İşsiz ve aşsızlar…

Asgari ücretliler…

Emekliler…

Emekli olup da evde oturanlar, daha doğrusu oturmak mecburiyetinde olanlar çok daha zor durumdalar…

Geçim sıkıntısı çekenlerin sayılarını çoğaltabiliriz…

Bunu kimse inkar edemez…

Dolayısıyla bir kişinin çalışıp, 4-5 kişinin yediği 50’li, 60’lı, 70’li yıllar çok gerilerde kaldı…

Bir evde kaç kişi yaşıyorsa (çocuklar hariç) çalışacak ve yiyecek…

Tabii ki çalışabileceği işi bulursa!

xxx

Benim çocukluğumda evimizde telefon yoktu, televizyon evimize 85’li ya da 90’lı yıllarda girdi, hafızam beni yanıltmıyorsa…

Evlerimiz mi?

İki oda, bir mabiyen, şimdikilerin “antre” dediği, yani evin cümle kapısının açıldığı ve ilk adımımızı attığımız, bazılarının 3’e 4, bazılarının 5’e 6 olduğu odalardan oluşan toprak damlı evlerdi…

Apartmanların antrelerinde oturulmaz, ama iki ana bir kuzudan oluşan toprak evlerin mabeynlerinde, özellikle yaz aylarında oturulurdu…

Kışın soğuk olduğu için oturmak ya da misafir ağırlamak mümkün olmazdı…

Ve bu odaların hepsinde birer kör ampul olurdu…

Telefon hemen hemen kimse de yoktu…

Çamaşır makinası, bulaşık makinası nasıl bir alet kimse bilmezdi…

Buzdolabı nadir olurdu…

Bizim eve buzdolabının geldiği günü net hatırlıyorum…

İlkokula 3 ya da 4. Sınıf, yani 10 yaşlarımdaydım…

Babam Tellal Pazarı esnafı olduğu için, ikinci el bir buzdolabı almış, eve göndermişti…

Buzdolabının evimize geliş hikayesi çok daha ilginçti…

O dönemlerde eski Türkiye İş Bankası, ile Aziziye Caminin bulunduğu sokakta, bugün olduğu gibi beyaz eşya satan dükkanlar vardı ve bu dükkanların taşıma memurları (hamallar) vardı…

Ben “hamal” demek yerine (taşıma memuru) demeyi tercih ediyorum…

Taşıma memuru abiyi de tanıyorum, rahmetli oldu, o da hemşerimiz ve mahalleden de komşumuzdu…

Dolmuş olarak at arabaları vardı Türbe Önünde…

O abi, babamın eve aldığı ikinci el buzdolabını Türbe Önüne kadar sırtında taşımış, sonra da at arabasıyla mahalleye kadar getirmişti…

Sırtında buzdolabı ile sokağa giren abiyi tanıyınca, o buzdolabın bizim eve geldiğini tahmin etmekte zorlanmadık…

Çünkü, evde bir buzdolabı hikayesi kulağımıza çalınmıştı…

Buraya kadar tamam da, merak ediyorsunuz şimdi, bir buzdolabı bir insanın sırtında nasıl gelir?

“Bu hamal abi, Çanakkale Zaferi’nin Seyit Onbaşısı gibi 100 ya da 150 kiloluk buzdolabını nasıl sırtladı, nasıl getirdi?” diyebilirsiniz…

Haklısınız…

Ama o buzdolabı, bugünün “No Frost” buzdolapları gibi 2 metre boyunda, 150 kilo ağırlığında olan bir buzdolabı değildi…

Yıldızlı otellerin odalarında bulunanlardan biraz büyük, büro tipi bir buzdolabıydı…

Daha net anlamanız için örnek vermek gerekirse, bugünkü bulaşık makinası ebadında bir şeydi…

Başta rahmetli annem olmak üzere, evimize bir buzdolabı gelmiş ve saatlerce başından ayrılmamıştık...

Yokluk ve yoksulluk vardı, ama bugünkü kadar insanlar ezilmiyor, bu kadar geçim sıkıntısı çekilmiyor, hayat şartları bu kadar insanları zorlamıyor, zorda bırakmıyordu…

Esas konuya gelmek istiyorum; insanlar darlanıyor artık, insanlar temel gıda maddelerine gelen bindirmelerden usanmış, taşıyamayacak duruma gelmişler artık…

Geçenlerde bir arkadaşım watsaptan bir resim gönderdi…

Kanım çekildi resmen!

Domatesin kilosu 23 TL olur mu?

Olmuş…

Eğer doğru ise bu ülkeyi ve üzerinde yaşayanları Allah korusun…

Tuzu kurular hariç tabii ki!

Elektrik, su, doğalgaz, yakıt, faturalarının altında ezildiğimiz yetmiyormuş gibi, bir kilo domates 23 lira olur mu yahu?

Bir taraftan “üzülmeyelim, sabredelim, bir mucize olur da, ülke rahat bir nefes alır” diye içimdeki umutları yeşertmeye çalışıyorum, öbür taraftan ise bir kilo domatesin uçuk kaçık fiyatı, bütün umutlarımı tüketiyor…

İşin içinden nasıl çıkılacak, kimler köprü olacak da, karşı kıyıya geçeğiz, bilmiyorum…

Bildiğim tek şey hayat şartları her geçen gün kötüye gidiyor.