Ülkemizin şu andaki nüfus çokluğu yani insan gücümüz, bizim yaşta olanlarımızın babaları ve anneleri sayesindedir. Üstelik onların gençlik dönemlerinde ‘nüfus planlaması’ adıyla ucube bir faaliyeti insanlara dayatmalarına rağmen onlar bu dayatmayı yok saymışlar ve çocuk sayılarını artırmışlardır. İyi ki de artırmışlardır. Hiç değilse kısa bir zaman diliminde nüfusumuzun çokluğu ile övünmeye devam edeceğiz. Gelecek elli yılda nüfus gücümüzde bir zayıflama olur mu bizden sonraki nesil bunu da görecektir nasılsa.

Kimse bana “nüfus çokluğuyla övünülür mü?” “Onlara nasıl bakılacak?” “Nasıl eğitim verilecek?” “Nasıl?” “Nasıl?” “Nasıl?” gibi sorular yöneltmesin lütfen, zira inancımın gereği olarak da sosyal ve kültürel düşüncelerim sebebiyle de benim yönüm bu yöndür. Onlar iyi eğitim alamadılarsa eğer onlardan doğanlar bir gün iyi imkânlara sahip olurlar ve iyi eğitim alırlar ve ülke yönetiminde söz sahibi olurlar. Şu an olan da budur zaten. Bir de nüfus azlığımız sebebiyle, dışarıdan insan ithal edip ülke yönetimine getirmekle meşgul olmayacağız hiç değilse... “Dünya nüfusunun nitelikli(!)  bir hale getirilmesi için 500 milyona kadar düşürülmesi gerekir”  gibi dünya sermayesinin yüzde yetmişini elinde bulunduran üç beş zengin ailenin yapmaya çalıştığı projelere de katkı sunmamış oluyoruz böylelikle.

Ben de sekiz çocuklu bir ana-babanın en büyük evladıyım. Benden önce köyümde ilkokul yoktu. Dolayısıyla okuyup şehre yerleşen de yoktu. Daha sonraki zamanlarda okuyup büyük şehirlerde memur olarak göreve başladım. Henüz yirmi yaşımda iken ‘kiracı-ev sahibi’ ilişkilerine muhatap oldum.

Elbette nüfus yoğunlukları bütün dünyada, diğer sorunlar gibi barınma sorununu da beraberinde getiriyor. Bu ve diğer bütün yaşam zorluklarının asıl nedeni ise yeryüzündeki egemen güçlerin adaletsizce uyguladıkları yönetim anlayışlarından emperyalist düşüncelerinden ileri gelmektedir. Bu konular başka başlıkların konusu olsa da bu konunun içine de ister istemez girmektedir.

1980’li yılların başında aldığım maaşın beşte birini kira olarak ödüyordum. Üstelik bir gecekondu semtinde oturuyordum. Daha güzel semtlerde oturmak için maaşımın yarısını kira olarak vermem gerekiyordu çünkü.

Görev süremin  boyunca yani yirmidört yıl süreyle hep kirada oturdum. Benden daha yaşlı olan abilerimin bir kısmının görev süresi boyunca bir ev sahibi olmak için gayret göstermediklerini ve emekli olduklarında ise kiralık bir evde oturmaya devam ettiklerine şahit oldum. Çok üzücü bir olaydı bu. “Gençliğinde ye, iç, eğlen, hayatını yaşa!” prensipsizliği ile gelip geçen bir yaşam tarzları vardı ve biz gençlere hep bu yönde yanlış tavsiyelerde bulunurlardı. Geleceklerini düşünmedikleri için de emeklilik dönemlerinde çok büyük sorunlarla karşılaştıklarını görüyordum.

“Ben bunlar gibi olmayacağım. Bir kooperatife girip dişimi sıkacağım ve emekli olurken bir ev sahibi olacağım” diye kurdum kendimi.

1991 yılında yetmiş kişiden oluşan bir kooperatife üye olarak girdim ve tam on yıl borç ödedim. Bu arada çocuklarımı da imansızlıklar içinde okutmaya, dershanelere göndermeye gayret ettim. Onların okuması benim için daire sahibi olmamdan çok daha önemli hadiselerdi. Ama ben her ikisini de tek maaşımla başarmaya çalıştım. Çok sıkıntılar çektim.

Eşim ve kendim, ihtiyaçlarımızdan sürekli olarak feragat ettik. Mesela görev sürem boyunca bir kez bile tatil yapmadım.

İzmir’de kooperatif imkânlarıyla yaptırdığım evimin yapımı ve borçları bitti ve kendim Konya’ya yerleştiğim için o evi kiraya verdim. Kendim de Konya’da kirada oturuyordum. 2000 yılından bu yana beş ya da altı kiracım oldu. Hiç birisine ben bir ev sahibi olarak kira artışı yapmadım. Hepsi kendi imkânları doğrultusunda artış yaptılar ve ben de kabul ettim.

Benim bir sözüm vardı. “Yıllarca kiralık evlerde oturdum, bir gün evim olur da kiraya verir isem eğer kiracımı hiçbir zaman kira konusunda üzmeyeceğim” şeklindeydi sözüm. Yani “tipik bir ev sahibi olmayacağım” diye söz vermiştim kendime...

Bu sözüm doğrultusunda hareket ettim hep. Kiracılarım da hep iyi insanlardı. Belki de benim bu tutumum bu ‘iyilik’ olgusunu da kendiliğinden ortaya çıkarıyordu. Kiracılarımın sadece ikisiyle yüz yüze tanıştım. Hepsine “Allah sizi de ev sahibi yapsın” diye dualar ettim. Onlar da “bizim ev sahibi olmamız zor abi” diye karşılık verirlerdi hep.

Bir gün kiracımın birisi aradı. “Abi evinde yedi yıldır oturuyorum, sen hep dua ediyordun ya duan kabul oldu ve ben bir ev satın aldım evinizden çıkıyorum, üstelik aldığım evin parasının yarısını da sen ödedin, bunu böyle bil” dedi. “Olur mu öyle şey kardeşim? Kendin aldın kendin ödedin” demiştim. O ısrarla  sözünü tekrarlamıştı. “Evin yarı parasını sen verdin.”

Aradan yıllar geçti o kiracım tekrar aradı. “Tayyar abi ben şu an ikinci evimi aldım ve aklıma yine sen geldin, bunun için aradım” diyerek sevincini paylaştı benimle. Bu arkadaşımla da hiç yüz yüze gelmemiştim oysa. Hala da gelmedik.

2005 yılında emekli olurken şu an Konya’da oturmakta olduğum evimi satın almıştım emekli ikramiyemle... İzmir’deki evimde kiracılar oturmaya devam ediyor. Sekiz yıldır aynı kiracım oturuyor. Bu arkadaşım da hep kendisi artırıyor kirayı. Benim artış konusunda hiç müdahalem olmadı.

Kira artış dönemi her yıl Eylül ayıdır. 2021 yılı Haziran ayında yani bu kira artışlarının füze  gibi yukarılara fırladığı ve kiracı ev sahibi ilişkilerinde çok çetin ‘savaşların’ yaşandığı ve konuşulduğu dönemde kiracımın da bu savaşlardan etkilenmiş olabileceğini ve “kara kara düşünmekte” olduğunu tahmin ederek, kira artış dönemine de daha üç ay varken kiracımı arayıp onu rahatlatmak istedim.

Herkesin üç kat dört kat artış talebi ettiği bir gerçeklikte ben “kardeşim mevcut kiraya Eylül ayında yüz lira artış yapıyor ve eğer istersen oturmaya devam ediyorsun” dememle sesin kesilmesi bir odu. Biraz sonra tekrar aradı ve “duygulandığı için telefonu kapatmak zorunda kaldığını, teşekkür etmek için geri döndüğünü” söyledi. Sesi titriyordu.

Ona da “Allah kendi evini nasip etsin dediğimde, “abi zaten ben iki tane daire satın aldım ikisinin de taksitlerini ödüyorum şu an” dedi. “İki çocuğumu da okutuyorum, onlar benim için daireden çok önemli” diye de ilave etti. Bu sözleri duyunca kendimi gördüm onun yerinde.

Geçenlerde kiracımı yine aradım. Zira kira artış ayı olan Eylül 2022 ayı yaklaşmıştı.  Espri ile karışık, “Kardeşim artık ev sahibi olduğumu kendime de kabul ettirmem lazım, yirmi yıldır ev sahibiyim ama bir ev sahibi moduna giremedim, kiraya biraz dokunacağım” diyerek bir rakam söyledim ve o da itirazsız kabul etti. Ancak oturduğu binalardaki kiraların yarısından bile aşağıda olan bir rakamdı anlaştığımız rakam.  Kiracım yine sevince boğuldu.

Bir kilogram domatesi alırken ettiğimiz sitemin bir kısmını da kendimiz için öz eleştiri olarak etmemiz gerektiğini düşünüyorum. Kendi evimizin, kendi aracımızın, kendi ürettiğimiz ürünlerin fiyatlarının aşırı artış göstermesi durumunda sevincimizin tavan yapması, satın aldığımız ürünlerin aşırı fiyatlanması karşısında ise suratımızın asılması bir çelişki değil midir? Ne derseniz deyiniz,  bu düşünceler ve uygulamalar, ekonomik krizin bir başka sebebidir.

‘Lafla peynir gemisinin yürümediği” bu hayatta şahsen hem ülkemin hem de kiracımın zor durumda kalmasına karşılık bir nebze de olsa katkı yaptığım için kendimi bahtiyar sayıyorum.

“Kiminin parası, kiminin duası” sözünün gerçekliğine inanıyorum. Ülkemizin ve milletimizin ve tüm insanlığın refah içinde yaşamaya layık olduğunu düşünüyorum.

“Biri yer biri bakar kıyamet ondan kopar” atasözümüze uygun hareket etmeyen ve dünya barışını sürekli olarak tehlikeye sokan emperyalist devletlerin, dünya nimetlerinin yüzde doksanını kendileri tüketip, geri kalanını diğer milletlere reva görmesini lanetliyorum.

 Allah’tan bu konuda yardım talep ediyor, kendimizin de üzerimize düşen vazifeleri bihakkın yerine getirmemiz gerektiğine inanıyorum.