Öyle ki kısaca yaşama kitap diyesim geliyor.

Yaşamımızın her yerinde, tam merkezinde bir o kadar da  bize uzak.

Yaşamın her alanında, yaratılmışın her detayı yazılarla kitabın sayfalarını oluşturtuyor.

Önden gidenler yazmış, yazıyor, arkadan gelenler yazılanı okuyor,  yaşamı daha bir kolay görüyor.

Kitap yaşamımızın ölçüsü.
Yaradan insana ilkelerini kitabı ile göndermiş.
Kitaba bakınca; doğrudan ne kadar uzağız, doğruya ne kadar yakınız,   bilmemiz ,anlamamız , karar vermemiz için.

Bilim insanları araştırıyor, keşfediyor onu kurallara bağlıyor ve kitaplaştırıyor.

Niye ? Geleceğe mesajlar bırakmak için.

Düşünürler, fikir insanları yapmış oldukları çalışmaları, almış oldukları kararları, kıyaslar  yaparak, muhakemeden geçirerek kitaba geçiriyorlar.
Yaşam sürdüğünce ölçü olsun diye.
Zaman ve mekan ötesi kıyaslardan muhakemeden , imtihanlardan süzülerek yerini alan kitaplar sonraki yaşamlara kaynaklık etmek üzere yaşamın raflarında yerini alıyor.

Tabii ki;  yaratılmış sistemlerin doğal yapılarını keşfederek, ilkeleştirerek.

Yaşamın tabii düzenini ne kadar kitabi hale getirebilirsek , yaşamı o kadar  öğrenilebilir, anlaşılabilir hale getirmişiz demek. Bir o kadar yaşanılabilir forma sokarak daha kolay algılanabilir hale getirmişiz demek.

Yaşamın tabii halini kitaplaştırmak, kitabi hale getirmek için; düşünmek, araştırmak , deneyler yapmak, tartışmak, kavgalar etmek,  çatışmalar yaşamak, savaşlar yaşamak, gerekebilir.

Bazı kitaplar binlerce yılın birikimleridir.

Tıpkı mukaddes kitabımız Kuran’ı Kerim gibi. Yüz yirmi dört bin peygamber ve onların bazılarına  gönderilmiş sayfaların ve bazılarına gönderilen kitapların tamamlanışı değil mi?

Olaya bu açıdan baktığımızda kitap canlı ve sürekli yaşamdan derlenmiş, hasat edilmiş ilkeler olmuyor mu?

Kitaplar insanların kendilerini, kendileri ile içinde yaşadığı sosyal ve tabii ortamlar arasındaki ilkelerin ölçüleridir de.

Yaşamı en çok ilkeleştirip, kitaplaştıran insanlar ve toplumlar gelişmiş toplumlardır.

Kitaba bağlı olmayan kişiler ve toplumlar  ilkelerden uzak varlıklardır. Sürekli değişen şartlara göre iradeleri oluşur. Sürekli çevresi ve kendisi ile çatışır.

Ortak değerlerden çok, kendi değerlerini ortak değerler olarak dikte etmek isterler.
Bunun için ya güçlü olurlar, olmak isterler ya da kendilerini güçlü hissedebilecekleri seviyeye kadar küçülürler. Kendi küçük dünyalarının kralları, kraliçeleri olurlar. Etkili oldukları çevreleri bunu yaşamaya zorlarlar.

Hatta onlar biraz ilkeli olmaya başlayan insanlara karşı  ‘’hayat kitapta yazdığı gibi değildir’’ diyerek kendileri haklı çıkarmaya çalışırlar.

İlkeli olmayı, kitabi olmakla itham ederek küçümserler.

Peygamberimize kitabımız Kuranı Kerim gönderildiğinde; Yahudiler ve Hıristiyanlar kendi kitaplarında da belirtilen doğrular olmak üzere, gelecekte müjdelenmiş bir peygamber ve kitabına karşı, müşriklerle beraber olup; işlerine gelmediği için bildiğimize göre yaşarız diyerek yok saymışlardır.

Bu tip insanlar fesatlık fitnelik münafıklık gibi sıfatlarla insanlar arasında bozgunculuk yaparak kendi güçlerini devam ettirmek isterler/istemişlerdir.

Kitabi olmak, kitaba inanmak,hayatı kitaplaştırmak, insanın akıl ve kalben cüz-i iradesini kullanarak yaşamın kurallarını daha etkili hale getirmek için gayret etmektir.

Yaşamı, elinde bulundurduğu bilgilerin yardımı ile bir madenci hassasiyeti ve sabrı ile anlamak, daha  yaşanılabilir kılmak, zenginleştirmektir.

Kitabi  olan; tabii yaşamın sırlarının ilkelerini yansıtan ilimin evrensel taşıyıcısıdır.

Kitap okumayı bilen insan, kitabı gerçekten anlamaya başladığında yaşamın tabii kurallarını da fark etmeye başlar, fark etmiş olur. 

Bazen öyle olur ki,  izlediği, gözlediği yaşamın içini bir kitap haline getirir. Yaşımın derinliklerinden yaşam sevinçleri derler.

Bir nehrin akışından yaşamın döngüsünü fark edebilir.
Dağın yüceliği o insana yeni ufuklar açabilir.
Okyanusu su olmaktan  çıkarıp, içine dalıp yeni bir aleme şahadet etmenin zenginliğini fark edebilir.

Son kırk yılda belgeselleri izleyerek hangimiz tabii hayattan yeni bakış açıları edinmedik.

Kitaba sarılan, anlamaya çalışan bilgileri kıyas eden muhakeme eden gelişir.

Kendi bilgilerini, hırslarını beklentilerini putlaştıran, kendi alışkanlıklarını baş tacı eden insanlar kendi dar dünyasının içinde ‘’mış’’ gibi yaşayarak  kendilerine verilen rollerin saygınlığı ile yetinirler.

Elbette kitabi olmak lazım. İlkeleri kitaptan çıkarıp yaşama geçirmek lazım. Ya da yaşamın içinden derlediğimiz ilkeleri kitaba yerleştirerek yaşamı tamamlamak lazım.

Kim ne kadar tabii yaşamdan, yaşam kitabına yeni ilkeler, güzellikler, davranışlar, edepler ekleyebilir ise yaşamdaki ağırlığını arttırmış olur.

‘’Kitabi konuşuyorsun’’ diyen insanların, ortak paydası olmayan yaşamlarda, kendi kurallarının sınırında, üretemedikleri mutlulukların sorumluluğunu başkalarında aramamak gerek.

Hayat gerçekten okunabildiği kadar zengin,  okuduğumuz kadar bu zenginliğin içinde kendi ağırlığımızın farkına varırız.