10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü dolayısıyla Konya Büyükşehir Belediyesi’nin Selçuklu Kültür Merkezi’nde verdiği yemekli toplantıda, gazeteci milleti, senede bir defa da olsa bir araya gelerek hasret giderdi. Eskimeyen dostlarla merhabalaştık, hâl hatır sorarak eski günleri andık ve gönül aldık! Konya Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Uğur İbrahim Altay, sağ olsun geleneksel hâle getirilen Çalışan Gazeteciler Günü’nde vefanın bir semt adı olmadığını her 10 Ocak’ta bize hatırlatıyor. Bizde o hatırlatmayla diriliyor ve kendimize gelmeye çalışıyoruz.. Giysi armağanı için teşekkür ediyorum.

***

Müslüman Araplar ve Türkler İran’ı fethettikten sonra bu coğrafyada İslâm çabuk yayıldı. Büyük Selçuklu’nun hüküm sürdüğü bu topraklarda Türkler, Fars kültüründen oldukça etkilendiler. Büyük Selçuklu Devleti’nin hüküm sürdüğü coğrafyalardan Türkiye Selçuklu Devleti’nin payitahtı Konya’da, Ulu Sultan Alâeddîn Keykubâd döneminde ilim, irfan ve sanat şehri hâline gelmiş pek çok sanatkâr, mütefekkir ve mutasavvıf bu toprakları kendisine yurt edinmişti. Halk Türkçe konuşuyor, ilim dili olarak Farsça, resmî yazışmalarında ise Arapça kullanılıyordu. Bizler, 13’üncü asırdan 21.yüzyıla gelindiğinde irfan sahibi o ilim ve fikir adamlarının bıraktığı izleri takip etmeye, ilim, irfan, san’at, felsefe, inanç, görüş ve düşüncelerinden faydalanarak gönlümüzü aydınlatmaya ve yolumuzu bulmaya çalışıyoruz. Bu gönül insanları arasında Mevlâna Muhammed Celâledin’i, Yunus Emre’yi, Sadreddin Konevî’yi, Tebrizli Şems’i, Muhyiddin-i Arabî’yi, Nasreddin Hoca’yı, Ahî Evran’ı, Seyid Harun Veli’yi, Ebû Saîd Hâdimî’yi, Lâdikli Ahmed Hüdâî’yi, Hacı Veyiszâde Mustafa Kurucu Hocaefendi’yi sayabiliriz.

***

Can yoldaşımız Yunus, kendi kendine bir soru sorar: “Yunus bu dünyaya sen niye geldin?” diye. Yunus Emre’nin bu anlamlı ve dünya durdukça anlamlı olmaya devam edecek olan bu sorusunu zaman zaman kendi kendime sormuş, cevabını aramaya gayret göstermişimdir. Şu gündelik hayatın hayhuyu arasında bazen kendimizi unutuyor, kendimizden geçiyoruz. Bir gazeteci olarak aslî olanın ne olduğunu, ne yapmak için yeryüzünde bulunduğumuzu, yeryüzünde bulunuşumuzu nasıl anlamlı ve değerli kılabileceğimizi de unutabiliyoruz. Yâni gaflet uykusuna dalabiliyoruz. Bu gafletten uyanarak insanın kendisiyle ve insanın bütün evrenle barışık olması da gerekiyor. Bir buçuk yıldan beri dünyada önemli bir hadise yaşanıyor. Koranavirüs’ün küresel pandemi (salgın) hale gelmesinden bu yana bir bilinç (şûur) oluşması gerekir ki, “Acaba bu insanlığın başına niçin geldi? İnsanlık nereden ikâz ediliyor?” sorularının muhatabı olan bizler, Yunus’u o zaman tam anlayabilelim.

Yunus ve Mevlâna’nın zamanında da günümüzde yaşadığımız sıkıntılar yok değildi. Haçlı seferleri ve Moğol istilaları neticesinde Anadolu’da birlik dağılmıştı. Kuraklık vardı. Klikleşmei ötekileştirme, iman ve ahlâk buhranı 13. asırda da vardı. 21.yüzyılda da yeni Haçlı seferleri ve teknolojik kültürle birlikte beyin istilaları hâlâ devam ediyor. Türk-İslâm coğrafyası darmadağın vaziyette. Dünya ise hercümerç!

***

Çalışan Gazeteciler Günü’nün bana göre en anlamlı mesajı, Yazar Mustafa Kutlu’nun “Mavi Kuş” adlı hikâye kitabından Özgür Kaymak tarafından uyarlanan ve Mustafa Uzman’ın yönettiği “MAVİ KUŞ” isimli tiyatro oyununda bize tutulan sırlı AYNA oldu. Konya Şehir Tiyatrosu oyuncularını tebrik ediyor ve alkışlıyorum.

Aynadan dünyaya ve insanlığa bakıldığında; Mavi Kuş adlı otobüsü dünya, içindekileri de yetmiş iki buçuk millet olarak kabul edebiliriz. Dünya, uzay denilen uçsuz bucaksız bir boşlukta kendi yörüngesinde yol alırken değişik ten, ümmet ve kavimlerden oluşan insanoğlu, doğru yolun sapık kollarına doğru içindeki şeytanın dürtmesiyle sapıp nûrlar âleminden karanlıklar âlemine doğru meylettiğinde, kendilerine Allah tarafından ve kendi içlerinden “seçkin” kullarını bir uyarıcı, bir elçi, bir nebi olarak vazifelendiriliyordu. Bütün peygamberlerin görevi ötelerden vahiy yoluyla aldıkları uyarıcı haberleri, ilâhî mesajları kendi ümmetlerine tebliğ etmek, Yüce Tanrı’nın emirlerini bildirmekti. İlk insan ve ilk peygamber olan Hz. Âdem’den son nebî ve peygamber olan Hz. Muhammed (S.A.V.)’e kadar bütün peygamberler Allah katında Hak din olan İslâm’ı tebliğ ettiler. İslâm, Kur’an-ı Kerim’le tamamlanmıştı. “Yüce bir ahlâka sahip” olan ve “âlemlere rahmet olsun” diye gönderilen Peygamber Efendimiz, bizim hayat aynamıza yansıyan kusursuz bir görüntüsünden ibaretti. Sevgili Peygamberimiz, “af yolunu tercih” eden, “kötülüğü en güzel şekilde” önleyen, devamla ‘iyiliği emre’den, kötülüğe iyilikle karşılık veren ve ‘cahillerden yüz çevir’en büyük bir temsilci idi.

Tiyatral bir oyun olan Mavi Kuş’un menzili olan istasyona doğru yaptığı yolculuğun ve yolcuların yaşadıkları şeylerin hepsinin bir oyundan ibaret olduğu mesajı verilirken bize, Kutsal Kitabımız Kur’an’dan “Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir.” (En’am/32) aynası tutuluyordu. Dünya hayatının başlıca özelliklerinin aldatıcı, oyalayıcı, maksattan uzaklaştırıcı, gaflete düşürücü ve gelip geçici bir süs olmasının yanı sıra; kadın, evlât, altın, gümüş, cins atlar, davarlar ve ekinler, insanoğlunun hoşuna giden dünya hayatının süsleri olarak gösterilmesidir.

Şirinyurt’a eski eser avcısı olarak gelen Amerikalı çiftlere gelince; onlara da şu mesaj veriliyor: “Kâfirlerin dünya peşinde koşmaları bu hayatın kendilerine süslü gösterilmesindendir” (Bakara/212).

***

İçimdeki ‘Mavi Kuş’ diyor ki, 19 yaşında bir tıp öğrencisi yedinci kattan atlayarak neden intihar eder? Hayatına son vermeden önce yazdığı mektupta “Ümidimi çalanları asla affetmeyeceğim. Ailemin zoruyla, istememe rağmen cemaat yurduna gönderildim.” diyen Enes Kara’nın hürriyetini elinden alanlar, gencecik bir evladımızın ümidini çalanlar bu ölümden sorumlu değiller mi? Aileleri buradan uyarıyorum: Çocuklarınızı özgür bırakın. İstemedikleri yurtlara ve okullara onları zorla yollamayın. FETÖ cemaatından ibret alın.

İçimdeki ‘Mavi Kuş’ diyor ki, Hindistan’ın 35 milyon nüfuslu “sosyalist” bir eyaleti olan ve okuma yazma oranı % 95 olan Kerala’da; İslâm’ı kınayan, reddeden bir grup Mürted, 9 Ocak Pazar günü “Kerala'nın Eski Müslümanları” adı altında bir örgüt kurmuş. İslâm’a, Kur’an’a ve Hz. Peygamber’e hakaret etmişler. Edep ve şeref yoksunu bu örgüt, küfrü, dinden dönmeyi normalleştirmek için ve dinsiz yaşamayı kendilerine “temel insan hakkı” olarak görüyor. Biz biliyoruz ki, “Şüphesiz Allah katında din İslâm’dır” (Âl-i İmran, 3/19). Yunus diyor ki: “Kimin sırrın kim bile çün erilmez bu hâle/ Yarın anda belli ola müslüman mürtedimiz.”

İçimdeki ‘Mavi Kuş’ diyor ki, Mustafa dünyada küresel ölçekte yeni bir dünya düzeni kuruluyor. Dijital Dünya Düzeninde insanlık Nesnelerin İnterneti ile ‘nesne’ hâline getirilerek gerçek dünyadan sanal bir dünyaya, yâni paralel dünya Metaverse doğru evriliyoruz. Bu dijital düzende her şey değişiyor. Bir kere insanlık ‘Büyük Sıfırlama’nın objesi haline getirilmek isteniyor. Medya A’dan Z’ye uydular vasıtasıyla yeniden dizayn ediliyor. Herkes nereden geldiği (helâl-haram) belli olmayan dijital para kaynaklarıyla ve alacakları puanlamaya göre; “muhabir” ve “muhbir” konumuna sokuluyor. Televizyon icat olduğunda ona “Büyülü Kutu” denilmişti. Bu büyülü beyaz akran salonların en güzel köşesine oturtulmuş, hatta yatak odasına, mutfak ve tuvaletlere varıncaya kadar sokulmuştu. Ya milyonlarca insanı peşinden sürükleyen internete ne demeli? Uzayda dünyanın alçak yörüngesinde konuşlandırılarak başımızın üzerinde dolaşan ve bizi gözetleyen binlerce küçük uydulara ne diyeceğiz?..

Mevlâna’nın dediği gibi; “Dünle beraber gitti cancağızım/ Ne kadar söz varsa düne ait/ Şimdi yeni şeyler söylemek lâzım."