KARLI BİR GÜNÜN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
Kar! Her yer bembeyaz... Birbirine çarpmamaya dikkat edercesine lapa lapa yağan kar! Yahut yuvasından ayrılmış yavru bir kuşun titremesinde sığınacak bir yer ararcasına serserice dolaşan taneler! Ne hoş bir görüntü Yarabbi!
Kar deyince aklıma hep çocukluğum gelir. Çocukluğum 9 yaşına kadar Şimdiki adı Göktepe eski adı Fariske olan Karaman'ın Sarıveliler ilçesine bağlı bir köyde geçti. 1970'li yıllar! O yıllarda kış mevsimini çok şiddetli geçerdi. Hemen hemen Ekim sonu düşmeye başlayan kar Kasım sonu Aralık başına kadar yağar yaklaşık 1 metreyi bulurdu. Mart sonuna kadar bu yağış devam ederdi. Okul yolu kapanır, mahallenin büyükleri, emmilerimiz dayılarımız kar küreği ile yolu açardı. Sınıfımızda ortada bir odun sobası, herkes elinde bire odunuyla gelir, öğretmenimiz sobayı yakardı. Okulumuz ahşap bir bina olduğu için çabucak ısınırdı. Bizler çıtır çıtır yanan odun sesinin eşliğinde dersimizi işlerdik.
Tenefüslerde öğretmenimiz bizi bahçeye çıkarır, hep birlikte kartopu oynardık. Bazen öğretmenimizi kartopu yağmuruna tutardık. Okulumuzun en kaygan yerinde öğretmenimiz bizi sıraya dizer, tek tek kaydırırdı. Ben ise en arka sıralarda yer alırdım. Kaymamak için kaçardım. Çünkü düşüp bir tarafımı kırmaktan çok korkardım. Ama arkadaşlar jet gibi kayardı.
Evimiz iki katlı, altı ahır üstü oturma odaları bulunan toprak damlı bir köy eviydi. Sonbaharda damın bakımını yapar, çatlayan sıvaları samanlı çamur yapar, sıvardık. Müherinin (bacanın) bulunduğu yeri biraz eğimli yapar orada su birikmesinin önünü almaya çalışırdık. Kar çok yağınca damı, ağaçtan yapılmış düz kar küreği ile kürürdük. Sonra yuvak taşı ile yuvar çatlakların önüne geçmeye çalışırdık.
Çocukken unutamadığım en önemli hatırlarımdan biri de babamın bizim kaymamız için yaptığı kızaklardır. Kızaklar epey ağır olmasına rağmen üşenmeden yokuşa çıkarır, sonra kardeşlerimizle birlikte arka arkaya kayardık. Daldırlar denen bir aile vardı. Onların tarlası kaymak için çok elverişliydi. Amcamın çocuklarıyla birlik olup daha çok onların tarlasında kayardık. Kızaklarımızın altı düz tahta ve yanlarında tutunmak için yerler, ön ve arka tarafında fırlayıp düşmemize engel olmak için tahtalar bulunurdu. Kızağın ön tarafının ucu aynı düven gibi hafif kalkık olurdu. Bayırdan aşağı bir bırakırdık kendimizi sanki uçar gibi kayardık. Sağlamca tutunduğumuz için de düşme riskimiz olmazdı. O zaman değmeyin keyfimize!
Soğuk kış günlerinin en besleyici yiyeceği tarhana çorbası idi. Buğday yarması ve yoğurtla yapılan tarhanayı annem pancarla birlikte pişirirdi. Tam bir vitamin deposu... Kayaktan geldikten sonra annem sıcacık o çorbayı bizlere içirir hasta olmazdık.
Odanın ortasında kocaman bir ocak vardı. Koca koca ağaç kütüklerini ocağa atar, karşısında ısınırdık. Annem ocağın küllerini biraz öne çeker ve içine bir tas kadar nohut gömerdi. Bizim uzun kış gecelerinde kendimizi oyalayacak çerezlerimiz, nohut kavurgası, ceviz, kayısı ve elma kakı, kuru üzüm ve incir kurusu idi. Ayrıca bandırma dediğimiz annemin yazın pekmez kaynatırken içine batırıp çıkararak kuruttuğu ipliğe dizili cevizli sucuklarımız olurdu. Kara çayı bilmez idik, genelde dağlardan topladığımız ot çaylarını içerdik. Yediğimiz içtiğimiz doğal olduğu için hastalık nedir bilmezdik.
***
Kar deyince aklıma bir de Cenap Şahabettin gelir. Onun, lise yıllarında okuduğum Elhan-ı Şita sını hiç unutamıyorum. Hemen hemen en çok sevdiğim şiirlerden birisidir. Hepsini alamamakla birlikte şiirin küçük bir bölümünü sizlerle paylaşmak istedim:
Bir beyaz lerze, bir dumanlı uçuş
Eşini gaip eyleyen bir kuş gibi kar
Geçen eyyam-ı nev baharı arar!
Ey kulubun süûd-u şeydası,
Ey kebuterlerin neşideleri
O baharın bu işte ferdası
Kapladı bir derin sükûta yerleri karlar
Ki hâmuşane dem be dem ağlar.
(Bilinmeyen kelimeler: elhan: ezgiler, nağmeler; şita: kış; lerze: titreme, titreyiş; eyyam: günler; nevbahar: ilkbahar; kulub: kalbler; suud: yükselme; şeyda: çılgın, âşık; ferda: ertesi gün, yarın; hâmuşân: Mezarlık, ölüler, sessiz; hamuşâne: sessizce)
Bu şiir bana hep hüznü ve ölümü hatırlatmıştır.
***
25 Kasım Salı günü Konya'ya yılın ilk karı düştü. Her yer bembeyaz bir örtü içine büründü. Pencereden dışarıya baktım yeşil çam ağaçları beyaz gelinliklerini çok benimsemişe benziyorlar. Yan balkona geçtim. Asmaların sararmış yapraklarıyla gelinlik pek yakışmıyor gibiydi. Sanki istemeye istemeye üzerine giymiş, zoraki baba evinden koca evine gidiyor gibiydiler. Dedim ki yakında gelin duvağını da atar gelinliğini de soyar. Ya da! Aman Allah'ım! Söylemeye dilim varmıyor. Yoksa bu isteksizlik zorakîliğin sonu ölüm olmasın!
Bu sabah bahçeye baktım. Bir de ne göreyim. Bizim asmalar yerlere düşmüş, taşıyan direkler kırılmış. Anlaşılan üzerine aldığı yükü fazla taşıyamamış. Zoraki gelin telini duvağını atmış, ben istemiyorum diye atmış kendini yerlere! Ağlamak sızlamak kar etmiyor.
Asmaların o halini görünce içim cız etti. Demek ki her başlangıcın bir sonu, her sonun yeni bir başlangıcı varmış.
Çocukların okulu kar yağdığı için tatil oldu. Biz de bu sabah fırsattan istifade çocuklarla oturup rahat rahat bir kahvaltı yaptık. Pencerenin perdelerini de tamamen açtık. Bir taraftan ağaçların karların aldığı şekli bir taraftan da yıkıp viran eylediği bağımızı üzüntüyle seyrettik.
Saat 9.40 gibi evden işe gitmek üzere hareket ettik. Bizim sokağın karını greyder kürümüş, rahatça istasyona kadar geldi; tabi ki kaldırımlar karlı olduğu için araba yolundan yürüdük.
İstasyonla anıt arasında kaldırımları temizlemek üzere belediye işçileri harıl harıl çalışıyorlar. Anıtı geçtikten sonra da Büyükşehir Belediyesinin işçileri ellerinde ahşap kürek ve sıyırgaçlarla yolu temizlemeye çalışır gördüm. Yaptıkları hizmetten dolayı her iki belediye başkanlarına ve çalışanlarına teşekkürler.
Mutlu günler efendim!