Mezopotamya tarih boyunca hiç durulmamış. Bir kargaşa, bir huzursuzluk hep hakim olmuş. Zira sahip olunmak istenen bir coğrafya. Hal böyle olunca hesaplar hiç dinmemiş bu topraklar için.
4 polis okulu öğrencisi yavrumuz şehit olmuştu Diyarbakır'a 4 yıl önce gittiğimizde. Ekranlara baksan kan gövdeyi götürüyor. Sokağa çıkmak mümkün değil.
Tam bir algı yönetimi sihirbazlığı ile karşı karşıyayız yıllar yılı. Evet, sorun olan zamanlar var. Kargaşa olan zamanlar da. Ve fakat ortalık yakılıp yıkılıyor algısı oluşturmak niye?
Günümüze gelelim.
Eruh'tan geçtim. Botan Vadisi'ni baştan sona kat ettim. Şırnak'ta bulundum. Varto'dan en sıkıntılı diye adlandırılan bölgelerden geçtim. Hiç de sıkıntı yaşamadım.
Coğrafyanın etkisinde kaldım evet. Ama olumlu yönde. Erzincan'da Başbağlar sonrası yapılan köprüden de geçtim, gece vakti, Elazığ sınırlarından Malatya'ya da ulaştım.
Süreçteki tarihi hatalardan biri Refah Partisi'nin kapatılmasıdır. 28 şubat'ı kurgulayanlar kesinlikle böyle bir sonucu hedeflemiş ve ülke bütünlüğüne kastetmiş olmalılar. İslam Kardeşliği çimentosu ile kaya gibi duran yapı çözülmüş, gençlerin kafası karışmış zaman içinde.
O yalçın dağlarda mağara kovuklarında sersefil ne için dolaşır ki insan. Ek toprağını, çalış çabala.
İster çözüm süreci deyin, ister kardeşlik iklimi, ne derseniz deyin bu topraklara yazın sıcağında bahar havası getirmiş. Umutlar filizlenmiş. Gözlerden bunu okuyabiliyorsunuz.
Gelinen noktada ulus devlet formülasyonunun bu topraklara ve insanına dar geldiği anlaşılmıştır. Kaldı ki ulus devlet anlayışı batıda sanayi devrimi ile birlikte kabile/klan halinde yaşayan toplulukları milletleştirmek ve üretime katmak için uygulanmış bir anlayıştır. Bu, başta Osmanlı, Avusturya Macaristan imparatorlukları olmak üzere koalisyon ve toplumsal uzlaşı yapıların çökertmiştir. Türkiye'nin önündeki seçenek ya büyümek ya bölünmektir. Ulus devlet yaklaşımının kalıpları ile büyümenin mümkün olmadığı, olamadığı görülmüştür. Tarih bize, Anadolu'nun doğal sınırlarında tahkimat kurmadan, -Kafkaslar, Kalkanlar ve Ortadoğu'da- yaşanamayacağını anlatıyor. Anadolu'ya hapsolunarak, Anadolu'nun sahibi olunamaz. Gerek tarihi, gerek sosyolojik, gerekse siyasal nedenlerle artık bir kakar verilmesinin zamanı gelmiştir. Ya ümmet olacağız. Bir olacağız. Coğrafyamızdaki kan ve gözyaşına dur diyeceğiz ya da Sevr'in hedeflerine geçit vereceğiz. Biz bu seyahatimizde milletimizin evlatlarının ilk seçeneğe daha yakın durduğunu memnuniyetle müşahade ettik.
Siirt Gazeteciler Cemiyeti Başkanım Dostum Atilla Durak, bizi ağırladığı toplantıda yaptığı konuşmada, barış dili ile konuşuyor ve Siirt, 3 dilin konuşulduğu ancak insanlarımızın GÖNÜL DİLİ ile anlaştığı kaynaştığı kadim bir şehirdir. Kardeşlik, bir arada yaşama konusunda dün en güzel örnekleri veren şehrimiz bu gün ve yarınlarda da bu toprakların sessiz çığlığı, gönüllere işleyen sedası olacaktır.
Kan ve gözyaşı ile özdeşleşen yakın coğrafyamız, ve bölge coğrafyamız artık huzur arıyor.
Siirt'in dününde olan, bugünü için uzak olmayan ve yarınlar için heyecan duyduğumuz bir süreci yaşıyoruz. Burada yargılamada, suçlu arayışında olmadan, coğrafyamızda yaşamak istediğimiz baharın, güzelliklerin coşkusunu doyasıya hissetmek istiyoruz. Siirt Gazeteciler Cemiyeti ve bu coğrafyanın bir evladı olarak ifade ediyorum ki artık huzur istiyoruz. Kan ve gözyaşı değil, gülen yüzler istiyoruz. Anaların ağlamasına son verilsin, Botan'ın kıyılarında çiçekler açsın, kardeşlik türküleri söylensin istiyoruz.
İyi ki geldiniz. Bu coğrafyayı, Siirt insanını gördünüz. Sizlerden talebim, lütfen gidiniz, illerinizde, gazete-televizyonlarında burada gördüğünüz atmosferi yazınız. Çözüm atmosferini yazınız, Herkesin ama herkesin çözüm için, kardeşlik için gayret etmesi gerektiğini anlatınız diyor.
Bu sözlerin üzerine daha fazlasını söylemek zaid.
Dileğimiz odur ki; kardeşlik hakim olsun.
Ramazan'ınızın mübarek olması temennisi ile kalın sağlıcakla...