Konya Büyükşehir Belediyesi tarafından geleneksel olarak düzenlenen Konya Kitap Günleri, bu yıl 14 Ekim tarihinde başladı, 23 Ekim’e kadar devam edecek.

Vatandaşların, özellikle gençlerin yoğun ilgi gösterdiği Konya Kitap Günleri’nde binlerce kitap, kitapseverlerle buluşuyor.

Yazarların hem kitaplarını sergileyerek imza günleri düzenlediği hem de okuyucularla yüz yüze gelerek hasbihal etme imkânı bulduğu, söyleşiler yaptığı Konya Kitap Günleri gerek mekân yönünden gerekse ilgi yönünden tam puan almayı hak ediyor.

Kitap Günleri’nde en büyük ilgiyi şüphesiz yazarların yapmış olduğu söyleşiler görüyor. Okuyucular söyleşilerle, kitaplarını okudukları yazarları dinleme ve onları yakından tanıma imkânı buluyorlar.

Kitaba az çok yakınlık duyan bir kişinin, kitap günlerinde söyleşilere katılarak, bizzat yazarın imzası ile kitabını alarak ve onunla bir de hatıra fotoğrafı çektirerek kitaba olan ilgisini birkaç arttırması mümkün.  

Kitap günlerinin önemi burada kendini daha çok gösteriyor. Kitaba az çok ilgi duyanlar, kitap günleri sayesinde kitaba olan ilgilerini arttırırken, kitapla henüz tanışmayanlar da kitapla tanışmanın, kitapla bir araya gelmenin ve yazarları dinleyerek onlardan bazı bilgiler edinmenin yolunu açmış oluyorlar.

Kitap günlerinde gerek misafir yazarların gerekse Konyalı yazarların söyleşilerde yer alması oldukça memnuniyet vericidir. Bu bağlamda bendeniz de daha önceki yıllarda olduğu gibi  bu yıl da söyleşi yapma imkânı buldum. Her yıl farklı konularda söyleşimler yapmaktayım. Bu yıl ki söyleşimin konusu ‘Kitaplar ve Şiirlerle Tarih Yolculuğu’ idi.

Söyleşimde, dolu olan salonun büyük bölümünde gençlerimizin yer aldığını görmek beni son derece bahtiyar etti. Hele hele söyleşiden sonra gençlerimizin yönelttiği sorulardan onların konuşmayı can kulağı ile dinlediklerini anlamak çok daha güzeldi.

Söyleşimin içeriğinin gazetemizde yer almadığını görünce özet halinde okuyucularıma sunmak istedim. Zira, mazeretleri sebebiyle söyleşime katılamayan bazı dostlar konuşmamın içeriğini nereden temin edebileceklerini sordular. Söyleşileri Konya Büyükşehir Belediyesi yetkilileri kayıt altına alıyorlar ama nasıl ulaşılacağı ile ilgili bir bilgim olmadığı için şimdilik özet halinde de olsa aktarmak faydalı olacaktır.

Söyleşimde özet olarak şu bilgileri vermiş oldum:

Efendimizin Peygamber olarak gönderilmesinden önceki dönem Cahiliye Dönemidir. O dönem, güçlüyü haklı gösteren, haklının hakkını alamadığı, adaletten uzak, zayıfların ezildiği ve tam bir sömürü düzeni olması hasebiyle Cahiliye Dönemi olarak adlandırılmıştır.

Bugünkü Batı düzenine baktığımız zaman, Cahiliye Dönemi ile aynı özellikler gösterdiğini görüyoruz. Yani bugünkü Batı düzeni 1400 yıl önceki Cahiliye Döneminin izlerini taşımaktadır. O dönemde olduğu gibi bugünkü dünyada da zayıflar ezilmekte, güçlü olan haklı olmakta, haklı olan hakkını alamamaktadır ve tam bir sömürü düzeni hüküm sürmektedir.

Peygamber Efendimiz getirdiği Hak nizamla sömürüyü ortadan kaldırmış, güçlü değil haklı olan hakkını tam olarak almaya başlamış, zayıflara kol kanat germiştir. Efendimiz böylece İslâm Medeniyetinin sağlam temellerini atmıştır.

Efendimizden sonra dört halife döneminde İslâm Medeniyeti her alanda büyüyüp gelişmiş, fetihler başlamış ve İslâm, Medeniyet olarak tüm dünyaya sesini duyurmuştur. Halifeler döneminden sonra kurulan Emevi Devleti döneminde bazı olumsuzluklar yaşansa da  İslâm, dünya üzerinde yayılmaya, genişlemeye devam etmiş, bugünkü İspanya’ya kadar uzanarak orada Endülüs Devleti’nin doğmasına vesile olmuştur.

Emevilerden sonraki Abbasiler döneminde de İslâm Medeniyeti her alanda büyümesini sürdürmüştür. Bu dönemde 751 yılında Araplarla Türklerin ortak olarak Çinlilere karşı yaptığı ve zaferle sonuçlanan Talas Muharebesinden sonra Türklerin Müslüman olmaya başladığını görüyoruz. 840 yılında da İlk Müslüman Türk Devleti olan Karahanlılar kurulmuştur. Karahanlıların kurulması ile Türk- İslâm Medeniyeti’nin temelleri atılmıştır.

Daha sonra kurulan Büyük Selçuklu Devleti ve Malazgirt Zaferinden sonra kurulan Anadolu Selçuklu Devleti, Türk İslâm Medeniyeti’ni önemli ölçüde ve her alanda büyüyüp geliştirmişlerdir. Dönemlerinde hâkim oldukları topraklarda bıraktıkları izler, aradan geçen asırlara rağmen silinmemiş, bugün bile hâlâ Selçuklu Devletlerinin eserleri yaşamaktadır.  Anadolu Selçuklu Devletinin 180 yıl boyunca başkentliğini yapan Konya’mızda da 800 yıl sonra bugün Selçuklu eserlerini görebiliyoruz. Alaeddin Camii ve İplikçi Camii o eserlerden sadece ikisidir. Bunların yanında gerek Konya’da gerekse Anadolu’nun diğer şehirlerinde yüzlerce Selçuklu eseri görmek mümkündür.

Büyük Selçuklu Devleti’nin hâkim olduğu topraklarda da onların bıraktığı eserler görülmektedir. Bu eserlerden, Selçuklu Devletlerinin her alanda Türk İslâm Medeniyetini geliştirdiklerini görmek ve anlamak mümkündür.

Selçuklu Devletlerinin zayıflaması ve yıkılması ile doğan Osmanlı Devleti, devraldığı bu medeniyeti daha da ileriye götürmüş ve tam manasıyla zirveye taşımıştır. Fatih Sultan Mehmed Han’ın İstanbul’u fethetmesi ile Türk İslâm Medeniyeti tüm dünyada söz sahibi olmuştur. Yavuz Sultan Selim Han zamanında halifeliğin de Osmanlı’ya geçmesi ile artık Osmanlı, dünyaya hâkim olan ve tüm dünyada söz sahibi olan bir konuma yükselmiştir. Osmanlı Devleti, dünyanın tek süper gücü halinde kendini göstermiş ve yüzyıllar boyunca dünya hâkimiyeti devam etmiştir.

Ancak zaman içinde çeşitli sebeplerle Osmanlı Devleti’nin önce duraklama sonra da gerileme dönemine girdiğini görüyoruz. Bu gerileme Sultan Abdülaziz Han’a kadar devam etmiştir. Osmanlı’nın gerilemesi ile Batı Medeniyeti güçlenmeye başlamıştır. Abdülaziz Han bu gerilemeye dur demiş, yeni hamleler yapmış, Devleti tekrar eski gücüne kavuşturmanın gayreti içinde olmuştur.

Osmanlı Devleti’nin yeniden eski gücüne kavuşacağından korkan Batılılar özellikle İngilizler, Abdülaziz Han’dan kurtulmanın planlarını yapmışlar ve içerdeki hain uzantıları eli ile bir darbeyle Abdülaziz Han’ı önce tahttan indirmişler, sonra da bileklerini kesmek suretiyle şehit etmişlerdir.

Daha sonra tahta gelen İkinci Abdülhamid Han, tam 33 yıl boyunca çok büyük bir gayretle çalışmış, hasta adam denilen Osmanlı Devletine can vermiş, kan vermiş ve yıkılmaya yüz tutan devleti ayağa kaldırmayı başarmıştır. Abdülhamid Han gitmeden Osmanlı’nın yıkılmayacağın anlayan İngilizler, Abdülzaziz Han’a yaptıkları benzer planları bu defa Abdülhamid Han’a yapmışlar ve yine içerdeki hainlerle birlikte 31 Mart Vakası denilen bir darbe ile sultanı tahttan indirmişlerdir.

Abdülhamid Han tahttan uzaklaştırıldığında Osmanlı Devleti 7 milyon km. kare toprağa sahipti. 9 yıl sonra bu toprağın 6 milyon km. karesi kaybedildi ve toprağımız 1 milyon km. kareye düştü. Böylece Abdülhamid Han’ın tahttan indirildiğinde ittihatçilere söylediği, “şayet siz devleti on yıl idare edin, yüzyıl idare etmiş sayacağım” sözü gerçek olmuş, on yıla varmadan devlet parçalanma noktasına gelmişti. 

Birinci Dünya Savaşına da sokulan devlet on cephede savaşmak zorunda kalmış, bütün imkânsızlıklara rağmen Çanakkale ve Kut’ül Amare cephelerinde büyük zaferler kazanılmıştır. Bu zaferler devleti kurtarmaya yetmemiş kısa zaman sonra imzalanan Mondros Mütarekesi ile topraklarımız işgal edilmiştir. İşgalin sona erdirilmesi için son Padişah Sultan Vahdettin Han, Mustafa Kemal Paşa’yı Anadolu’ya göndermiş, böylece başlayan kurtuluş mücadelesi başarıya ulaşarak işgal sona ermiş ve son kalemiz olan Türkiye Cumhuriyeti doğmuştur.

Osmanlı Devletinin zirvede olduğu dönemde 20 milyon km. kare olan topraklarımızın geldiğimiz noktada 780 bin km. kareye düşmesi nereden nereye geldiğimizin en büyük göstergesi olmuştur. Osmanlı toprakları üzerinde, irili ufaklı 53 devlet doğmuştur.

Cumhuriyetin ilk yıllarında Türk İslâm Medeniyetinin bütün izleri silinmek istenmiştir. Yapılan harf devrimi ile bir gecede bütün millet cahil hale getirilmiş, yeni nesil ana babalarının, dedelerinin mezar taşlarını bile okuyamaz duruma düşmüşlerdir. Medreseler kapatılarak ilim irfan merkezleri yok edilmiş, 18 yıl boyunca Allahuekber sesi yasaklanmış ve ezanımız ‘Tanrı Uludur’ şeklinde okunmuştur. 1950 yılından itibaren yeniden başlayan Türk İslâm Medeniyetini kurma ve güçlendirme gayretleri şu anda da devam etmektedir.  Bu mücadele Hak – Batıl mücadelesidir ve kıyamete kadar da sürecektir.

Batı Medeniyetinin vahşiliğine ve zulmüne en büyük örnek Endülüs’tür. 781 yıl boyunca bir İslâm Merkezi olan Endülüs’te bugün bir tane bile Müslüman yoktur. Dönemin İspanya Kralı 3. Filipe, o bölgede yaşayan Müslümanları büyük bir katliama tabi tutmuş, resmi açıklamalara göre 300 bin Müslümanı katletmiştir. Camiler, kütüphaneler, kervansaraylar ne kadar İslâm eseri varsa hepsi yıkılmış, milyonlarca kitap meydanlarda yakılmıştır.

İslâm Medeniyeti ise fethettiği topraklara huzur ve güven götürmüş, hiç kimsenin ibadetine müdahale etmemiş, herkesi yaşayışında serbest bırakmıştır. Bu sebeple İstanbul fethedilmeden önce halk, “Kardinal külahı görmektense, Osmanlı sarığı görmeyi tercih ederiz” demişlerdir. İşte fetih budur. Fetih gönülleri kazanmaktır. İslâm Medeniyetinin amacı da sürekli gönülleri kazanmak olmuştur.

Gençler, bunları, olayların özünü ve daha fazlasını öğrenmek için okuyunuz, okuyunuz. Beni dinlediğiniz için hepinize teşekkür ediyorum.

Konuşmamın aralarında konunun daha iyi anlaşılması ve dikkatin dağılmamasını temin etmek maksadıyla da zaman zaman kendi yazmış olduğum şiirlerimi okudum. Zaten konu başlığı ‘Kitaplar ve Şiirlerle Tarih Yolculuğu’ olduğu için şiirler gerekli idi. Konuya uygun olan,  Ben Çanakkaleyim, Müslüman Türk’ün Tarihi, Bin Selam Olsun ve Vatanım isimli okuduğum her şiirden sonraki alkışlar hem şiirlerin hem konunun beğenildiğini ve benimsendiğini göstermek bakımından önemliydi.

Konya Kitap Günleri’nde bana bu imkânı ve fırsatı veren Konya Büyükşehir Belediye Başkanımız Uğur İbrahim Altay Bey başta olmak üzere emeği geçen herkese sonsuz şükranlarımı sunuyorum. Sağlıklı ve mutlu yarınlar efendim.