Bugün, daha önce defalarca yazdığım bir konu hakkında bir kere daha yazmak, önemli gördüğüm konuyu bir kere daha gündeme getirmek istiyorum. Bu gidişle bu konu hakkında bundan sonra da yazmak zorunda kalacağız gibi görünüyor. İnşallah yanılırım.

Ülkemizde son yıllarda meydana gelen olaylar insanın kanını dondurtacak cinsten…

Büyük bir  vicdansızlık, insafsızlık örneği sergilenerek gerçekleştirilen ve ölümle sonuçlanan vahşet derecesindeki olaylar, toplu katliamlar, intiharlar, sabi yaştaki küçücük çocuklara kadar inen tecavüzler, töre cinayetleri, kan davaları, mafya hesaplaşmaları, annesini, eşini ve çocuklarını katledecek derecede geçirilen cinnetler, faili meçhul cinayetler, trafik ve spor magandaları, intikam hırsı, tehditler, şantajlar, yaralamalar ve benzeri sayılamayacak kadar çok olaylar, olaylar…

Ayrıca dolandırıcılık, yolsuzluk, sahtekârlık, rüşvet, irtikap ve suiistimal, yine toplumumuzda çok sık görülen hırsızlık, soygunculuk, kısa yoldan köşe dönmecilik, devleti hortumlama, hak hukuk tanımama, haram helal ayırt etmeme gibi meydana gelen olaylar ve yüz kızartıcı suçlar…

Diğer yandan ailelerdeki huzursuzluk, boşanma davalarında meydana gelen artış, aile parçalanmaları, yıkılan yuvalar, dağılan aile fertleri, aldatmalar, evden kaçan ve kötü yola düşen çocuklar, sahipsiz yavrular, büyüklerine hatta ana babalarına saygı göstermeyen gençlik, ana babasını sokağa atan evlatlar, evlatları ile ilgilenmeyen ana babalar, birbirleri ile yıllardır görüşmeyen aile fertleri, psikolojik rahatsızlıklar sonucu meydana gelen vakalar ve ancak filmlerde olur denilecek cinsten dramlar, olaylar…

Bunlarla birlikte işçisinin alın teri karşılığını ödemeyen ve verdiği sözü yerine getirmeyen işveren, işverenine karşı saygı ve hürmet göstermediği gibi kendisine emanet edilen malzemeyi hor kullanan işçi…

Kumar, içki ve uyuşturucu kullanımında meydana gelen artış ve benzeri negatif sosyal olayların tırmanışı…

Dostluk, kardeşlik, samimiyet, vefa gibi ulvî ilkelerden ve yüksek duygulardan sapma ve sözünde durma, doğruluk, sadâkat, emanete hıyanet etmeme, ahdini yerine getirme, yalana ve hileye tevessül etmeme gibi çok önemli hasletlerimizden uzaklaşmalar…

Ve lükse, tüketime olan düşkünlüğümüz, tembelliğimiz, çalışma azmimizi kaybedişimiz, yüksek oranda görülen inanılması zor meslek hataları, gençliğimizin genel olarak ilimden kültürden ve değerlerimizden bîhaber, yetersiz, vasıfsız, üstün kapasite sahibi olmaktan uzak, sahasında yeterli derecede uzmanlaşamamış elemanlar olarak yetişmeleri sonucu ülke olarak bir türlü atılım yapamayışımız, ileri gidemeyişimiz…

Yukarıda sıralamaya çalıştığım olumsuz olayların tamamı ve daha fazlası toplumumuzda görülen, yaşanan hatta sıradanlaşan ve maalesef normal kabul edilen olaylardır.

Bunları her gün gazetelerden okuyor, TV lerden dinliyoruz. Öyle ki TV haberlerinin büyük bir çoğunluğunu bu tür olaylar işgal etmektedir. Öyle iğrençliklerle ve aklın, mantığın, vicdanın kabul etmediği, inanamayacağımız öyle olaylarla karşılaşıyoruz ki  haber dinlemekten bile tiksinir hale geliyoruz.

Kendi kızına, torununa musallat olan veya kendi karısını, kızını satan, ar damarı çatlamış, iffetsiz, namus yoksunu insan denmeyecek mahlûkların iğrençliklerini duymak, bizi insanlığımızdan utanır hale getirdi.

İşte hâl-i pür melâlimiz… Çok acı, çok kötü ve çok esef verici bir görüntü…

Canilerin, katillerin kırılası elleri ile yok edilen kişilerin geride kalan yakınlarının yürekleri dağlanmakta ve bu yürek yangınını ömür boyu çekmektedirler. Caddede yürüyen savunmasız, masum bir kızımıza saldıran ve “zevk için öldürdüm”  diyecek kadar insanlıktan uzak bir mahlûkun yaptığı vahşetin izleri kolay kolay silinemez.

Hayvanlardan daha aşağıda bulunanlarca tecavüze uğrayan küçücük çocuklar daha hayatlarının başlangıcında heder olup giderken, onların aileleri, yakınları da tarif edilemez acılara gark olmakta, hayatları boyunca böylesine büyük bir acının ızdırabı ile yaşamak zorunda kalmaktadırlar.

Böylesine olumsuz, sorunlarla dolu, çirkin ve acı olayların sürekli yaşandığı toplumlar huzur ve saadet bulabilir mi? Toplumumuzu meydana getiren insanların her an bu tür olaylarla iç içe olması, yüz yüze kalması ile o toplumun refaha ve felâha kavuşması mümkün mü? Elbette değil.

Peki nereye gidiyoruz? Toplum olarak nereye sürükleniyoruz? Hangi bilinmez rüzgârın etkisi ile sonu belirsiz mecraya doğru yol alıyoruz? En korkunç uçurumlara sürüklendiğimizin, en tahrip edici fırtınalara doğru yelken açtığımızın farkında mıyız? Bu olumsuzlukların sebeplerini düşündük mü hiç? Bu olayların sebep ve sonuçları üzerinde kafa yorduk mu? Bu çirkinliklere, bu kötü manzaraya son vermek için hangi adımlar atıldı, hangi tedbirler alındı?

Hayâ, edep, insanlık, insaf ve merhamet yoksunu kişiler, nerelerde yetiştiler, nasıl ve ne şekilde ortaya çıktılar?  Bu olayları icra edenler bizim kendi ülkemizin insanları, bizim insanımızın evlâtları, kardeşleri… Ne oldu, nasıl oldu da bu insanlar bir anda bu hâle geldiler, canavarlaştılar âdeta…

İnsaf ve merhameti olmayan, vicdanında ufacık bir rahatsızlık duymayan, kalbinde Allah korkusunun zerresi bulunmayan, gönlünde manevi duygu taşımayan bir insanın her kötülüğü icra etmesi ve akılları fesâda uğratan olaylara karışması mümkündür.

Toplum içinde kol gezen bu canilere dur demenin, onların yaptıkları insanlık dışı davranışlara son vermenin ve yapanlara da hesap sorarak, hiç değilse yanan yürekleri soğutmanın bir yolu yok mudur? Elbette vardır.

Hemen hemen her gün karşılaştığımız, gördüğümüz veya işittiğimiz bu esef verici olayların sebebini bir kaç şarta bağlamak mümkündür.

En başta Eğitim sistemimizin kalitesiz, bozuk, aksak ve yetersiz oluşu ile Manevi Eğitim eksikliği bu olayları tırmandırmaktadır. Gençlerimizin Allah korkusundan, Ahiret duygusundan ve hesap verme anlayışından uzak yetişmeleri böyle bir sonuç ortaya çıkarıyor.

Her insanın başına bir polis, bir jandarma dikemezsiniz. Ama her insanın gönlüne Allah korkusu, yaptıklarının bir gün hesabını vereceğine inanma duygusu, Ahiret inancı, Cennet ve Cehennem anlayışı yerleştirebilirsiniz. İşte bunu yapmanın yolu da eğitimden geçmektedir. Bu eğitime Manevi Eğitim diyoruz. Manevi Eğitimden yoksun ve maneviyatı terk eden toplumların gidişatı çok kötü, çok fenadır.

Onun için Manevi Eğitim ile donanmış ve yüreği Allah korkusu ile yoğrulmuş bir nesil yetiştirmek zaruridir.

Diğer bir sebep, ülkemizdeki cezaların caydırıcı olmaktan uzak olmasıdır. Cezaların yetersizliğinden dolayı suçlular kısa sürede serbest kalmakta, zaten maneviyattan yoksun olunması sebebiyle, her fiilin yapanın yanına kâr kaldığı düşünülerek bu tür çirkin olaylarda inanılmaz artışlar meydana gelmektedir.

Bir veya birkaç kişinin katledilmesi neticesinde, öldürülenlerin yakınlarının yüreklerine mutlaka bir ateş düşer. Bu ateşin söndürülmesi zaruridir ve bu görevi devlet yapmalıdır. Aksi halde devletin yapmadığını halkın kendisi yapmak isteyecek ve yıllar geçse de intikam ateşi sönmeyecektir. Bu menfur olayın kan davasına dönüşmesi ihtimali de büyüktür.

Bu ateşin sönmesi, faillerin suçları kesinleştiği anda idam cezası uygulanması ile mümkündür. Ancak katillerin idamı ile mazlum ve mağdur yüreklerdeki intikam ateşi sönecek ve büyük bir kan davasının önüne bu şekilde geçilebilecektir. Rabbimiz, “Kısasta hayat vardır” düsturunu boşuna koymamıştır.

"Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas emredildi. Buna göre hüre hür, köleye köle ve kadına da kadın kısas edilir. Fakat kâtil, öldürdüğü kimsenin yakını tarafından affedilirse kısas düşer. O zaman affeden, uygun görülen diyeti kabul etmeli, affedilen de diyet borcunu güzelce ve tam olarak ödemelidir. Bu, Rabbinizin bir hafifletmesi ve merhametidir. Bütün bunlara rağmen kim Allah’ın koyduğu sınırı aşarsa, pek acı bir azabı haketmiş olur." (Bakara Sûresi 178)

"Ey akıl sahipleri! Sizin için kısasta hayat vardır. Umulur ki böylece hem öldürmekten hem de öldürülmekten korunursunuz." (Bakara Sûresi 179)

Kasten işlenen cinayetlerde; gerek mağdur tarafın ve toplumun ortak duygularının tatmin edilmesi, gerekse suçun önlenip insan hayatının ve sağlığının her şeyin üstünde tutulmasını sağlamak üzere suça denk bir ceza demek olan kısas hükmü konulmuştur.

Kasti adam öldürme, ırza tecavüz, terör gibi ağır suçlarda suçluya kısıtlı hapis cezalarının uygulanması hem mağdur tarafta ve toplumda büyük bir tepki ve hoşnutsuzluğa yol açmakta, hem de suçun işlenmesinde hiçbir caydırıcı rol oynamamaktadır. Bunu en iyi bilen Rabbimiz suça denk bir ceza emrederek, insan hayatını ve sağlığını korumanın en emniyetli yolunun kısas olduğunu “kısasta hayat vardır” düsturuyla ortaya koymuştur.

Kısas; hem katil olacak kimse, hem de öldürülecek kimse hakkında hayatı korumaya sevk etmektedir. Çünkü katil olacak kimse, birisini öldürdüğünde kendisinin de öldürülmeyi hak edeceğini bilirse öldürmekten vazgeçer. Böylece hem kendisi hem de karşısındaki hayatta kalır.

Kısasta, cinayet işleyecek ve cinayete kurban gidecek olandan başka tüm toplumun yaşama hakkını da teminat altına alma vardır. Çünkü bu yolla öldürmenin önüne geçilmesi, bu ikisinden başka bunlarla ilgisi olan insanların da hayatlarının devamına ve güvenliğine bir garantidir.

Cezaların caydırıcı olması, suçların azalmasının temel sebebidir. Toplumumuzda görülen kötü fiilleri ve çirkinlikleri ortadan kaldırmak istiyorsak, bütün suçların cezalarının caydırıcı hale getirilmesi şarttır.

Sosyal adaletsizlik, gelir dağılımındaki dengesizlik, işsizlik ve açlık gibi sebepler de, istenmeyen kötü olayları tırmandıran nedenler arasında sayılabilir. Sosyal Devletin, vatandaşına insanca yaşayabileceği bir iş veya yaşam imkânı sunması görevleri arasındadır. Bu görev ihmâl edilirse bu tür olayların önüne geçmek kolay olmayacaktır. Ancak bu sebep, Müslüman ülkelerde yardımlaşma, vakıf kültürü, sadaka ve zekât müesseselerinin iyi işletilmesi sonucu asgariye indirilebilir.

Sonuç olarak bütün olumsuzluklardan, çirkinliklerden, acılardan, problemlerden, sıkıntılardan kurtulmak, gözyaşlarını dindirmek ve hâl-i pür melâli, hâl-i pür nûra dönüştürmek; Rabbimizin emrettiği yola girmekle ve O’nun istediği gibi yaşamakla mümkündür.

Yazımı konuyla ilgili yazdığım bir şiirimle tamamlamak istiyorum. Sağlıklı ve mutlu yarınlar efendim.

KISASTA HAYAT VAR

                                                                                                                                                            

Vatana ihanet yok olsun dersen,

“Kısasta hayat var”, budur çaresi.

Herkes yaptığını bulsun istersen,

“Kısasta hayat var”, budur çaresi.

***

Vicdansız, saldırgan, cani ve küstah,

Vatan, millet bilmez, kalbi simsiyah,

Olmasın diyorsan, terör ve silah,

“Kısasta hayat var”, budur çaresi.

***

Büyük, küçük ayırt etmeden vurur,

Nice güzel güller, başaklar kurur,

Baharında taze fidanlar çürür,

“Kısasta hayat var”, budur çaresi.

***

Gözünü kırpmadan kıyar her cana,

Aldırmaz toprağa düşen al kana,

Kahpece saldırır suçsuz civana,

“Kısasta hayat var”, budur çaresi.

***

Gün geçtikçe artar taciz, tecavüz,

Kalmadı arsızda ne namus, ne yüz,

Adım atın vakit geçmeden henüz,

“Kısasta hayat var”, budur çaresi.

***

İğrençlik; gönüller, yürekler yakar,

İffetsiz, kızına yan gözle bakar,

Her yerden çirkinlik fışkırır, kokar,

“Kısasta hayat var”, budur çaresi.

***

Tecavüz uzandı bebeğe kadar,

Sapık karısını, kızını satar,

Ülke bu gidişle battıkça batar,

“Kısasta hayat var”, budur çaresi.

***

Kısas gelmez ise bitmez olaylar,

Acıyla geçiyor haftalar, aylar,

Eksilmez belalar, depremler, faylar,

“Kısasta hayat var”, budur çaresi.

***

Mikroplar bünyeyi hızla sarıyor,

Oluşan ur beyne, kalbe varıyor,

Sürekli ölümcül darbe vuruyor,

“Kısasta hayat var”, budur çaresi.

***

Kanser olur sarar, huzuru önler,

Kesilmezse toplum acıyla inler,

Yeri göğü sarar ahu eninler,

“Kısasta hayat var”, budur çaresi.

***

Ceza caydırıcı olursa şayet,

Sona erer her tür baskı, cinayet,

Kurtulsun cemiyet, emreder Ayet,

“Kısasta hayat var”, budur çaresi.

SALİH SEDAT ERSÖZ