Yaşanılanların  açtığı pencereden gördüklerimi yazmaya devam ediyorum.  Bir yakınımın daveti üzerine birlikte bağlarına gittik. Bağının kenarında yol üzerine lüks bir araba park etmişti. Biz de hemen önüne park ettik. Tam bu esnada bağdan karı-koca olduklarını ifade eden bir çift, topladıkları iki büyük sepet üzümle karşımıza çıktılar. Aslında yaşanan,  bir suç üzeri durumuydu.

Bu karı koca inkâr da etmediler bağdan üzüm (ç)aldıklarını… Burada bana garip gelen ikisinde gördüğüm rahatlık ve  pişkinlikti. Adeta kendi bağlarından üzüm kesmiş gibi rahat tavır sergilediler; ne bir panik, ne de utanmadan eser yoktu. Neden yaptıkları sorulduğunda “biz bakımsız bağ (hozan) olduğunu düşündük” dediler. Hiç umursamadan ve korkmadan arabalarına binerek gittiler.

Burada beni düşündüren bu insanların halleriydi. Bu insanlar için yaşanan o kadar sıradan ve doğaldı ki şaşılacak ne vardı! Bu insanlar yaşadığımız toplumun ferdiydiler yani bizim toplumun parçasıydılar. Kırklı yaşlardaydılar ve görünüşe göre ihtiyaç sahibi de değildiler …

Bu insanlara, bunca yıldır vicdan  ve ahlak eğitimi verilememiş olması üzerinde ciddiyetle durulması gerekir. Her şeyden önce manevi açıdan helal- haram ile yasalar açısından dürüst/ iyi vatandaş– mücrim tefriki öğretilememişti. Oysa, maneviyat literatürümüzde genişçe yer verilir helal – haram mevzuna… Türkülerimizde bile… "Rızasız bahçanın gülü derilmez (toplanmaz)" diye…

Yeri gelmişken değinelim: Eğitim-Öğretimde ahlak en önemli ve ağırlıklı konu olmalı…..  Ailede- okulda “Ağaç yaşken eğilir” atasözüne uygun  helal dairede, yasalara uygun  ahlaklı, erdemli yaşamanın kuralları mutlak surette öğretilmeli, eğitim-öğretim ile yapılacak teorik ve uygulamalı  imtihanlarla talebeye mutlak kazandırılması gereken bir karakter olmalı…Oldukça basit ve bir çırpıda akla geliveren:

Terleyerek helal kazancın geçimin temeli olması; haramı altın kâsede sunsalar reddedilmesi,

Bir insanın başta yaşam hakkı olmak üzere tüm haklarının dokunulmazlığı ve korunması,

Yalan söylenmemesi,

Emanete ihanet edilmemesi,

Sözüne sadık olunması,

Kibir, kin ve hasetten uzak durulması,

Ve bunun gibi belirlenecek mahdut  sayıda kural  öğretilmeli, değil mi? Sadece teorik değil uygulamalı da…. Bu eğitimden-öğretimden geçmeden, bu karakter kazandırılmadan kimse mezun edilmemeli ve toplumda dürüst yaşam yüceltilmeli...

Hani, bir söz var: “Herkesin polisi kendi vicdanıdır, fakat polis vicdanı olmayanların karşısındadır.” Bu olayda vicdanların kaybolduğu  bir umursamazlık hali var. Bir kitapta okumuştum, Ebu Zer Gıfari için “Toplumun yitik vicdanı “ diye… Öyleyse Toplumdan bir kesit, numune üzerinden esas soru gelsin: “Nasıl oldu da  vicdan böylesine kayboldu?”