İnsanların hevâlarına dayanan dünya görüşlerinin ortak vasfı, kupkuru zan (nıhle) hükmünde olmalarıdır. Dünya görüşleri, inançları ve ideolojilerine göre gayr-i müslimler “Dehriyye, Seneviyye, Felâsife, Veseniye ve Ehl-i Kitap” olmak üzere beş sınıfa ayrılırlar.(2) Bunların ortak vasfı, hevâlarına tabi olmalarıdır. Kur’an-ı Kerim’de Hz. Yusuf (as)’un kıssası beyan edilirken, bütün insanlığa şu hatırlatma yapılmıştır: “Sizin Allah’ı bırakıp da taptıklarınız, kendilerinizin ve atalarınızın takmış olduğu isimlerden başkası değildir. Allah bunlara hiçbir sultan (hüccet) indirmemiştir. Hüküm sadece Allah’a mahsustur. Allah kendisinden gayrısına ibâdet etmemenizi emretmiştir. Hak din işte budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.” (Yusuf Sûresi: 40)

Hesap gününe hazırlanan her mükellefin; çevre kültüründen, çarşı putlarından ve zalim politikacıların demagojilerinden kendisini koruması gerekir. İktidar sahiplerinin, insanları “hidayete davet etmesi” veya “kitleleri dalâlete sürüklemesi” mümkündür. Bunun siyasi bir tez değil, Allahû Teâla (cc)’nın kitabında yer alan ve insanları düşünmeye sevk eden muhkem bir hakikat olduğunu unutmamak gerekir. Zira Kur’an-ı Kerim’de, kıyamet gününde ortaya çıkacak manzara şöyle tasvir edilmiştir: “–(Tuğyan eden siyasi liderler) O gün yüzleri ateşte evrilip-çevrilirken: ‘Eyvah bize!.. Keşke Allah’a itaat etseydik, peygambere itaat etseydik’ diyeceklerdir. (Onlara tabi olanlar da o gün) ‘Ey Rabbimiz!.. Hakikat biz reislerimize (liderlerimize) ve büyüklerimize uyduk. Onlar da bizi yoldan saptırdılar’ diyeceklerdir. Ey Rabbimiz!.. Onlara (liderlerimize ve büyüklerimize) azaptan iki katını ver. Onları büyük bir lânetle rahmetinden kov!.” (El Ahzab Sûresi: 66-68.) Hesap gününde; tuğyan eden ve insanları hidayetten uzaklaştıran siyasi liderler ile onlara tâbi olan kimselerin, birbirlerinin düşmanı hâline gelecekleri, muhkem nassla haber verilmiştir. İnsanların içinde bulundukları çevre şartlarından etkilenmemeleri mümkün değildir. Günümüzde egemenlik ihtirasına kapılan çevreler; ya kendilerinin teorilerini, ya atalarının ideolojilerini, “İnsanların tek kurtuluş yolu” olarak vasıflandırmakta ve dalâleti yaymaktadırlar. Son tahlilde hüda’ya veya hevâ’ya tabi olmak, öncelikle kalbe, sonra akla ve duygulara mahsus olan bir ameldir. Dolayısıyla insanın kalbine sahip çıkması ve onu hevâsının tuzaklarından koruması şarttır. İnsanoğlunun arzularını İslâm’a tabi kılması, kalbinde bulunan imanla ilgilidir. Peygamberimiz Efendimiz (sav) imanın keyfiyetini ve zaruri olan rüknünü şöyle ifade etmiştir: “Nefsim yed-i kudretinde olan Allah’a yemin olsun ki, arzularını İslâm’a tabi kılmayan kimse iman etmiş olmaz.”(3) Sünnetûllahı hafife alan, risâlet ve nübüvvet vazifesinin keyfiyetini idrak edemeyen bir mükellefin, imtihanı kazanması mümkün değildir. Tevhidin aslı; kitaba ve sünnete sımsıkı sarılmak, hevâya tabi olmaktan ve bid’atten ictinab etmektir.(4) Hesap gününe hazırlanan her mükellefin; Allahû Teâla (cc)’ya ibâdet etmek için yaratıldığını ve O’nun hükümlerini infaza memur kılındığını, asla unutmaması gerekir.

Adaletin mülkün (iktidarın/devletin) temeli olduğuna inanan, insanlara iyilikleri emreden ve onları kötülüklerden alıkoymaya çalışan Müslümanların; atalar dini de dahil, bütün bâtıl ideolojileri mahkûm etmek için bütün imkânlarını seferber etmeleri zaruridi