Sabah uyanırız, perdeyi açarız ama içimizde bir mahmurluk, hava kapalı, yüzümüzü yıkarız ama hala uyanamamışızdır. Ortalıkta dolanır durur, uyuşuk bir vaziyette harekete geçmek istemeyiz.

Gam, kasavet üzerimizde sanki görünmez bir güç bizi kontrolü altına almış bırakmaz.

Başka bir gün; dolunay çıkmış, serin bir hava az bir bulut, hava gündüz gibi parlak insan yürüdükçe yürüyesi gelir, bir de şehrin kirli bir köşesinde değil de doğanın yakınına bir yerde iseniz, bir de çam ormanlarının kenarında, dağlık bir doğa ortamında bir de deniz kıyısında iseniz, kendinizi durduramazsınız. Ruhunuz kanatlanmış uçar, yüreğiniz kabarır duygularınız depreşir, dilinize güzel bir nağme dolanır, aklınıza gelen her sözü nağmeler eşliğinde mırıldanırsınız.

Başka bir an, nefesiniz daralır, başınız ağrır, yorgun hissedersiniz, aynaya bakar gözünüz kanlanmış, ümitsizlik kaplar içinizi, dengeniz nedensiz bir şekilde bozulmuştur. Anlam veremezsiniz. Dışarıda Lodos esiyordur. Ama siz bu rüzgârın adını bile bilmiyorsunuzdur. Yanınızda birisi ah lodos diyerek şikâyet ediyordur da siz hiç farkında değilsiniz. Oysa hormonlarınız içinizde şekilden şekle girerken lodos vücudumuzda hormonların ayarı ile oynuyordur.

Biz sadece bunların kendimizin başına geldiğini düşünürken, başka bir yerde benzer durumları az ya da çok yaşayan binlerce insan olabilir.

2006 ‘tının Mart ayının sonu hava sıcak ve çok güzel. Öğlen 14.00 gibi tam güneş tutulması var. Ellerimizde siyah camlar, gözlükler tutulmayı izliyoruz. Hava 25 derece civarında. Güneş tamamen kayboldu. Gündüz gözü ile her yer akşam namazı vakti haline döndü. Şehrin ışıkları yandı. Havada titreşimler oldu. 3 dakika 15 saniye süren bu olay bitince üstümüzdekilere rağmen üşüdük. İçimiz soğudu adeta. O zaman düşünmüştüm; bu an 3 saat sürse ne olurdu. Sanırım yeni gelen bahar geri gider, birçok bitki kurur, canlı dengesini kaybederdi. Hatta toplumlar bedensel ve ruhsal dengesizliklere maruz kalırdı.

Tam tersi bir durumda cemre havaya, suya ve toprağa düşerken bizim de ruhumuza bir sıcaklık geliyor. Tabiat başta çiçekler olmak üzere bütün canlıları ile renklenirken bizim de ruhumuzda canlanma başlıyor, ruhumuzda genişleme oluyor, kalbimiz coşuyor, bizde yaşama yeniden uyandı diyoruz.

İklim sanki bir orkestra gibi bütün evreni yönlendiriyor. Sanki iklim evrenin hormonu, değişimlerle onu bozuyor ya da dengeye getiriyor. Yaşamsal döngü ve ayar.

İnsan ve toplumda böyle değil mi?

Ruhumuzun en sıkılmış hali, zihnimizin en sığ dönemlerinde bazen bilerek bazen de istemimizin dışında ruhsal olarak coşar, zihinsel alanımız genişler çözemediğimiz problemleri çözmeye başlarız.

Eğer yaşamımızda edilgen bir yapımız var ve irademizi kullanmayı öğrenememişsek, zihinsel becerilerimizi tam kullanamıyorsak o zaman yaşadığımız her olumsuz olayı çevremizden gelen etkilere göre değerlendiririz.
Olumlu olanlar da tabi çevresel etkilerdir ama onu değerlendirirken çok da çevresel etkiye bağlamaz sahipleniriz.

Toplumlar da öyle bazen toplumu akvaryumdaki balıklara bile benzetiyorum. Bireysel ve toplumsal iradeleri tamamen rafa kaldırmışlar, hayatı sadece beklentilerine göre değerlendirir olmuşlardır. Toplumda milyonlarca olay yaşanır da fark etmezler. Bu tip toplumlar ve insanlar basit beklentileri karşılandığı sürece hayatlarından memnundurlar bile…
Olaya tersinden bakalım. İnsanların böyle olduğunu bilenler; toplumu ve insanları böyle pasif bir davranışa sokabilirlerse kendi çıkarlarını koruyacaklarını düşünerek, çıkarları doğrultusunda böyle bir toplumsal iklimi oluşturmazlar mı?

Nitekim böyle olmuyor mu? Süveyş kanalını bir gemi tıkıyor bütün dünya ekonomisi çalkalanıyor. Sanki güneş tutulması… Ekonomi tutuluyor. Dengeler alt üst.

Bir virüs çıkıyor. Çoğunluk üretildiği konusunda hem fikiriz… Nemrud’un beynine sinek girmesi misali, bütün dünyanın ruhuna ,zihnine yaşamına yerleşen bu virüs her türlü yaşam biçimimizi kökten değiştiriyor.

Devletler hareketlendi. Üçüncü dünya savaşını yaşıyoruz sanki. Her gün yeni bir askeri hareketlilik, dayanışma, ayrılık, yeni pozisyonlar, yeni oluşumlar haberlerin başköşesinde oturuyor.

İnsanlığın iklimi değişiyor. 11 Nisanda Yağan bu kar nasıl herkesi şaşkına çevirdi ise insanlık da gelişmeleri şaşkınlıkla izliyor. Daha ocak ayında kuraklıktan barajlar kurumak üzereyken şimdi kışı yeniden yaşıyoruz.

Küresel iklim değişikliği, karbon salınımı ve bunu savunan güçlerin ve devletlerin her şeye rağmen duyarsızlıkları ve ortamdan kendi lehlerine düzen kurma çabası, ilginç değil mi?

Elbette en sağlamlarımız bu değişimde kendi kapasitesini en iyi tanıyan, zihnini kullanabilen, ruhunu kontrol edebilenler olacaktır. Bu değişken ortamda en sağlam insanlar dayanışan, ortak paydada buluşanlar, birbirini tamamlayanlar olacaktır. İradelerini kullanan kendi pozisyonlarını alabilenler en güçlüler olacaktır.

Tabi ki insanlığa iklim olabilecek devlet ve yöneticiler, kurumuna iklim olabilecek yöneticiler, şirketine iklim olabilecek patronlar, ailesine iklim olabilecek bireyler toplumun doğru gelişmesine katkı sağlayacak, insanlık adına da doğru pozisyon alarak sorumlulukla hareket ederlerse bu dengesizlik dengeye gelecektir.

Şu an görünen, insanlık teslim alınmıştır. Ama ümit her zamankinden çoktur.
Hukuktan çok adalet istiyoruz diyen bir gençlik geliyor. Bunların istedikleri sadece insanlarla insanlık arasında bir adalet değil. İnsanla evren arasında, yaşam arasında bir adalettir. Eminim bu yeni nesil insanlığa da bir iklim olacak türden.

Doğal yaşamın işleyişi ile insan yaşamının doğallığı arasındaki iklimi düzenleyecek cinsten.

Z kuşağı da denen bu nesile toplumun büyük çoğunluğu anlamadığından veya algısının öyle yönlendirildiğinden öcü gibi bakıyor olabilir. Ama düşünen bir nesil.

Eğer bu nesil insanlık sıfatlarından Kemal makamının bilge ruhuna bürünebilir ise sanırım kendilerinden sonraki nesille beraber, insan, insanlık, toplum ve evrenin bozulan dengesini yeniden kurabilirler.

Hepimiz, insan, toplum, evren iklimin etkisi altındayız.
Bireyin psikolojisi, toplumun sosyolojisi, tabiatın çalışma biçimi bu iklimim etkisi altında.

İklim yaşamın hormonal dengesi. Bunu dengeye getirecek güç adaleti ve vicdanı yaşamın ortak paydası yapmış olan nesiller olacaktır.