Çocukluğunuz nerede geçti? Çocukluğunuzun geçtiği semtten ya da köyden biraz bahsedebilir misiniz?

Çocukluk yıllarımızın bir bölümü Konya’nın yerlisi olmamız dolayısıyla Meram’da¸ bir bölümü postanenin arkasında bugün kentsel dönüşüm planı uygulanan Kalecik Mahallesi’nde¸ bir bölümü de Küçükkumköprü’de geçti. Şehir evimiz postanenin arkasında şimdiki adı Şükran Mahallesi olan Kalecik Mahallesi’ndeydi. Yazları Meram’a çıkardık. Aşağı yukarı Konya’da gelenek¸ görenek örf ve adetler semtlere göre çok farklılık arz etmez. Ama eski mahallelerde bu biraz daha güçlü olarak ortaya çıkar. Pek çok konuda günümüze göre değişiklikler meydana geldi. Tabii bunlar köklü mahalleler. Meram’a erkenden¸ acı bahar dediğimiz baharda çıkar¸ kar yere düşer düşmez de şehre inerdik. O zamanlar çocukluk yıllarımızda eylülün sonunda veya ekimin başında muhakkak kar yağardı. Hava da gittikçe soğurdu. Mesela Küçükkumköprü’de üzüm bağımız vardı. Eylülün sonunda mutlaka pekmez kaynatılırdı. Sınat dediğimiz soğuk günler olurdu. Üzüm üşüdüğü zaman verimi kaybolur. Onun için üşümeden bağ bozulur. Eylülün son günleriyle ekimin başlarında bir hafta üzüm bozarsak¸ bir hafta da pekmez kaynatırdık. Semt olarak Konya’da çocukluğumuzun geçtiği yerler buralar.      

Eski Konya hakkında neler söylemek istersiniz? Değişen¸ mekânlar mı¸ yoksa bizler miyiz?

Hem mekânlar değişti¸ hem insanlar değişti. Meram’a baharın eşyalarla çıkılır¸ güzün hiç eşya bırakılmadan geri dönülürdü. Küçükkumköprü¸ Büyükkumköprü gibi kenar semtlerdeki bağ ve bahçelerde de durum aynıydı. Eğer eşya bırakırsanız hırsızlar götürür giderdi. Tabii çocukluk yıllarımızda Konya daha çok kara yapı¸ kara örtü dediğimiz toprak damlı¸ tek katlı¸ en fazla iki katlı evlerden oluşuyordu. Zaman içerisinde bu iki¸ üç kata ve betonarmeye dönüştü. Daha sonra da dört kata¸ beş kata çıkarıldı. Ama tarihî doku bozulmayıp¸ mahalle yapısı¸ sokak yapısı muhafaza edildiği için fazla tahribat olmadı. 

O zamanlar gerçekten büyük bir fakirlik vardı memlekette. Yani böyle bir ortamda fedakârlık yapmak her insanın harcı değildi. Bir de insanlar arasında güzel münasebetler vardı¸ dayanışma vardı. Şimdi bizde adet bir kış temizliği yapılır¸ bir bahar temizliği yapılır. Efendim veyahut bir yiyecek hazırlanır. Buğday kaynatılacağı olur¸ bulgur çekileceği olur¸ kış hazırlıkları yapılacağı olur insanlar birbirine yardım ederdi. Aynı şekilde yardımlaşmalar Ramazan’da da olurdu. Yani insanlar refaha kavuştukça biraz manevî yönlerinde aksamalar oldu. O insanlar daha mı doğru düşünüyordu? Veyahut dini daha mı iyi anlıyorlardı? Burada bir farklılık seziyorum ben. Günümüzde çok değişiklikler oldu. Mahalle kayboldu. Mahalle baskısı dediğimiz olayı bugün menfî yönde algılıyorlar ama bunun çok iyi tarafları vardı. Bir mahallede oturan insan şöyle kendisine bir çeki düzen verirdi.        

Konya sizin için ne ifade ediyor?  

Konya deyince insanın aklına çok şey gelir¸ çok şey çağrıştırır. Mesela biz bir araştırmacı yazar olarak evvela aklımıza ne gelir? Selçuklu gelir. Bu topraklarda kurulan ilk Türk İslam kültürü gelir. Başkent gelir. Hoşgörülü bir İslamiyet gelir. Mevlâna gelir. Sadreddin Konevî gelir. O dönemin insanları gelir.  

Mesleğinizi bilinçli mi seçtiniz yoksa bir yakınınızın etkisi mi oldu?

Maalesef gençler seçtikleri¸ beğendikleri¸ yapmak istedikleri mesleği bazı tesadüflerle seçiyor. Ben şu mesleği seçmek istiyorum¸ şu dalda çalışmak istiyorum diyen insanların sayısının az olduğunu düşünüyorum. Bizimki çok farklı bir durumdu. Ben İmam Hatip Okulundan mezun olduğum sene İmam Hatip Okulu mezunlarının gideceği bir üniversite yoktu. Üstelik iktidar bunu biliyordu. İmam Hatip Okulunda okuyan gençlerin ne zaman mezun olacağını bildikleri halde gençlerin ortada bırakılmaması icap ederdi. Tabii o zamanlar bir şaşkınlık yaşandı. Böyle bir durum karşısında ben haziranda İmam Hatip Okulundan mezun oldum. Eylülde beş altı arkadaşımla beraber lise imtihanlarına girdim. Ortaokuldan veya lisenin birinci sınıfından son sınıfına kadar millî eğitim programlarına uygun olarak birçok ders okumamıza rağmen bizi bütün derslerden sorumlu tuttular. Yani o hale geldik ki tarih üç kitap¸ coğrafya üç kitap¸ ne bileyim fizik iki kitap¸ kimya öyle… Sonradan düzelttiler bu yanlışı ve İmam Hatip Okulları lise ayarında sayıldı. Bu haksızlık düzeltildi ama biz bundan istifade edemedik. Tabii böyle bir imtihan karşısında kimsenin başarılı olması mümkün değildi. Mesela ben on dersten imtihana girdim¸ dokuzunu verebildim. Askere gittik¸ bari aradan askerlik çıksın dedik. Askerlik tecilini bozdurarak pek çok arkadaş da aynı yola başvurdu. Ertesi yıl İslam Enstitüsü açıldı. Askerden geldikten sonra imtihanlara devam ettik. O zamanlar İmam Hatip Okulu mezunlarını İlahiyat Fakültesi de almıyordu. Hukuku dışarıdan bitirelim bari dedik. Yani avukatlığı meslek olarak seçişimde bu unsurlar etkili oldu.       

Biraz da eski Ramazanlardan bahsedebilir misiniz? Çocukluğunuzda Konya’da Ramazan ayı nasıl geçerdi?

Çocukluk yıllarımızda gerçekten bir fakirlik söz konusu idi. Mesela buzdolabı yoktu. Soğuk su yoktu. Sille testilerine su konur ve gece dışarıya çıkarılırdı. Sızdıran testiler suyu biraz soğuturdu. Yemekler kuyularda veya tel dolaplarda muhafaza edilirdi. Bir de o zamanlar günümüzde olduğu gibi her mevsim her sebze ya da meyveyi bulmak mümkün değildi. Mesela Ramazan baharın ilk aylarına denk geldiği zamanlarda yiyecek noktasında çok büyük sıkıntılar çekilirdi. Hatta bazı bahar ayları için “kazık söktüren” aylar tabiri kullanılırdı. Bir de insanlarda ufak şeylerden mutlu olma özelliği vardı. Bu çocuklarda da aynı şekildeydi. Oyuncaklarımızı telden¸ tahtadan¸ çamurdan kendimiz yapardık ve bunlarla oynardık. Şimdi bugünün çocukları elektrikli aletler ve oyuncaklar kullanıyorlar ve bunlar bir iki kullanımdan sonra atılıyor. Her şeye sahip olmalarına rağmen mutlu olamıyorlar. Mutluluk o zaman daha belirgindi. Ufak şeyler bile insanları mutlu ederdi. 

O dönemde yiyecekler de kısıtlıydı. Erişte¸ tirit¸ bulgur pilavı en çok tüketilen yiyeceklerdi. Tiridin çok çeşidi vardı mesela. Ramazanda fakirleri çağırdığınız zaman hazırlanan o yiyeceklerden gerçekten mutlu oluyorlardı. Bir de günümüzde zengin zengini¸ dost dostu¸ akraba akrabayı çağırıyor. O zamanlar Ramazan gruplara ayrılırdı. Önce akrabalar¸ sonra eş dost¸ daha sonra da fakir fukara davet edilirdi. Fakir fukara davet edildiği zaman “diş kirası” dediğimiz ufak tefek maddi yardımlarda bulunulur ve insanlar bu sebepten dolayı mutlu olurlardı. Eski Ramazanların bu güzellikleri vardı.      

Günümüzde de Ramazan kendine has güzellikleriyle geçiyor. Konya’nın Ramazan günleriyle ilgili neler söylemek istersiniz? 

Efendim evvelden Ramazanlarda davetler evlerde yapılırdı. Yani çarşıda¸ lokantada yemek verme âdeti yoktu. Günümüzde gelir seviyesi çok yükseldi. Gelir seviyesi çok yükseldiği için iftar davetleri artık dışarıya taştı. En büyük özellik burada. Bir de vakıflar¸ dernekler iftar çadırları kurmak suretiyle iftarı daha geniş bir alana yaymaya çalıştılar. Tabii bu da günümüzün güzelliklerinden bir tanesidir. Yani bir şeye takılıp ah eski günler¸ ah eski Ramazanlar demenin pek faydası yok yani… O zaman da güzellikler vardı¸ bugün de birçok güzellik ve yenilikler var. Önemli olan bunları iyi değerlendirmek. Bunları iyi değerlendirirsek insanımız da mutlu olur¸ toplum da huzura kavuşur. Eskiden çok zenginle¸ orta halli insanlar arasında yaşam tarzı olarak çok büyük farklılıklar yoktu. İnsanlar birbirine yakın bir hayat seviyesini devam ettiriyorlardı. Ama günümüzde öyle değil¸ gelir dağılımında bir aksaklık var. Bir tarafta insanlar refah içerisinde yaşıyorken¸ diğer tarafta yokluk içerisinde sıkıntı çekiyor. Günümüzün en belirgin meselelerinden birisinin bu olduğunu tahmin ediyorum.    

Manevî feyiz ve bereketi çok büyük bir ayda bulunuyoruz. Bu ayı iyi değerlendirmemiz lazım. Bizim çocukluk yıllarımıza göre nüfusta çok büyük artış olmasına rağmen camilerimiz eskisi kadar dolmuyor. Yani evvelden camilerde yer bulabilmek için erkenden gidilirdi. Şimdi üç beş gün biraz dolar gibi oluyor ondan sonra yavaş yavaş cemaat azalıyor. Tabii bunda sünnete karşı çıkan bir takım insanların çıkıp kafa karışıklığına yol açmasının da etkisi büyük. Bunun için cemaate devam etmeye ve Kur’an’a sarılmaya ihtiyacımız var. Bu cihanşümul kuralları nefsimizde uygulamaya çalışırsak ve Kur’an’ı sadece okuyarak değil de onun hükümleriyle amel etmeye çalışırsak toplum huzur ve sükûna kavuşur. Manevi kazanç da bu nispette artar.  

Günümüz Konya’sında sizi en çok etkileyen ve ‘Burada kendimi çok huzurlu hissediyorum’ diyebileceğiniz semt¸ mahalle¸ sokak ya da mekân neresidir?

Efendim demin de bahsettiğim gibi çocukluğum merkezî mahallelerde geçti. Tabii çevremizde hep dirayetli¸ temiz¸ değerli insanlar vardı. O insana huzur veriyordu. Dört beş yaşımdan itibaren hayatım yazları Meram’da geçti. Kırk yılı aşkın bir zamandan beri yine yazları Meram’a gidiyordum. Gerçi hanım vefat ettikten sonra gidemez oldum. Bağ bahçe hayatına alışan insanlar orada huzur duyuyorlar. Meram’da iken sabah kahvaltısının¸ ikindi çayının¸ arkadaşlarla orada toplanmanın ayrı bir tadı olurdu.     

İmkânınız olsa¸ size öyle bir yetki verilse Konya’ya nasıl bir hizmet yapardınız?

Konya bir başkent¸ Selçuklunun Anadolu’daki en önemli şehirlerinden birisi. Zaman zaman ben bunu dile getiriyorum. Tarihî doku tahribatı çok büyük boyutlarda oldu. Osmanlının son dönemlerinde başlayan bu tahribat Cumhuriyet döneminde daha da hızlandı. Selçukludan kalan tarihî eserleri etrafındaki arsa ile bağ bahçe ile çevre ile birlikte sattılar. Tabii bu tahribat Konya’ya büyük zarar verdi. Eskiye dönüş mümkün olmuyor¸ yıkılan geri getirilemiyor. Eğer bana yetki verilseydi tarihî dokuyu korur ve bunları iade etmeye çalışırdım. Yani Konya’nın hafızasını öne çıkarmaya çalışırdım.   

Hatıralar hakkında düşünceniz nedir? Siz de hatıralarınızı yazıyor musunuz ya da yazmayı düşünüyor musunuz?

İnsan hatıralarla yaşar. Hatırası olmayan insanın hayatında büyük eksiklikler var demektir. Hani güzel bir sözümüz vardı: “Geçmiş zaman olur ki hayali cihan değer” sözü sorduğunuz sorunun cevabı gibi. Tabii sosyal hayatımız da bir takım etkinliklerle geçti. Uzun yıllar Yeşilay şube başkanlığı¸ Konya Aydınlar Ocağı başkanlığı yaptım¸ biraz siyasetle iştigal ettim. Birçok olayla karşılaştık. Bizimle ilgili geceler tertip edildi. Torunum bir gün dede hayat ve hatıratını yazalım demişti. Ben söyledim o yazdı. Yani onu kitaplaştırmış olduk.   

Konya değil de bir başka şehirde yaşasaydınız hangi şehri tercih ederdiniz?

Yine Konya’da yaşamak isterdim ama mecburiyet karşısında doğduğum şehri değiştirmek gerekseydi¸ çok sevdiğim Bursa veya İstanbul’u tercih ederdim. Bir hatıramı nakledeyim: Bir yaz günü çocuklarla birlikte İzmir’den başlayarak¸ arabayla birer ikişer gün kala kala bazı sahil şehirlerimizi dolaştık ve Bursa’ya ulaştık. Bursa’da manevî bir haz ve huzur duydum. Yani başka bir şehirde yaşamam icap etseydi Bursa’yı tercih ederdim. İstanbul da böyle tarihî bir şehrimiz ama günümüzde İstanbul’da yaşamak çok zor. 

Sizce başarının sırrı nedir? Bu konuda gençlere neler tavsiye edersiniz?

Başarının sırrı okumak¸ çalışmak ve boş zamanları değerlendirmekle mümkün. Ben bir sözü zaman zaman tekrar ederim: “Gelecek keyfinden¸ zevkinden fedakârlık edenlerle¸ boş zamanlarını iyi değerlendirenlerindir.” Eğer bir genç bunu yapabiliyorsa zevkinden fedakârlık yapabiliyorsa¸ hayatında bir disiplin varsa mutlaka başarılı olur. Bir başıbozukluk ve disiplinsizlik varsa başarılı olmak mümkün değildir. Bir zamanlar üniversitede derse girerken Seydişehir Yüksekokulu Müdürü olan arkadaşım ısrar etti¸ buraya da gel haftada bir gün ders ver diye. Arkadaşımın isteği üzerine derslerin yanı sıra çocuklara faydalı olacak konferanslar da verdik. Konferansları ikişer üçer sınıfı birleştirerek bütün sınıflarda tekrarladık. Bir gün dersine girmediğim sınıftan bir çocuk geldi. Bu konuşmamı dinledikten sonra¸ hocam ben İstanbul’un lüks bir semtinden geldim dedi. Ben hayatı her gece eğlence salonlarında geçirmek zannederdim¸ bunun böyle devam edeceğini sanırdım ama hayat bambaşkaymış dedi. Sizi dinledikten sonra daha başka bir hayatın olduğunu anladım¸ çok teşekkür ederim dedi.    

Çağımızın en önemli meselesi sizce nedir?

Şu anda dünya üzerinde bir maddileşme¸ merhametsizleşme¸ bir acımasızlık hâkim. İnsanlar kan dökmekten haz duyar hale geldi. Türkiye’de 1950’den beri büyük bir gelişme söz konusu oldu. Bütün sağ iktidarlar Türkiye’nin gelişmesine ve imarına gayret ettiler. Fakat kalkınmaya önem veren iktidarlar ne yazık ki eğitim¸ kültür ve dil meselesini ihmal ettiler. Ve bence Türkiye’nin bugün en büyük meselesi eğitim ve kültürdür. Eğitimde hep kolay olanı seçtiler. Kültür konularında da ciddi değişikliklere ihtiyaç var. Bugün dil dibe vurmuş vaziyette. Otuz yıldır gençlerle ilgileniyorum. Yirmi-otuz yıl önce yazılan kitapları okuyup anlayamıyorlar. Dil meselesini halletmezsek hiçbir konuda başarılı olamayız. Geçenlerde üniversiteden bir genç geldi. Kitaplığı karıştırırken¸ Peyami Safa’nın “Doğu Batı Sentezi” adlı kitabı dikkatini çekti. Şöyle aldı¸ bir sayfa kadar okudu. Hocam¸ ben buradaki kelimelerin yarısını anlamıyorum dedi. İlkokuldan üniversiteye kadar dil zaafiyeti var. Bu zaafiyetle üniversiteye intisap ediyor bu zaafiyet devam ediyor. Yani sosyal konulardaki başarısızlığın en önemli sebebi bu. Devletin bu konuya acilen el atması lazım. Büyük devletler ders kitaplarını 30-40 bin kelimelik zengin bir lügatçeyle yazarken¸ biz gelişmemiş ülkeler gibi 3-4 binlik bir lügatçeyle hazırlıyoruz. Gençler de bunun hepsini bile kullanamıyorlar. Onun için bu zafiyetten bir an önce kurtulmamız lazım.      

Şu anda üzerinde çalıştığınız bir proje var mı? Yayımlayacağınız bir kitap¸ yeni bir yatırım ya da yeni bir sosyal proje…

İki yıldan beri Konya’nın tarihî mahallelerini yazıyorum. Bu konuda çok büyük merhale katettik. Tarihî dokudaki değişiklikler sebebiyle yazdığımız mahallelerden birçoğu yok artık. Birkaç ay önce Sadreddin Konevî ile ilgili bir kitabımız çıktı. Bu arada Adım Adım Konya’nın ikinci cildi mahiyetinde olan bir kitap daha hazırladım. 2000’li yılların başından itibaren kabristanlarla ilgili yazılar yazmışım. Kültür A.Ş.’nin kırklar serisi vardı. Kabristanları da bana vermişlerdi. Telaşeden bunu yazamamıştık. Geçenlerde bunun üzerine eğildim¸ o da tamamlandı. Konya’nın kırk tarihî kabristanı. Bu arada Konya’da Şeyhülkurra Postalcızade Abdürrahim Efendi diye bir zat vardı. Kur’an’a çok büyük hizmeti oldu. Çok iyi talebeler yetiştirdi. Torunlarından bir hanımefendi bunu kitaplaştırmak istedi. Ankara ve İstanbul’a gittik. Bir hayli malzeme bulduk. Bu kitap da bitmek üzere.  

Sivil toplum kuruluşları hakkındaki düşünceleriniz nelerdir? 

Bizim medeniyetimizin birazı da vakıf medeniyetidir. Tabii derneklerin¸ vakıfların dinî cemaatlerin bunda çok büyük rolü olur. Hizmet etme imkânları olur. Yalnız¸ cemaat ve vakıflar bir noktada dikkatli ve hassas olmalılar. Cemaatler arasında tefrika yaratmamaları gerekir. Bir İslam kardeşliği var¸ bu İslam kardeşliğinin önüne hiçbir kardeşlik¸ hiçbir cemaat¸ hiçbir vakıf geçmemeli. Yapılacak hizmetler sırf Allah rızası için yapılmalı. Eğer böyle olursa büyük hizmet görürler. Bazı vakıflar ve dernekler çok büyük hizmetler ifa ediyorlar ama tefrika unsuru olmamak şartıyla. Eğer tefrika unsuru olursa mesele FETÖ meselesine döner. 

Bu güzel söyleşi için teşekkür ediyorum.  

Asıl ben teşekkür ederim. Allah çalışmalarınızda kolaylık versin. Bu vesile ile tüm kardeşlerimize hayırlı Ramazanlar diliyorum.

MEHMET ALİ UZ KİMDİR?

1935 yılında Konya’nın Kalecik Mahallesi’nde doğdu. Halil Efendi ile Hikmet Hanım’ın oğludur. Baba dedesi Sarı Ali Efendi (Ali Avni Uz)¸ Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinin ileri gelen eğitimcilerinden olup¸ Özel Füyuzat-ı Hamidiye Mekteplerinin (iptidai ve rüştiye) sahibi ve müdürüdür. Anne tarafından soyu¸ Adliye Medresesinin kurucusu Müsevvitzade Adil Efendi ve onun oğlu şair ve müderris Mehmet Zari Efendi’ye ulaşır. Gazi Mustafa Kemal Paşa İlkokulunu bitirdikten sonra bir süre Bulgur Tekke Kur’an Kursuna devam etti. Bu arada açılan İmam Hatip Okuluna kaydolup¸ okulun ilk mezunları arasında yer aldı (1958). 1960-1961 Öğretim Yılı’nda da Konya Erkek Lisesini bitirdikten sonra Selçuk Eğitim Enstitüsüne girdi. Aynı yıl Ankara Hukuk Fakültesini de kazandı. Altı ay sonra enstitü idaresince iki okuldan birisini tercih etmeye zorlanınca¸ Hukuk Fakültesini tercih etti ve 1967 yılında da mezun oldu.

Yirmi beş yıl avukatlık yapıp¸ üç yıla yakın da Karapınar Noterliğinde bulundu. Muhtelif lise ve fakültelerde hukuk dersleri verdi. 1992 yılında avukatlığı fiilen bırakıp¸ araştırma ve kitap çalışmalarına yöneldi. Yazmaya henüz lise öğrencisi iken başladı. İlk yazıları Yeni Konya’da yayımlandı. 1999-2000 yılları arasında Konya Postası’nın genel yayın müdürlüğünü yürüttü. Aynı gazetede dört yıldan fazla yönettiği Akademik Sayfa’yı¸ uzun yıllar Merhaba gazetesinde de devam ettirdi. Bu arada Konya Büyükşehir Belediyesi tarafından yayımlanan Konya Ansiklopedisi’nin de yayın kurulu başkanlığını yaptı. Türkiye Yeşilay Derneği Konya Şubesi’nin 20 yıl¸ Aydınlar Ocağı’nın 15 yıl¸ bir süre de Türk Ocağı Konya Şubesi’nin başkanlığını üstlendi. Baha Veled’den Günümüze Konya Âlimleri ve Velileri I-II (2004)¸ Kırk Hadis (2001)¸ Konya Kültürüne Hizmet Edenler I-II (2003-2004)¸ Ankaravi Mehmet Dede (2004)¸ Hacı Veyiszade ve Ailesi (2008)¸ Konya Hukuk ve Baro Tarihçesi (2006) yayımlanmış kitaplarından bazılarıdır. Mehmet Ali Uz’un Şükran Hanım ile evliliğinden Huriye Reyhan¸ Feride ve Hikmet adlarında üç kızı vardır. 

AHMET KUŞ             

Editör: TE Bilişim