Kabuktan Çıkan Hayat

Abone Ol

Büyümek isteriz delice! Baharımıza koşmak, renklerimizle boyanmak... Ve o çok istediğimize kavuşuruz sonunda. Hayat, bizi bağrından; kuru topraktan çiçek filizlendirdiği gibi çıkarır.

 Yolculuğa başladığımızda hepimiz rengârenk baharımızdaydık.  Başımız dumanlı, gözümüz kara, heyecanımız dorukta! Hesapsız kitapsız alabildiğine duygular içerisinde bir o yana bir bu yana! Yeni yürümeye başlayan bir çocuk gibi dengede durmaya çalışıyorduk.

Oysa büyümek isteğe bağlı ilerlemiyor. Bir anda hamalı olduğumuz hayatın ortasında buluyoruz kendimizi! Tekrar çocukluk yıllarıma dönebilsem, sürekli hemen büyümek isteyen o halimi tokatlamak isterdim. “Büyümek, çoğu zaman suratına hızlıca çarpan beşkardeşler gibidir.” derdim. Belki de hayatla ilgili ilk dersimi erkenden öğrenmiş olurdum. 

Fani dünya!.. Sonu olduğu halde hiç bitmeyecekmiş gibi hissettiğimiz, ona muhtaç bir mülteci gibi ayrılamadığımız, bir aşevi edasıyla bizi kapısında sıraya sokan! Büyümekle ders verdiği yetmezmiş gibi bir de içimizdekimasum çocukluğu sömürerek kendimizi geliştirmemizi ister.

Hayat, çocukken pamuklar arasında yetiştirdiğimiz fasulye tohumu gibi adeta! Yaşam, ilk olarak kendi içimizdeki besini tüketerek filizlenmemizi ve kök vermeye başlamamızı ister. Daha sonra hayata güzel bir görüntüyle merhaba deyip, heybesinde biriktirdikleriyle besin kaynağı olabilir insan. Konu büyümekte de değil aslında insanın kendini hiçken, varolur konuma getirmesi! 

İbnRüşt; “Yumurta dıştan bir güçle kırılırsa yaşam son bulur, içten bir güçle kırılırsa yaşam başlar. Zira sahih dönüşümler hep içten gelir.” demiştir.Hayatın kar tipisinden geçmek, baharının yağmurlu ve çamurlu yollarında yürümek, yazının sıcağında kavrulmak, sonbaharının yapraklarıyla dökülmek gerek ki kendi benliğimizi delip yeni bir yaşama fevkalâde bir şekilde başlayabilelim. 

İnsanın yaşama ilk adımı hayatında meydana gelen dönüm noktalarından geçer. Her nokta ise karşındaki insana biraz daha saygı duymakla başlar. Yaşadıkça daha çok yol ayrımlarıyla karşılaşırız. Önemli olan her yolun sonunda hoşgörüyle gönlümüzü açabilmektir. 

Şöyle bir kıssa okumuştum; “Hz. Mevlana'yı kıskanan biri Mevlana'ya mektup yazar: '-Ey Mevlana, hristiyana gel dersin, yahudiye gel dersin, dinsize gel dersin! Dinimizde böyle bir şey var mı, bu nasıl bir din anlayışı?'Mevlana, mektubu uzun uzun okuyup düşündükten sonra arkasına şöyle yazar ve geri gönderir:'Sen de gel!'” 

İş büyümekte değil, kendine değer verip, gönlünü olgunlaştırmakta saklı. Çünkü biz bedenimizle değil, ruhumuzla insanız. Hesaplar yaparak kabuğumuzdan çıkamayız. Cesaretimiz kaybolur ve dışarıdan birinin kabuğumuzu kırmasıyla hayata bir sıfır yenik başlarız. Belki de bize ait olmayan bir hayatı yaşamak zorunda kalırız.

Hayat, kendin olduğunda ve içindeki güzellikleri keşfedebildiğinde anlam kazanır. Kendin için nasıl yanıp ve piştiğindir. En başta kendini sevmektir. O, bu, şu olarak yaşamak yerine ben diyebilmektir. Samimi ve dobra dobra düşüncelerini açığa vurmaktır. Bir kediyi kollarının arasına alıp onunla saatlerce zaman geçirebilmek! Karıncaların dev gibi gördüğü bizleringailesizliğine rağmen onların çalışkanlıklarına bakıp hayran kalmaktır. Ya da yağmurun altında toprak kokusuyla bütün kötülüklerin o küçük damlacıklarla akıp gittiğine inanarak, kollarını açıp seni yıkamasına izin vermektir. 

Büyümek yahut kabuğunu kırmak belki de içinde hiç büyümeyen çocuğu keşfetmektir. O çocukla delice, çılgınca, söz dinlemeyerek eğlenmektir. Hayat bir ezan bir de salâ arasında geçen amansız bir yolculuktur. Atla mutluluk karavanına kim ne derse desin uzun ince bir yolda keyfine bak. Çünkü yaşam tek kişilik yatılı bir hayattır. Kendimizin misafiriyiz! İyi ağırlanmak da yine bizim üzerimize düşüyor haliyle!En başta kendi kıymetimizi bilmek ve hayatı, her zamanda dediğim gibi farkında olarak yaşamak dileğiyle! Selam ve dua ile!