Yabancı üç kişi bir araya gelip ceplerinden bir ufak defter çıkardılar, defter kat kat açılıyordu. Mustafa anladı ki bu bir harita idi. “Çoban okuman yazman var mı?” diye sordular. “Yok ben cahılım” dedi. Oysa üçüncü sınıfı bitirmiş sonra okulu bırakmıştı. Biraz okuyup yazması vardı. “Cahılım” deyince yanlarına çağırdılar ve “Bak bu yazı, mağaranın buralarda olduğunu söylüyor. Ellerinde bir uzun çöp ile haritayı işaret erek aha şurası Çukurkoyak, şurası Kartalgagası burnu, şu güney tarafta ki Sivritepe, batıda Enginligedik” diye tek tek sayıyorlar adamlar. O her yeri karış karış biliyordu. Çoban “Bilmem” deyince biraz arayalım sen işine bak çoban ağa dediler. “Gelin yaylada size yemek yedireyim” diye ısrarına karşın kabul etmediler aşağı yukarı mağara arıyorlardı.

Mustafa o gün hiç yatmadı onları uzaktan takip etti zaten ağzı yüzü belli olmayan mağarayı bulmaları zordu. Ama bunlar mutlaka burada kalacaklardı. Mustafa daha dikkatli olmalıydı. Üç dört gün o civarı araştırdı. Artık o gördüğü adamlardan bir iz yoktu. Bu durumu yaylada herkese söylemiş ve çoluk çocuğun gördüğü yabancılara dikkat etmesini tembih etmişti. Yaylada herkes tetikte idi böylece. Ne var ki Mustafa ağanın da içini kemiren bir merak sarmış “Acaba böyle bir şey olabilir mi bu mağarada hakikaten para var mı, bu adamlar buranın aslını neden araştırıyorlar” gibi sorular beynini zorluyordu. Aradan bir ay kadar geçmiş ortalık sakinleşmiş gelen giden yabancılardan eser kalmamıştı.

Bir yaz günüydü. Merakını gidermek için davar sürüsünü mağaradan tarafa sürdü. Davarlar mağaranın kenarlarında otlarken içerisi çok karanlık olan mağaranın açık girişinden birkaç defa dikkatli baktı, sanki içerden bir parıltılar yüzüne gözüne vuruyor gibiydi. O heyecanla

mağaranın içersine dalıverdi. İçerisi oldukça korkunçtu. Sağına soluna biraz bakınmış elindeki çobandeğneği ile bir yerleri kazmaya çalışırken bir şeyler olduğunu hissetmeye başladı. Sanki vücudunu birisi sıkıyor canı çıkacak gibi oluyordu. Nefes alamaz hale gelmiş o korku ve panik ile güç bela kendisini mağaradan dışarı atmıştı. Mağaranın önünde yığılıp kalmış ne kadar yattığını bilmiyordu. Davar sürüsü yayladaki yatağına gelmiş Çoban Mustafa ağa ise yığıldığı yerde kalakalmıştı. Evde olan küçük kızı ve eşini bir korku sarmış diğer yayladaki çobanlara sorup soruşturmuşlar ve akşam karanlık çökmeden her bir yerden aramaya başlamışlar. Hem arıyorlar hem de “Mustafa ağa” diye ünlüyorlardı. Sesleri uzaktan işiten ve biraz kendine gelen Mustafa ağa, yerinden kalkıp seslerin geldiği tarafa yürüdü ve kimse durumunu anlamasın diye “Buradayım merak etmeyin biraz rahatsızdım uyuyup kalmışım” diye bahaneler üretmişti. Herkes evlerine çekilmişti ama Mustafa ağa, kendini hiç iyi hissetmiyor vücudu sanki kasılıyor dişleri kilitleniyor iki büklüm oluyordu. Zor nefes alıyor hanımına usulca “Ben çok hastayım her an felç olacak gibiyim, sanki canım boğazıma geliyor bir çare bulalım” dedi. Tecrübeli ağzı dualı eşi başladı okuyup üflemeye. O okudukça Mustafa ağa, bazen sakinleşiyor, bazen de kötüleşiyordu. İşin aslını hanımına söylemişti, “Yahu avrat, ben bugün şöyle bir iş yaptım orada bu duruma geldim, benim hayrım yok acele köye haber sal oğlum Ahmet ile yeğenim Ramazan gelsinler ben ya öleceğim ya da delireceğim” deyince hanımı yayladaki kardeşine söylemiş ve onu gece vakti acele köye göndermişti. Onlar köyden gelinceye kadar Mustafa ağa, daha da kötü hale gelmiş yerinde duramıyor, etrafa saldırıyordu. Öyle bir güç kuvvete sahip ki 3- 4 kişi zapt edemiyordu. Oğlu ve yeğeni gece sabah olmadan bunu bir merkebe bindirip güçlükle 4-5 kilometrelik yoldan köye geldiler. Ertesi gün buldukları bir vasıta ile şehre doktora götürdüler.

O yıllarda günümüz tıp doktorları yoktu bunun derdine çare olacak. İlaç yazmışlar uyutucu. İlacı atıyor biraz sakinleşiyor tesiri geçince daha şiddetli saldırgan oluyordu. Neyse her kafadan bir ses, her dilden bir öğüt derken bir büyük tanıdık, sözüne güvenilen emin olan akraba dedi ki” Bunu filan yerde bir hoca var, oraya götürün onun nefesi kuvvetli. Hm de cin işleri ile de uğraşır diyorlar o okusun iyi olur, inşallah. Allah şifasını verir.” Dediği yer 100 kilometreden daha fazla. O günün vasıtası olan bir cip tutuldu, pazarlığı yapıldı, doğruca o sözü edilen hocaya gidildi.

Yabancı bir belde… Neyse sorarak adamın evini bulmuşlar, kapı çalındı, adam kapıyı açtı. Bunlar “Filan hocayı sormuştuk” dediler, adam da “Buyurun benim, girin içeri” dedi. “Ama efendim çok zor durumda olan bir hastamızda var onu birkaç kişi zor zapt ediyoruz” deyince bunlar, Hoca “Adı ne hastanın?” diye sordu. “Mustafa…” dediler. “Tamam, ben alır gelirim onu siz girin” dedi onları rahatlattıysa da “Aman efendi, size zararı olabilir” diye hocayı tembihlediler. Hoca da “Merak etmeyin” deyip cipin kapsına vardı “Mustafa ağa buyur hanemize” deyince, o azgın ele avuca sığmayan Mustafa ağa, şaşkın etrafına bakarak söz dinledi ve sakince eve girdi.

Götüren hasta sahipleri de çok şaşkındılar, buna bir anlam veremiyorlardı ve hastanın etrafına oturup tehlike doğmasın diye beklerken hoca, “Çekilin yanından o gayet sakin” dedi. “Değil mi Mustafa ağa?” diye hastaya döndü. Hasta “Hee” der gibi başını salladı. Hoca biraz okudu ve “Haydi Mustafa ağa bana şu yanındaki testiden bir su getir” deyince ona itaat ederek getirip hocaya suyu verdi. Sanki eski sakin munis kibar Mustafa geri gelmişti. Hasta sahiplerinden biri vardı ki hocaya hem hayretle bakıyor hem de bir şeyler söylemek ister gibiydi. Hoca onun durumu anladı sordu merak etiğin bir şey varsa sor? Nasıl oluyor da böyle birde sakinleşti bu dayım bunun derdi neymiş cin işimi? Evet,  ben onu rahatsız eden cinleri bağladım oda sakinleşti deyince soran daha çok sert suratla baktı cinci hocaya.

Hoca ona pek aldırış etmedi belli ki çok karşılaşıyordu bu gibilerle. Hastanın ana adını baba adını ve yaşını sordu, biraz müsaade isteyerek evinin başka bir odasına geçti. Yarım saat sonra tekrar elinde bir muska ile geldi, “Bunu bir deri veya teneke kapla muhafaza edin, devamlı boynunda taşısın. Sadece hamama girerken kısa süre çıkarsın” dedi. “Hadi gidebilirsiniz diye misafirleri uğurlarken hastanın yeğeni olan, hocanın istediği makul ücreti ödedi ve sormayı unutmadı “Hocam durum nedir, sendeki bu işe keramet mi diyelim yoksa sihir, büyü mü diyelim” deyince hoca anlattı, “Ne dersen de ben onu bilmem. Hastanız Cinlerin bir yasak bölgesine girmiş ikazlara rağmen içeride biraz fazla kalıp arama yapmış onlar da bunu bu duruma getirmişler. Ben onların reisini çağırdım bu zararsız ve saf adamı rahat bırakmalarını istedim onlar da bıraktı. Ama bu demek değildir ki, bunun peşini salarlar. Şayet bu muskayı kaybederse bir yerine inme iner, ömür boyu yaşamı zorlaşır. Yeğen yine sordu “Öyle ise bu yaptığınız sihir” dedi. Hoca da “Olabilir” dedi. Yeğen devam

etti ““Peki, ben bir şey duymuştum eski hocalardan Sihir hak, ama yapan inan kafir derlerdi buna ne diyelim” diye merakla sordu. Hoca bu sefer “Bravo çok doğru ben yaptım ama siz inanmayın” dedi, daha da bir şey söyletmedi.

Evlerine geldiler, hasta artık eski haline dönmüş iyileşmişti. Normal hayatı devam ederken yıllar sonra yine asıl mesleği olan davarcılıkla meşgulken, arazide su kuyusu başında bir komşu sürü çobanının köpekleri ile Mustafa’nın köpekleri it dalaşına girmişler, şiddetli bir boğuşma başlar. İyi niyetli Mustafa köpeklere zarar gelmesin birbirlerini boğmasınlar diye aralarına girer aralaştırmak için hayli uğraşır. Bu hengâmenin arasında boynundaki muska bir yere takılır ve düşer. Ne kadar arasa da muskayı bulamaz. Köpekler aralaşır ama aradan bir iki saat geçince Mustafa ya bir haller olur ve oracıkta düşer bayılır. Komşu sürü çobanları gelirler ama ne var ki Mustafa’nın sağ tarafına bir şeyler olmuş ve oracıkta kalmıştır. Evine haber gider, evlatları gelip eve getirirler. Bir iki gün doktor derken doktorlar “Felç inmiş devamlı yürütmeye çalışın filan” derler ama ağır vücut yürümeye müsait değildir. Onunla ilgilenecek adam yoktur. Kırsal kesimde işler ağırdır. O köpeklerin boğuştuğu yerde günlerce aile fertleri muskayı ararlar ama bir türlü bulamazlar. Tekrar o hocaya giderler hoca hakkın rahmetine kavuşmuştur. O güzel insan dünyada sanki imtihan olurcasına birkaç sene o haliyle yine de zar zor yürüyerek yatalak olmadan ömrünü tamamlar. 63 yaşında Allah’a kavuşur. Rabbim rahmet eylesin.