Kişilik, bir insanı başkalarından ayıran bedensel, zihinsel ve ruhsal özelliklerin bütünü olarak tanımlanmaktadır. Kişiliğin temel kaynakları kalıtsal ve çevresel etmenlerdir. İnsanının kişiliğini belirleyici temel bir katman olarak benlik kavramı, kişinin kendisini değerlendirmesi süreci olduğundan oldukça önemlidir. Benlik kavramı kişinin kendisi hakkında çevreden edindiği izlenimler sonucu oluşan bir sentezdir. Yetişme çağında eleştiri ve küçümsemelerin, kısıtlanmaların yoğunluğu, bireyde benlik saygısının yitimine sebep olur. Kendine saygısı olmayan olumsuz bir benlik kavramı geliştirmiş kişinin hayatı engelleyici ve tehdit edicidir. Kendini sıkıntılı, üzüntülü ve güvensiz hisseder. Bu kişinin arzusu, kendinden kaçmak, yepyeni bir kimliğe bürünmek, kendini önemli hissedebileceği bir gruba katılmaktır. Böyle bir kişi, diğerlerinin önünde maske takıp rol oynamaya eğilimlidir ve kendini kitle hareketlerine katmakla kişiliğinin saygı göreceğini umar. Bu nedenle çocuklar ve gençlerle olan ilişkilerde onların benlik saygılarını yükseltmek esas olmalıdır. İnsanın kişiliğine alınan tüm etkenler benlik kavramına uygun hale getirilerek alınır. Erikson' un "İnsanın Sekiz Evresi" benlik gelişiminin aşamaları olarak tanımlanır. Her evrede benlik belli birtakım gelişmeleri tamamlamakta, sorunları çözmekte ve o evreye özgü bir psiko-sosyal bunalım atlatmaktadır. Bu bunalımlar sırasındaki yanlış ebeveyn davranışları çocuğun ilerde karşılaşacağı olumsuz kişilik özellikleriyle sonuçlanır. İnsan toplumsal bir varlık olarak diğer insanlarla birlikte olmak gereksinimindedir. Her bireyin hayalindeki hedef, o kişinin yaşam planını etkiler. İnsanda doğal olarak bulunan hafif aşağılık duyguları kişinin ileriye doğru gitmesine ve yeteneklerini geliştirmesine yardımcı olur. İnsanın sevgi, güven ve katılma gibi duygu ve gereksinimleri engellendiğinde kişi bunlara kıskançlık ve düşmanlık gibi tepkiler gösterir. Savunma durumunda olmayan insanın tepkileri ve davranışları olumludur, insan, günlük yaşamında bazı sınırlar içinde de olsa, seçimlerini özgürce yapabilmeli ve olaylar üzerinde denetime sahip olabilmelidir. Kendini savunmalarla sürekli kısıtlayan bir benlik, sonunda o kişiyi kendi kendisi olmaktan kaçan bir robot haline sokar. İnsanın toplum içinde var olduğunu söylemiştik. İnsanın topluma uyumu ise toplumsallaşma süreci ile gerçekleşir. Toplumsallaşmanın, kişinin gereksinim duyduğu yetenek ve disiplini sağlamak, toplumun değerler sistemini ideallerini ona iletmek ve sosyal hayatta oynayacağı rolleri kişiye öğretmek gibi fonksiyonları vardır. Büyümekte olan çocuk çevresindeki insanlarla etkileşim sonucu, onlara benzer davranışlar geliştirir. Böylece aynı toplumda yaşayan kuşaklar arası bireylerde benzer özellikler görülür. Toplumun kuralları ve değerler çocukluk süresince çevreden edinilen izlenimler ile öylesine yerleşirler ki, kural olmaktan çıkıp kişiliğin bir parçası haline gelirler. Toplumsallaşma, kişiye, içinde yaşadığı toplumun kültürünü aşılar. Kültür bireylerin kişiliklerine etki ederek onlarda kültüre bağlı ortak özellikler ortaya çıkarır. Birey toplumdaki kültürü öğrenir, davranışlarında gösterir ve kendinden sonrakileri de bu yolla etkiler. Bu süreç içinde kitle iletişim araçları aile, gelenek ve görenekleri etkisini artırmak, ya da azaltmak yönünde etkili olabilirler. Böylece her kişide içinde yaşadığı topluma özgü bir temel kişiliği ile, toplumda üstlendiği görevin gereği bir de statü kişiliği oluşur. Bireyin davranışları, psikolojik gereksinmeleri ile, toplumsal rol beklentilerine uyduğu takdirde, o kişi için "işlevsel uyuşma" söz konusudur ve sosyal normlara uyma davranışı bireye psikolojik bir tatmin verir. Ancak değişme içindeki toplumlarda bu uyum her zaman görülmeyebilir. Kurumsal değişmeler ve rol beklentileri, toplumdaki temel kişilik özelliklerine ters düştüğü takdirde, bireyler huzursuz, pasifize ya da devrim yaratmaya eğilimli bir potansiyel oluştururlar. Sanayi toplumlarındaki değişmeler, modernleşme olarak ifade edilir. Modernleşme, sosyal yapıda kurumsal değişmeleri, bireysel düzeyde tutum ve davranış değişmelerini içerir. Böylece modernleşmede kendi amacına uygun bir insan modeli oluşur. Modern insan, zamana önem verir, bilime inanır, geleneksel inançlara körü körüne bağlı değildir, ebeveyn otoritesinden bağımsızdır, yeni deneyimlere açıktır. Modernleşme, endüstrileşme ile gelir ve maddeler dünyasında bireyin ihtiyaçlarını artırır, özgürlükler ufkunu genişletir ve ulaşılacak sonsuz seçenekteki hedefler gösterir. Ancak gösterilen amaçlara giden araçların dağıtımında pek dikkatsiz olduğundan, modern toplum üyelerinin var olduğunu düşündükleri seçim özgürlüklerini kısıtlayarak, bireylerde; sınırlandırılmış, engellenmiş özgürlüğün, tekrar oluşturulması amacını güden bir heyecan durumunu oluşturur. Kişi kısıtlanan özgürlüğünü elde etmek için her yolu dener. Bu sınırlandırılmış özgürlüğün tekrar oluşturulması heyecanını sık yaşayan kişi, seçimlerin ve sonuçların kendisine bağlı olmadığını ve dış faktörler tarafından kontrol altında tutulduğunu hisseder ve iç denetimsizlik yaşamaya başlar. Denetimsizliğin algılanması sonucunda birey kendini çaresiz hissetmeye başlar ve çaresizliğini benzer hayat deneyimlerine de taşır. Çaresizlik kişiyi küskünlük ve pasifliğe sürükler. Sonuçta kişi ya depresyon gibi ruhsal hastalıklara tutulur, ya da kendini yabancılaşma içinde bularak, kendine yeni bir benlik, ait olacağı bir grup aramaya başlar. Yabancılaşma bireyi, toplumsal kurumlardan, değerlerden ve kurallardan, ilişkilerden uzaklaştırır. Yabancılaşan birey durumuna, kadercilik, protesto ederek geri çekilme, devrimci girişim ve reformculuk şeklinde tepki gösterir. Kurallar toplumu denetleyemez hale geldiğinde birey kendini güvensiz ve yalnız hisseder ve ya eskiden var olan düzenlere sıkıca bağlanır, ya da ait olacağı bir kitle hareketine yönelir. Bu sonuçların hafifletilebilmesi için, sosyal değişme hızının yavaş, kültürel yaşama uygun bir şekilde ve tüm sosyal tabakalarla birlikte uygulanması gerekir. Mülkiyetin yaygınlaştırılması, demokratik hak ve özgürlüklerin tanınması, kültürel ve sosyal hedeflerin sosyal kabul görmelerinin sağlanması yabancılaşma ile gelen kitle hareketlerini önleyici tedbirlerdendir. İnsanın değişikliğe uyumu tutumları paralelinde gerçekleşir. Tutumlar, öğrenme yolu ile aile, akran, gelenekler ve kitle iletişim araçları etkileriyle oluşur. Bir tutumda psikolojik, bilişsel ve davranışsal olmak üzere üç öğe vardır ve bunlar arasında tutarlılık ve denge esastır. Öğeler arası tutarsızlık veya güç derecesinde farklılık, tutumun yerleşmemesine ve değişime açık olmasına neden olur. Kişide belli bir tutumu değiştirmenin en kestirme yolu tutumun, bileşenleri arasında bir tutarsızlık veya çelişki meydana getirmektir. Bir tutum bu kişi için önemli bir ihtiyacın tatmini ise kuvveti fazladır ve uygun ortamda mutlaka davranışa yansır. Ortam davranışın ortaya çıkmasında engelleyici bir faktör olabilir. Tutumların değişimi özellikleri, karşısındaki kişiyi etkilemek ve fikrini kabul ettirmek isteyen herkes için önemlidir. Tutumun, bireydeki psikolojik bağlılığının kuvveti, tutumun değiştirilip değiştirilmemesine etki eder. İnsan düşünüşü ve davranışı tutarsızlıktan kaçıp tutarlı olmaya yöneldiğinden, tutum ve davranış arası tutarlılık her zaman sağlanmaya çalışılır. Tutarsızlığın kaldırılması için, tutum değiştirilebileceği gibi, çelişki yaratan yeni bilgi akımını durdurmak, yok saymak, önemsememek veya çarpıtmak da başvurulan yollardır. Davranış değişimleri, baskılı bir dış nedene bağlı olarak ortaya çıkarlarsa, tutum değişimine sebep olamazlar. Davranış bir dış nedenden bağımsız olarak ortaya çıkarsa, tutum değişimine neden olmaktadır. Tutum değiştirme sürecinde, kitle iletişim araçlarından etkileyici bir iletişim için yararlanılmaktadır. Bireye yeni tutum hakkında aydınlatıcı bilgiler verilmesi ve ona bu yeni tutumun sağlayacağı psikolojik tatminlerin üzerinde durması ve davranışa geçmesi için uygun ortam koşullarının bulunduğunun anlatılması oldukça ikna edici olabilir. Değiştirilecek tutumun ters yönünde olan görüşlerin iletişim sırasında çürütülerek verilmesi, hedefi karşı etkilere karşı aşılar. Tüm bu kişilik ve toplumsal etkileşimler arası ilişkilere baktığımız zaman, bireylerin kişilik özellikleri ve kişilik gelişimleri baz alındığında toplumsal alan içerisinde sergiledikleri tutumların değişimi değerler açısından da önem taşımaktadır.