İncinsen de incitme!

Abone Ol

İmkânlarımız, aynı zamanda imtihanlarımızdır. İmkanlara 'sahip' olduğumuzda yahut elimizden çıktığında, aynı kalabiliyor muyuz? İşte tüm mesele burada. Sözümüz, rengimiz, tavrımız değişiyor mu? Değişiyorsa, önceliklerimizi tekrar gözden geçirmeliyiz.

'Menfaatlerimiz, bizi dünyaya bağlayan zincirlerdir, ağırlıklardır.' Bu zincirlerle uçamayız. Malumunuz uçmak, cennet anlamına da gelir. Hazreti Yunus Emre'de çok sık geçer. Uçmaya varmak, vefat etmek, cennete gitmek.

Cenab-ı Hakk, 'ağırlıklarınızdan kurtulup öyle geliniz' buyruyor. Şunu da bilmemiz gerekiyor: Dünyaya ait hiçbir şey, kardeşlikten daha kıymetli değildir.

Şahitlik ediyoruz ki, imkânlarla beraber, ihtiraslar da büyüyor. Buna mukabil, 'insanlığımız' küçülüyor.

Hep 'kardeşlik' diyoruz. Kardeşliğin de, sevginin de neye karşılık geldiği bellidir: Sahip çıkmak.

Sahip çıkmayanın kardeşliğinden, sevgisinden şüphe edebiliriz. Buna hakkımız vardır. Zor zamanların birinci faydası, dost bildiklerimizi, bize yeniden ve sahiden tanıtmasıdır. Yeri gelmişken söyleyelim: Yirmi sekiz şubat sürecinde, ilk öğrendiğimiz şey bu olmuştur.

Bazı güzellikleri görmeye gözümüz yetmez. Gönül gözü, işte bunun için vardır.

Örneğin, 'son kuşlar' ifadesi, basit olmakla beraber, ne kadar dokunaklıdır. “Günler gelip geçmekteler / Kuşlar gibi uçmaktalar.” (Aziz Mahmut Hüdayî Efendi) Bu da öyle. Berrak ve derin. Bu iki dizedeki sarsıcı etkiyi kim hafife alabilir?

Bunları şunun için hatırlatıyorum: Sadeliğimizi, inceliğimizi, inancımızdan kaynaklanan o güzelim özenimizi kaybetmek üzereyiz. Sadece dışımızdaki değil, içimizdeki yoksulluğun da bir sınırı vardır. Eksildikçe artar. Bunu rakamla değil, ancak yaşantıyla ölçersiniz.

Yazı yazarken, haber hazırlarken, fotoğraf seçerken, konuşurken, tartışırken, işte bu 'özen', daima aklımızda olmalıdır. İyiliği yalnız bırakamayız. Eskilerin deyimiyle, fakirlik hastalığının tek tedavisi, çalışmaktır. İçimizdeki yoksulluğu ise, daha iyi olmaya çalışarak azaltabiliriz diye düşünüyorum. Unutulmasın; yatan insan daha çok yorulur. Zira işleyen demir pas tutmaz.  Sözgelimi, insanlar birbirlerini, belden aşağıya vurmakla suçluyor. Oysa, belden yukarısına vurulmasına da itiraz etmeliyiz. Nurettin Topçu'dan ödünç alıp söylersek, isyanımızın bile ahlaklı olması gerekir. Bir de bu: 'En iyi savunma, saldırıdır' anlayışı, temsil ettiğimiz değerlere aykırıdır. Bunu, başkaları yapsın, yapıyor. Bizim, birbirimize karşı duruşumuz şu olmalıdır: “İncinsen de, incitme.” Kalıcı olan kardeşliktir, insanlıktır. Aslolan, değişmez. Sözgelimi, yemek takımlarının modası geçer, fakat yemeklerin geçmez.

Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri, bir eserinde, 'düşmanlık semtine gitmekten' bahseder: “Şerrin hepsi o kimselerdendir ki, diliyle dostluk gösterirler, gönülden düşmanlık semtine giderler. Dalgınlık ve hatalarını sayarlar.” Böyle miyiz, değil miyiz, bir düşünelim. Evvela, kendimizden razı mıyız?