Hz. Mariye (r.a.) câriye iken iman eden hanım sahabî... Mısır hükümdarı Mukavkıs tarafından Resûlullah (S.A.V.) Efendimize hediye olarak gönderilen câriyelerden... Hz. Hatice’den (r.a.) sonra çocuğu olan ikinci annemiz... Hz. İbrahim’i (r.a.) dünyaya getiren mü’minlerin annesi olma şerefini elde eden bahtiyarlardan...

Peygamberimiz (aleyhisselâm) Mekke’deki Kureyş müşrikleriyle Hudeybiye’de on yıl çarpışmamak üzere barış anlaşması imzaladı. Bundan sonra en yakından en uzağa kadar olan komşu hükümdâr ve kabile başkanlarına; İslâmiyeti duyurmak ve tebliğ etmek üzere elçilerle mektûblar gönderdi. Bu mektûb ve elçilerden birisi de Mısır Mukavkıs’ı ismi ile adlandırılan Bizans’ın İskenderiye vâlisine yazılmıştı. Elçi olarak da Sahâbîden Hâtıb bin Ebî Beltea (radıyallahü anh) gönderilmişti

Mukavkıs, Peygamberimizin (aleyhisselâm) okunan bu mektûbundan sonra O’nun elçisi Hatîb bin Ebî Beltea’ya (radıyallahü anh): “Hayırlı olsun, “seni kutlarım” diyerek yanına çağırdı. “Benim anlamak ve sormak istediğim bazı konular var ne dersiniz?” deyince:

Hatîb bin Ebî Beltea (radıyallahü anh) “Buyurunuz konuşalım” dedi.

Mukavkıs, “Senin bana mektûbunu getirdiğin efendin Peygamber değil mi?” Hatîb bin Ebî Beltea (radıyallahü anh): “Evet, O, Allahü Teâlâ’nın kulu ve Resûlüdür” dedi. Mukavkıs, bu cevâbı alınca; “Peki O, öyle bir Peygamberse, kendi doğup büyüdüğü öz yurdundan çıkarılıp, başka bir yurda sığınma zorunda bırakılan kavmine niçin bedduâ da bulunmadı?” diye sorunca Hatîb ( radıyallahü anh ) O’na Şu şekilde cevap verdi: “Sen Îsâ’nın (aleyhisselâm) Allahü teâlânın Resûlü olduğuna inanırsın değil mi? İsa (aleyhisselâm) Allahü teâlânın Peygamberi olduğuna göre, Onun da kavmi, kendisini yakalayıp çarmıha asmak istedikleri zaman, Allahü teâlâ, O’nu bulunduğu dünyâ üzerinden gök yüzüne yükselteceğine, İsa (aleyhisselâm) kavminin yok olması için Allahü teâlâya bedduâ etse olmaz mıydı?” deyince:

Mukavkıs, söyliyecek söz bulamadı. Bir müddet sustu... Daha sonra Peygamberimizin (aleyhisselâm) elçisi; Hatîb bin Ebî Beltea’ya şöyle dedi, “Çok güzel konuştun, sen işi ve emirleri hikmetli ve yanlışsız olansın, yerli yerince konuşuyorsun. Çünkü sen böyle vasıfları taşıyan birinin yanından geliyorsun!” dedi: Hatîb bin Ebî Beltea (radıyallahü anh) ile Mukavkıs’ın arasında geçen bu güzel konuşmadan sonra Mukavkıs; Peygamberimizin (aleyhisselâm) mektûbunu alıp, fildişinden güzel bir kutu içine kendi eli ile koydu ve ağzını mühürleterek özel hizmetçisine koruması için teslim etti. Fakat Mukavkıs Müslüman olmadı.

Hatîb bin Ebî Beltea (radıyallahü anh), Mukavkıs’ın Peygamberimize gönderdiği mektûb, Mâriye ve Sirîn isminde iki câriye, elbise yapımında kullanılacak bir miktar Mısır kumaşı, düldül isminde bir katır v.s. gibi hediyelerle Medine’ye döndü. Hediyeler; Peygamberimiz (aleyhisselâm) tarafından kabûl edildi. Peygamberimiz (aleyhisselâm) bizzat Mukavkıs’tan gelen mektûbu kendisi açtı ve okuttuktan sonra: “Kötü ve akılsız adam! Saltanatından vazgeçemedi. Koruduğu malı ve saltanatının hiçbirisi kendisinde kalmayacak” buyurdu.

Peygamberimize (aleyhisselâm) Mukavkıs tarafından hediye olarak gönderilen Câriyelerden Mâriye (radıyallahü anha) Peygamberimizle (aleyhisselâm) konuştuktan sonra; onun sohbetine, güzel konuşmasına, alçak gönüllülüğüne, hayran kalıp hemen Müslüman oldu. Peygamberimiz (aleyhisselâm) ise O’nun bu davranışından ve îmân ederek Müslüman oluşundan çok memnun oldu. Mâriye’yi (radıyallahü anha) kendisine nikâhlıyarak diğer hanımları arasına kattı.

Peygamberimizin (aleyhisselâm) Mâriye’den (radıyallahü anh) İbrâhîm adında bir oğlu dünyâya geldi. Bu sebeple de Peygamberimizin (aleyhisselâm) hanımları içinde Hazreti Hadîce’den sonra çocuğu olan ikinci hanımı olma şerefine de kavuşmuş oldu. Peygamberimizin (aleyhisselâm) oğlu İbrâhîm, Medine dışında bulunan Avâli isminde bir köyde, süt anneye verildi. Peygamber efendimiz sık sık bu köye oğlunu ziyârete gider O’nu şefkat ve merhametle severdi. Yine bir gün aynı köye; Oğlu İbrâhîm’i ziyârete gitti. Oğlunun rûhunu teslim etmek üzere olduğunu görür görmez O’nu, hemen bağrına bastı. Saçlarını okşamaya başladı. Birkaç dakika sonra İbrâhîm vefât edince: “Yâ İbrâhîm! Ölümüne çok üzüldük. Gözlerimiz ağlıyor, kalbimiz sızlıyor. Fakat Rabbimizi gücendirecek herhangi bir söz, söylemeyiz” buyurdu. Bu sırada gözlerinden damla damla yaşlar akıyordu.

Peygamberimiz ( aleyhisselâm ) aynı gün oğlu İbrâhîm’in cenâze namazını kendi kıldırdı. Bakî kabristanlığına defn edildi. Kabrinin üzerini hafifçe açarak su döktü. Baş tarafına ise büyükçe bir taş koydu. Bu durum hâlâ Peygamberimizin (aleyhisselâm) sünneti olarak Müslümanlar arasında bugün de devam etmektedir.

Yine aynı gün; (İbrâhim’in defn edildiği gün) güneş tutulmuş her taraf kararmıştı. Bunu gören herkes, Peygamberimizin (aleyhisselâm) oğlu İbrâhim’in ölümüne yormuştu. Bunu duyan Resûl-i Ekrem efendimiz; “Ay ve Güneş, Allahü teâlânın âyetlerinden ikisidir. Kimsenin ölümünden dolayı tutulmazlar” buyurmuşlar ve bu olayın tabiî bir hâl olduğunu Eshâb-ı kirama açıklamışlardı.

Hazreti Mâriye ve oğlu İbrâhim’in hayatı, Müslümanların birçok İslâmi konularda uyarılmasına, sebep olmuştur. Mâriye (radıyallahü anha), çok sâkin bir hayat yaşadı. Sessiz ve kendi halinde olmayı severdi. Bunun için kendisinden hadis-i şerif rivâyeti olmamıştır. Hz. Ömer (r.a.) devrinde hicretin 16. senesinde vefat etti. Cenaze namazını bizzat halife Ömer kıldırdı. Bakî kabristanlığına defnedildi. Cenâb-ı Hak’tan şefaatlerini niyaz ederiz. Amin.