Hatice (Kontbay) Mutluer kimdir nasıl bir ortama doğmuştur?

Türkiye'de siyasi istikrarsızlığın, çatışma ve kutuplaşmanın yaşandığı, aynı zamanda ekonomik zorlukların da yoğun bir şekilde hissedildiği 1970 yılında Samsun’un Çarşamba

İlçesi’nde, eski göçmenlerden Çerkez bir anne babanın 5. kızı olarak dünyaya gelmişim. Öğretmenim. Hukuk ve mühendislik alanlarında hizmet veren dört çocuğum var Elhamdülillah.

Koltuklar çocukların oldu Koltuklar çocukların oldu

Çok çocuklu bir ailenin küçüklerindendim ve o kalabalık içinde yalnızlığımın sesini duyacak birine ihtiyacım vardı. Gerek dua, gerek içimi dökme, gerek sevincimi paylaşma formunda başlayan muhteşem sohbetlerimiz, Rabbim’in beni duymasıyla O'nu hep sevmemi, O'na güvenmemi, yönelmemi sağlamıştır.

 

Bir çocuğun Rabbi ile sohbeti. Bu gerçekten muhteşem!

6 yaşından beri namaz kılar, annemin ‘tüh ölecek bu!’ hayıflanmalarına rağmen Ramazan orucunu tam tutar, büyüklerden duyduğum nafile oruçları da kaçırmazdım. Yazları gittiğim ‘hoca mektebi’nden öğrendiğim kadarıyla da Kur'an’ı hatim etmeye çalışırdım. Kitap okumayı çok severdim. Radikal bir milliyetçi olan abimin liseden eve taşıdığı tüm kitapları okurdum. Köyde yaşamanın kitapsızlığını, serap gören susuz birinin tepkisi gibi bir yutkunma niteliğinde gidermeye çalışırdım. Gazete, fotoroman, haftalık magazin dergisi, diyanet aylık yayını, ne elime geçerse...

Bir nefeste okurken bende böyle olacağım diye neşelendiğim ilk İslami roman; "Minyeli Abdullah" idi.

Sonra da üçüncü sınıf çocuğu için epeyce kalın olan "Huzur Sokağı" romanı.

Okurken kimsenin görmediği bir yere saklanırdım ki, beni romanın içerisinden sürükleyerek çıkaramasınlar, keyfimi bozamasınlar.

Yoksulluk her zaman maddi sanılır. Oysa; konuşacak insan, okunacak kitabın olmayışı benim yoksulluğum idi. Bizler şikayet etmeden, hiç kimseden bir şey istemeden, duygularımızı içimizde yaşayarak büyütülmüş bir nesiliz.

Doğup büyüdüğünüz yıllarda Türkiye'de ki İslami yönelişten etkilendiniz mi?

Türkiye’de 1970’li yıllarda görülmeye başlanan radikal İslam; yeni bir olgu olarak büyük şehirlerde varlığını göstermeye başlamıştı. Elhamdülillah, ileriki yıllarda Kur'an ve sünneti rehber edinmiş üniversite öğrencileri tarafından İslam'ın yaşanması için gösterilen bu çaba "Dâvâ" olarak isimlendirilecekti.

'Dava' dediğiniz şey nedir, açar mısınız? Size göre ‘dava adamı’ kime denir?

İslâm davası: bir “akid”dir. Rabb'imiz ile akid yapıp, bu akde bağlı kalmayı taahhüt ettiğimizi beyan etmemiz demektir.

İslam şuuru; insanda ihlası ve yapabilirliği beslerken, dava bilinci ise insana davası uğruna hareket ve aktiflik kazandırır. Onun için bu davanın bizim için anlamı, kendimiz yaşandığımız gibi diğer insanlar tarafından da yaşanabilir olması için ödev ve sorumluluklarımızın bilincinde olmamız ve bu bilinç gereğince tercih yapabilmemizdir. Her türlü baskı, korkutma, hapis gibi tehlikelere rağmen Allah’a verdiği sözde duran, bey’atini asla bozmayan, davasını tebliğ edip Allah'ın kelamını hakim kılmak için gayret gösteren ve bunun da bedelini gerektiğinde ödemekte tereddüt etmeyen kimselere de, “dava adamı” denir.

 Hatice kardeşim tekrar o yıllara dönelim isterseniz.

1980 darbesi sonrası İmam Hatiplerin sayısı ve önemi daha çok artmıştı. Bende o yıl Samsun İmam-Hatip Lisesi'ne başlamıştım. İmam Hatip yıllarım sağlam bir temel oluşturdu diyebilirim. O yıllarda İmam Hatipler sadece dini eğitim veren kurumlar olmaktan çıkarak, genel liselere alternatif bir eğitim seçeneği haline gelmişti. İmam Hatiplerin sayısı hızla artmaya devam ederken, eğitim kalitesi, laiklik ilkesine uygunluğu, toplumsal sahiplenilişi gibi konularda tartışmalar alevli bir şekilde devam ediyordu.

Üniversiteye başladığınız yıllarda kendi özelinizde gözlemlediğiniz, deneyimlediğiniz yaşantılardan hareketle öğrenci gündemi nasıldı?

1987-1988 eğitim yılında Selçuk Üniversitesi'nde Arap Dili ve Edebiyatı Bölümü'ne başladım. İlginç bir kader rüzgarı -Rabbi Teâlâ'nın hükmü- beni Konya'ya yönlendirdi. O gün bu gündür Konya'dayım. O yıllarda üniversitelerde başörtüsü yasağı artmış, yasağa direnen öğrencilerin eylemleri zirveye tırmanmıştı. İstanbul'da, Konya'da öğrencilerin direnişi ana haber bültenine konu oluyordu. Tabii bu izlediklerim beni endişelendiriyor, gelecek yıl başlayacağım üniversitenin ileriki yıllarında beni bekleyen zulmü görebiliyordum. Okulda bu konuyu konuştuğumuz hocalarımızdan çoğu okumak için mecbur olduğumuzu, bu günahın elimizin kiri gibi olduğunu, okul bitince elimizi yıkayıp kurtulacağımızı! söylüyor, bazıları sessiz kalıyor, bir kısmı da üzerimizde baskıyı daha çok hissettiren cümleler kuruyordu. Aileler ise direnişi, devlete karşı gelmek olarak telakki ettiği için genellikle çocuklarına destek vermiyordu. İlkokuldan beri Yüksek Basın Yayın okuma kararımı 7 yıl boyu çok samimi arkadaşıma da empoze etmiş birlikte bu sevdamızı beslemiştik. Lakin başörtüsü yasağı özelliklede basın yayın bölümlerinde daha katı bir şekilde uygulanıyordu. Aynı zamanda bu dönem; şuurlu dava sahibi kişilerin, onlara destek veren vakıf ve derneklerin çalışmaları ile hem üniversitelerde hem siyasi arenada hem de kültürel düzeyde İslami kimlik ve değer arayışlarının güçlendiği, İslam’ın toplumsal bir dinamizm aracı olarak tartışmaya açıldığı bir dönemdi. Biliyordum ki inancımı yaşamak için tek başıma çabalamak zorundaydım. Ailem de bana destek vermek yerine, başörtümü açmam için zorluk çıkaracaktı. Ben de çaresizliğimin ve tek başıma kalmışlığımın çözümünü, direniş gösteren illeri ve örtülü arkadaşların daha çok olacağını düşündüğüm bölümleri tercih etmekte buldum. Böylece yanımda direnecek birilerinden alacağım güçle, düzene yenik düşmeyecektim. Müslümanların etkileşimini artıracak, İslam'ı en iyi şekilde temsil edecek bir gazeteci olmak arzusunda iken, tek kalmak ve baskılara yenik düşmek korkusuyla tercihlerimi yırttım. Kendimi, tercih listesine ilahiyat ve hakkında hiçbir bilgim olmayan 'Arap Dili'ni yazmanın bilinmezliğinde buldum.

Biz o dönemlerde tercih listemizle sınava girer, listemizi cevap kağıdıyla birlikte görevli hocaya teslim ederdik. Tercihlerin sınavdan önce yapılması adayları çok noktada olumsuz etkilerken, büyük bir belirsizlik tufanında boğuşma sebebi de olurdu.

Konya'da üniversite yıllarınızda nasıl bir ortamda buldunuz kendinizi?

Konya'ya geldiğimde çeşitli vakıf yurtlarında kalmam, vakıf ve cemaatleri tanımama da vesile oldu. Ülke genelinde yaşanan baskıların yanında hızla yayılan modernleşme süreci, İslami cemaatler arasında bir nevi kimlik bunalımına yol açmıştı. Geleneksel dini yapılar, yeni verilerin getirdiği değişimlere uyum sağlama konusunda zorluklar yaşıyordu. Bu da cemaatler arasında farklılaşmalara ve içten içe çatışmalara neden oluyordu. Ben, saf bir din anlayışı içinde kendimle Rabbim arasında bilinçli bir bağ kurmaya çalışırken, Müslümanlar arasındaki bu çatışmaların keskinliğinden nasibime düşenden, yine Rabbimin yardımıyla daha bilinçlenerek çıktım diyebilirim. O yıllarda Konya için söyleyebileceğim en net şeylerden biri de şudur: Bazı camialar, dini, modern çağın gereklerine göre yorumlamak gerektiğinin savunmasını yaparken, diğer illere nazaran Konya, geleneksel dini pratiklerin, vakıf kültürünün karakterize olduğu bir şehir olması hasebiyle bu değişim rüzgarlarına daha çok dayanabilmiş kadim bir duruş sergilemiş bir şehirdir.

Turgut Özal dönemi olan o yıllar, başörtüsü yasağının kaldırılması konusunda önemli bir başlangıç olmuştur. Ancak, yasağın tamamen kalkması ve serbestliğin sağlanması daha sonraki yıllarda mümkün olmuştur. Dört yıllık üniversite yıllarında yer yer başörtüsü sorunu yaşamış olsam da -mesela formasyon dersinin lisede uygulamasını örtümden dolayı yapamamış olmam gibi- genel itibariyle Konya'da okumamın olumlu etkisini gördüğümü söyleyebilirim. Kur’an'ın anlamıyla tanıştığım, yaşamanın Kur’an'a göre olması gerektiğini, Müslümanlar için hayatın anlam ve amacını Kur’an'ın oluşturduğunu öğrendiğim bu yıllar üniversite derslerini okumaktan öte, hakikat kitabımı okumam gerektiğini öğretmişti. O günler samimiyetin fidan olduğu, döküldüğü topraktan hızla çıkan tohumların fidana dönüştüğü günlerdi. Benden çok farklı giyim ve yönelimde olan nice üniversite öğrencisi kendi istekleriyle benimle bağlantı kuruyor ve muhteşem dönüşüm ve gelişimlere vesile olmak, Elhamdülillah nasibim oluyordu.

Konya'da pek çok gencin hayatına dokundunuz, dokunuyorsunuz. Sizi dünyaya getirmediğiniz çocuklar neden bu kadar ilgilendiriyor?

Gençlerin İslami şuurunu geliştirmesinde eğitimin ve rehberliğin kritik bir rolü olduğunu düşünüyorum. Onlara doğru bilgileri vermek, rol model olmak ve manevi gelişimlerine destek olmak için de her gece iki üç saat uyuduktan sonra dinimi kaynaklarından öğrenmek için tefsir, hadis kitapları okuyordum. Fikir kitapları ile de boşlukları doldurmaya çalışıyordum.

"Hicret" olarak değerlendirdiğim evlilik kararımda tek niyetim; yeniden bir toplum inşası için o binada sağlam bir tuğla olabilmekti. Bir yandan kendi neslimin inşasını büyük bir umutla özlerken, öte yandan; değerlerinden, inançlarından ve tarihi mirasından uzaklaştırılmış, her geçen gün din, aile, İslami toplum gibi kavramların öneminin yitirtildiği, modern dünyanın maddeci yaklaşımı ile maneviyatıyla olan bağının zayıflatıldığı bizim kuşağa anlam arayışı, inanç ve değerleri konusunda yardımcı olmak kutsallaştırdığım yegane gayemdi.

O yıllarda kurumsal bir işte çalışmadığınızı biliyorum. Bunun nedeni dönemin kısıtlayıcı ve baskılayıcı şartlarını kabul etmemeniz olduğunu da biliyorum. O günün şartlarında yaptığınız çalışmalardan bahseder misiniz? O çalışmalar size bir tatmin duygusu veriyor mu?

Elhamdülillah, samimiyetle yaptığımız işleri, insanların takdirini kazanmak için değil, Allah'ın rızasını kazanmak için yaparsak Allah da ihlasla yapılan işlerde, bereket nasip ediyor. İhlasla yapılan bir çalışma, az olsa bile Allah'ın izniyle büyük etkilere yol açabiliyor. Çünkü ihlas, Allah'ın yardımını ve bereketini celbeder. Bütün çalışmalarımızda tek hareket noktamız bu samimiyetimiz oldu. Ali Küçük Hocamız’ın (Allah rahmet eylesin) teşvikiyle aynı düşünceleri paylaştığım arkadaşlarımla, gençleri İslam'ın ana kaynaklarıyla tanıştırmak, onlara dokunabilmek, birlikte İslami bir toplumu yeniden inşa edebilmek duasıyla kolları sıvadık. Her yıl öğrenme arzusu ile bize ulaşan 50-60 gençle birlikte 20 yılı aşkın bir süre kurs çalışması gerçekleştirdik. Öğretimin devamı ve ihtiyacı olan öğrenciler yararına kermesler yaptık. Gezi programları tertipledik. Ülkenin siyasi çalkantısı çalışmalarımızda birtakım zorlukları, korkuları yanında getirse de Rabbimizin verdiği güçle çalışmalarımıza hiç ara vermeden devam ettik.

Bu bahsettiğiniz siyasi değişimlerin o günlerde ne gibi etkileri oldu?

Mesela Refah Partisi'nin yükselişi ve 1995 genel seçimlerinde birinci parti olması, laik kesimde endişelere yol açmıştı. Bu durum, İslami faaliyetlere yönelik baskıların artmasına neden olmuştu. İslami eğitim veren kurumlar üzerinde baskılar artmış, bazı Kur'an kursları ve İslami okullar kapatılmıştı. Hülasa, Türkiye'de laiklik ile İslamcılık arasındaki gerilimlerin neticesinde, 1995 yılındaki baskılar, tedbir amaçlı İslami çalışmalar yapan kişi ve kurumları geri çekilmeye, ortalık yatışana kadar çalışmalarına yüzeysel de olsa ara vermeye itmişti. 2000'li yıllara geldiğimizde AKP'nin iktidara gelmesiyle birlikte, Türkiye'de siyasi ve sosyal alanda önemli değişimler yaşanmış, bu değişimler, İslami kesimin daha görünür hale gelmesine ve İslami çalışmaların artmasına zemin hazırlamıştır. Zor zamanda vakti kuşanmak gerekir. Zor zamanlarda, kriz anlarında hızlı ve etkili çözümler üretmek adına yoğun bir çaba sarfederiz. Bu dönemlerde, zamanı en verimli şekilde kullanmak, kaynakları doğru yönlendirmek ve stratejik kararlar almak büyük önem taşır.

Krizin etkileri azalınca, insanlar ve kurumlar biraz daha rahatlayabilir, gevşeyebilir farklı alanlara yönelebilir. Bu arada genele yayılan daha geniş bir çalışma alanı imkanları da oluşur.

Öğretmenlik kararınızda bu sürecin etkisi büyük o halde?

Bu süreçte sessiz sakin ama bir o kadar samimi çalışmalarımız, zamanın getirisi neticesi sona doğru ilerlerken yeni kulvarlarda yeni öğrenciler yetiştirmek gerekliliği oluştu. Kamusal alanda, örtü ve kimlik konusunda rencide edici söylemler, kısıtlayıcı yasaklar tamamen kalkınca, 2015 yılında Milli Eğitim'de öğretmen olarak görevime başladım. Hâlâ da severek devam ediyorum.

 

Söyleşimizin son cümleleri olarak, hayat felsefenizi özetlemenizi istesem?

Bütün yaşanmışlıklara rağmen, biz, İslâm davasının sahipleri olarak on beş asır önce Allah’ın Kitabı ile hiçbir dünyevi karşılık beklemeden peygamberimizin bütün insanlığı kabul etmeye çağırdığı ebedi hakikate ve bu hakikatin kabulü sonucunda sahip olunacak gerçek özgürlüğe, adaletin neticesinde saadete, davet etmeyi sürdüreceğiz. Tıpkı bizden önceki dava erlerinin yaptığı gibi. Tıpkı bizden sonraki dava erlerinin yapmaya devam edeceği gibi. En büyük duam; Allah'ın huzuruna yüz akıyla çıkabilmek, yaptığım amellerin O'nun nezdinde kabul olması ve O'nun rızasını kazanarak, dünya hayatını tamamlamak. Bu çok yüce bir gayedir.

Allah tüm ümmet-i Muhammed'e yâr olsun, katından yardımcı bir kuvvet bahşetsin. Vesselam.

Bu güzel söyleşi için çok teşekkür ederim.

Kaynak: Ayşe Küçükşakalak As