlarına seyahat ediyorlardı. Diğer on bir araçta iki ya da ikiden daha fazla yolcu vardı.

Sürücülerin önemli bir bölümü trafikte başkalarının kendisine saygı göstermesi gerektiği beklentisi içinde... Çok sabırsızlar. Eğer önünde bir araç varsa, kornalarla, selektörlerle anında kendisine yol verilmesi beklentisi içindeler. O aracın önünden kendisinin görmeyip de önündeki aracın görebildiği “bir hayvan mı geçmekte?”, “bir engelli aracı mı var?”, “bir yaya mı geçiyor?”veya bir başka sebepten dolayı mı yavaşlamış durumda?” hiç umurunda bile değil. İleri de fırsatını bulup da seni geçerken ki yüz ifadesi, “yakalasa seni oracıkta boğazlayacakmış” havasında…

Aracıyla bu hareketleri kendisinde hak gören sürücü, biraz ileride aracını park edip trafiğe yaya olarak karıştığında ise yola kendisini atıyor ve bu defa da sürücülerden kendisine yine saygılı davranılması beklentisi içine giriyor.

Yani araç kullanırken göstermediği saygıyı, yaya vaziyetine geçince, diğer araç kullananlardan kendisi için bekliyor. Kısaca adaletsiz davranıyor. Belki de normal zamanda konuşurken “adalet” konusunda “mangalda kül de bırakmıyordur.”

Hulasa, saygı denilen olgunun kendisine has bir yaradılış özelliği zannediyor.

Ne ışık kuralına uymakta ne yaya geçidi kuralını umursamakta ne de diğer kuralları…

Sanıyor ki dünyanın ekseni kendisi…

“İşim görülsün de önemli olan bu” bencilliği sergiliyor.

Böyle bir çelişkili durum içindeyiz vesselam.

Her şeyi devletten bekleyen her konuda devletin çözüm üretmesini talep eden ve bu konuda da yerden göğe kadar haklı olan insanımız, kendisinin, yapılan düzenlemelere uygun hareket etmeme gibi bir direnç gösteriyor olduğunun farkına varamıyor. Ya da her şeyin farkında ama düzletmek için bir gayretin içinde değil.

Kendi nefsine ve ihtiraslarına söz geçiremeyen insanımız, başkalarına hükmetmek için büyük bir kararlılık sergiliyor ve bu yüzden meydana gelen olaylardan dolayı da hem mal kaybına hem de can kayıplarına neden oluyor.

Trafikteki araçların büyük bir bölümü yeni model araçlardan oluşuyor. Araçları yenilemek sanırım kendimizi yani alışkanlıklarımızı yenilemekten daha kolay sanki.

Araçlarımızı yenilemek için harcadığımız çabanın binde birisini bari kendimizi yenilemek için harcasak ve hayatı daha çekilir bir hale sokmak için kendi üzerimize düşen kadarını bari uygulamaya koysak ve böylece bambaşka bir dünyanın tadına hem kendimiz varsak hem de başkalarının varmasına yardımcı olsak ne kaybederiz acaba?