KOCA MİMAR SİNAN AĞANIN ACIKLI HİKÂYESİ
Bir zamanlar İstanbul'da su sıkıntısı çekilmektedir. Bu problemin çaresi asırlar önce Kanuni zamanında, Mimar Sinan'ın günlerinde konuşulmuş ve çareyi Koca Sinan bulmuştur.
İstanbul'un o günkü nüfusu çoğalınca Kanuni Sultan Süleyman, Sinan'ı huzuruna çağırır.
Der ki:
Mimarbaşı, halkımız su ihtiyacı içinde. Bir at yükü suya çok miktarda akçe ödüyorlar. Acaba halkımızın bu su ihtiyacını karşılamak için bir şeyler düşünmez misiniz?
Mimarbaşı der ki: Sultanım siz müsaade buyurun, ben İstanbul'un çevresini bir dolaşayım, dışarıda mevcut suları İstanbul'a getirmenin mümkün olup olmadığını bir inceleyeyim ve ondan sonra size bir cevap veririm.
Ve Sinan Ağa atına biner, yanına yardımcılarını alır, Çekmece'den başlayarak kıyıları dolaşır, kıyılarında, dereleri, akar suları tespit eder.
Bu suların önü örüldüğü, baraj yapıldığı takdirde nereye kadar yükselir, nereden nereye kemer yapılarak İstanbul'a getirilebilir, diye, bunun günlerce hesabını yapar ve Kanuni'nin huzuruna çıkar.
Sultan sorar:
Mimarbaşı, İstanbul'a su getirmek mümkün müdür?
Mimarbaşının cevabı:
Belki sultanım, mümkündür. Ancak çok ağır bir şartı var.
Nedir o Mimarbaşı?
Sultanım, altın dolu keseleri uç uca dizmek şartıyla ancak İstanbul'a su gelebilir.
Kanuni'nin cevabı şu olur:
Mimarbaşı sen İstanbul'a su getirmenin mümkün olup olmadığını söyle. Eğer mümkünse ben keseleri uç uca değil, yan yana dizmeye razıyım.
Bunun üzerine Mimar Sinan kolları sıvar ve İstanbul'un dışındaki suları Kâğıthane civarında belli yerlerde toplar, oradan da dere içlerine büyük geçitler yaparak İstanbul'a getirir. Şehrin belli meydanlarından umumi çeşmeler yaparak suyu akıtır.
Bu çeşmelerin tamamı da kırkı bulur. Ve Kırk Çeşme suları akmaya başlar. O güne gelinceye kadar, musluk gibi bir adet olmadığı için sular boşa akıp gitmektedir.
O gün çok pahalıya mal olan suyu artık bostanlara, yollara akıtmak istemiyorlar ve ilk defa İstanbul'da 'lüle' dedikleri musluğu çeşmelere koyuyorlar.
Su böylesine pahalıya geldiği ve kıymet kazanmaya başladığı için Kanuni bir ferman çıkarır ve der ki:
İstanbul meydanlarındaki umumi çeşmeler halkın malıdır. Hiç kimse bu çeşmelerden gizlice yeraltından evine su alamayacaktır.
Bu umumi kaidenin bir istisnasını da koyar Kanuni! O da özel olarak Sinan'a iletilir. Denir ki:
Sen İstanbul'a böylesine deha eseri bir çalışma yaparak Kırk Çeşme sularını getirdin. Bunun için sen evine özel olarak bir lüle Padişah armağanı olmak üzere su alabilirsin.
Ve Süleymaniye civarındaki meydan çeşmesinden Sinan'ın evine özel olarak yol yapılarak su akıtılır. Böylece Mimar Sinan evinde özel suyu olan tek kişi olur.
Mimar Sinan Şehzadebaşı Camiini, Süleymaniye Camii'ni ve Edirne'deki Selimiye Camiini yaptıktan sonra yaşlanır.
Devir hep böyle geçmemiştir. İtibarının yüksekte olduğu devirlerde, kendisinin kıymetini takdir edenler bir bir bu dünyadan göçmüşler.
Kanuni vefat etmiş, yerine başka padişahlar geçmiştir.
Ve Mimar Sinan 99 yaşındadır!
Çevresindeki dostları göçtüğü için de kendisi İstanbul'da adeta yapayalnız kalmış, artık yeni bir nesil yetişmiştir.
Bir gün Sinan'ın kapısına birisi gelip dayanır. Kapıyı çalar!
Sinan bastonuna dayanarak kapıyı açar, 'Buyurun' der.
Gelen meçhul insan, Ben Topkapı Sarayı postacısıyım. Sizi divana çağırıyorlar. Herhalde bir soruşturmaya tabi tutulacaksınız der.
Sinan Ağa, bu ihtiyar halinde, dostlarının tümünün göçüp gittiği, kendisini eserleri inşaat halindeyken görenlerin kalmadığı bu ihtiyar dünyada, Acaba Topkapı Sarayına niye çağrılıyorum? diye bastonuna dayana dayana gider.
Saraya girer, orada bir soruşturma heyeti kurulmuştur:
Kadılar, ulemalar, şeyhülislam ve o günün vükelası!
Sinan'a şöyle derler:
Sinan Ağa, hakkında şikâyet var. Eve su almanın yasak olduğu, hiç kimse evine özel su almasın, diye padişah fermanı olduğu halde, sizin evinize özel su alınmış.
Evet, Cihan Padişahı bana özel olarak müsaade etmişti! İstanbul'a yaptığım su hizmetinden dolayı sadece benim şahsıma özel su almam için müsaade edilmişti de almıştım!
O zaman şu müsaadenizi, fermanınızı görelim de ses çıkarmayalım. Kimseye verilmemesine rağmen, sizinki devam etsin.
Sinan Ağanın cevabı şöyle olmuştur:
Ben o zaman Cihan Padişahından ferman istemekten hicap etmiştim. Fermanım falan yok, ama su benim evimde akıyor.
Divan müşkül durumda kalır, konuşmalar olur:
Sinan büyük hizmetler etmiştir, evinde suyu aksın.
Oradan başkaları söze karışır:
Bu Al-i Osman'a hizmet eden sadece Sinan mı? Sinan gibi daha nice hizmet edenler vardır. Ya onların da evlerine özel su verilsin ya da Sinan'a da bu ayrıcalık tanınmasın!
Divanda uzun münakaşalar olur, son olarak verilen karar şudur:
Sinan gibi diğer hizmet edenlerin evine su bağlanamayacağına göre, Sinan'a verilen su kesilmeli, fakat şimdiye kadar kullandığı su fermansız kullandığı için cezaya çarptırılmalıdır.
Bu acı karardan sonra Sinan evine gelir. Üzgün, bezgin fakat müteessir değil! Çünkü Sinan hizmetini Allah rızası için yapmıştır. Kendisine ayrıcalık tanınsın diye değil!
Sinan 100 yaşına girerken hastalanır, yatağa düşer. Vefatı sırasında bir bezi suya batırıp dudağına çalmak isterlerken bakarlar ki evindeki lüleden su akmıyor.
İstanbul'a su getiren Sinan, susuz evde vefat eder. Vefatı esnasında bu olayı başında konuşanlara verdiği cevap dikkat çekicidir.
Biz ,hizmetimizi dünyada bir bardak suya satacak kadar menfaat düşkünü değiliz. Biz hizmetimizi sadece ve sadece Allahın rızasını kazanmak için yaptık. Dünyada evimize verilen su alındığı için müteessir değiliz.
Bu olayın her tarafı mesajlarla dolu ama bazı mesajları biz yazalım.
Kısacık dünya hayatı gelip geçicidir. Şana, şöhrete, dosta, akrabaya güvenmemelidir. Dünya öyle güvenilecek, bel bağlanacak kadar vefalı değildir. Vefa bazen sadece bir semtin adı olabilir.
Şartlar değişir, devirler değişir, itibarlı iken itibarınız sarsılır, bilinirken bilinmez olursunuz, Elinizden makam-mevkiler gitti mi, çevrenizden de yağdanlıklar çekilir. Yalnız kalırsınız. Hatta şaşaalı bir hayattan sonra yalnız başınıza, huzurevlerinde tek başınıza veda edersiniz bu dünyaya!
Hani derler ya:
Duvara dayanma yıkılır,
İnsana güvenme ölür.
Onun için fani olan üç günlük dünya hayatına aldanıp da ahretini mahvetme! Üç kuruşluk dünya metaına, gelip geçici makam-mevkilere metanet verme! Ebedi alem için, Rıza-i Bari için çalış. Yaptığın her şeyi sadece ve sadece Allah rızası için yap Vesselam!