Johnson Mektubundan Trump’ın Mektubuna, Kıbrıs Barış Harekatı ve Barış Pınarı Harekatı

Abone Ol

Barış Pınarı Harekatı ile birlikte Trump’ın yaptığı sosyal medya paylaşımları sonrasında aklıma gelen ‘’Johnson Mektubu’’ hadisesini yazmayı düşünmüştüm. Ancak Barış Pınarı Harekatının ne olduğu üzerine yazmanın geçen hafta daha doğru olacağına karar verdim. Yalnız bu hafta hem Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’nın yaptığı talihsiz ve hadsiz açıklamalar hem de son günlerde ortaya çıkan Trump’ın Cumhurbaşkanımıza gönderdiği mektup olayı, bu konuyu muhakkak yazmam gerektiğini düşündürdü. Türkiye’yi daha önce mektup yoluyla tehdit eden Amerika’nın tekrar aynı yolu tercih etme gafletine değinmekte fayda görüyorum. Üstelik Johnson’ın mektubunun o yıllarda Türkiye’nin Kıbrıs’ta akan kana verdiği tepki dolayısıyla kaleme alınması bu meseleyi bugün her açıdan daha önemli kılmaktadır.

Aralık 1963’ten itibaren Kıbrıs’ta 1960 Anayasası hükümlerini uygulamak istemeyen Rumların Türklere yönelik saldırıları hız kazandı. 21 Aralık 1963’te Rumların gerçekleştirdiği ve ‘’Kanlı Noel’’ olarak anılan saldırıdan sonra, 25 Aralıkta Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel ABD Başkanı Johnson’a bir mektup göndererek, adadaki katliamın hemen durdurulması için Rum tarafına baskı yapmasını istedi.

Johnson’ın mektuba ilk olarak verdiği cevapta Türkiye umduğunu bulamadı. ABD Başkanının meseleye Türkiye’den çok farklı baktığı anlaşıldı. Ancak Türkiye’nin Kıbrıs’ta akan kana duyarsız kalmaya niyeti yoktu. Bu kapsamda hemen Türkiye, 13 Mart 1963’te Kıbrıs Cumhurbaşkanı’na ‘’Türklere yönelik kanlı saldırıların durdurulmaması halinde Türk halkının can ve mal güvenliğinin sağlanması için gerekli her adımın atılacağı’’ mesajını verdi.

Bunun ardından Johnson 5 Haziran 1964’te Başbakana Kıbrıs sorunuyla ilgili kapsamlı bir mektup gönderdi. Bu mektup 1,5 yıl sonra kasıtlı olarak basına sızdırıldı. Mektupta takınılan üslup Türkiye’yi doğrudan tehdide yönelik olarak görülmekteydi. Türkiye’nin Kıbrıs konusunda ki tutumu değişmediği takdirde, ‘’Türkiye’nin Sovyetlere karşı yalnız bırakılacağı’’ söylenmekteydi.

Bu mektubun sızdırılması sonrasında Türkiye’nin genel anlamda tek vücut olduğu söylenebilecektir. Trump’ın tehditlerine karşı takınılan ortak tepkinin o yıllarda da toplumda bulunduğu ifade edilebilir. Üstelik bu mektup sonrasında Türk hükümeti ve kamuoyu, çok yönlü bir dış politika ihtiyacı hissetmiştir. Bu anlamda ABD merkezli bir dış politikadan ziyade çok yönlü bir dış politikaya yönelmeyi hedeflemiştir.

Aradan geçen kısa bir zaman sonrasında ABD’nin ‘’Türkiye’nin Afyon’’ ekimine karşı tutumu ve yaptırım tehditlerine karşı 1973’te Afyon Ekimi Yasağının kaldırılmasından geri durulmadı. Bu duruş ABD’yi şaşırtırken, ABD’de Türkiye’ye karşı yaptırım kararları tartışılmaya başlanmıştı. Ancak 1974’de Kıbrıs’ta gerçekleşen darbe sonrasında Türkiye’nin Kıbrıs’a harekat kararı vermesi asıl gündem oldu.

Türkiye, Kıbrıs konusunda hiçbir tehdidi ciddiye almadan Kıbrıs’ta akan kana dur demek adına adaya çıkarma yaptı. Afyon krizi sonrasında tartışılan yaptırımların çok daha fazlası Türkiye’ye karşı uygulama kararı çıktı. Ancak ABD yaptırımları 1978’de tamamen kaldırıldı.

                                                         **********

Bugün Kıbrıs Barış Harekatı ve Barış Pınarı Harekatı ile ilgili terbiyesiz ve hadsiz bir açıklama yapan Akıncı’nın o günleri unutmamasında fayda vardır.

Trump’ın mektubu ile ilgili olarak ise Türkiye’nin, Johnson Mektubuna muhatap olduğu dönemden çok daha güçlü olduğunu ve harekat ile mektuba anında cevap verildiğini belirtmeliyiz. Yaptırım tehditlerinin ise sürdürülebilir olmadığını çok net söylemeliyiz.

Öyle ki, Amerikan heyetiyle yapılan görüşmeler sonrasında yapılan açıklamalar bunun ispatıdır. Türkiye’nin istediklerimizi aldık açıklaması ve yaptırımların geri çekileceğinin söylenmiş olması çok önemlidir.