İnsan melek değildir, hayvan da değildir. İkisinden de farklı olarak akıl, fikir, nefis ve ego sahibidir. İnsan, Hak dinin emir ve yasaklarına uyarak, salih ameller işleyerek, Hazreti Peygamberi kendine örnek alarak meleklerden de üstün olur; nefsine yenik düşerek, şeytanın oyuncağı olarak hayvanlardan da aşağılara düşer. 

Evet, her insanın bir şeytanı vardır; o şeytan insanın nefis ve egosunu kullanarak onu yoldan çıkarır, hatta hayvanlar gibi yaşatır, daha aşağılara düşürür. Şeytan bunu nasıl yapar? Şeytanın tek silahı vesvesedir. Başta insana hırs verir, fakir olmakla korkutur ve cimriliğe sevk eder, hayır- hasenat, zekat, sadaka verdirmez. Kötü amellerini güzel gösterir ve doğru yola olduğunu sanır. İnsanın kadına olan meylini ve zafiyetini kamçılar ve zinaya düşmesini sağlar. Ölümü unutturur, daha gençsin, zaman var der, eğlenceye daldırır, oyalar, ibadetlerini yaptırmaz. Mal hırsı verir, zengin olma hayali yaşatır, böylece haramdan, faizden, kumardan kazanmaya sevk eder.  Lüks yaşamı hoş gösterir, israf ettirir, aç ve açıkta bırakarak bunalıma düşürür ve Rabbine isyan ettirir. Evet, insan şeytanın dürtüleriyle cimri kesilir, fakir olmaktan korkar, ölmeyecekmiş gibi mal biriktirir, heva ve hevesine kapılır, fuhşa düşer, büyük günahlar işler, ahiretini unutur, benlik yapar. Özetle günah işlemeye, aldanmaya, aldatılmaya adaydır, meyyaldir insan.  Adeta günahlarla sınanmak için yaratılmıştır insan. Nitekim bir hadis-i kutside, “Günah işleyip sonra tövbe edenleri severim. Sizler günah işlemeseydiniz günah işleyip sonra tövbe eden topluluk yaratırdım” buyrulur. İstenen; günah işlememek değil, günahtan dönmeyi, tövbe etmeyi bilmek ve Rabbimizin kapısına iltica etmektir. Rabbimiz, şeytanın fonksiyonu, görevini Kur’an’da sık sık bize hatırlatır ve “en büyük düşmanınız şeytandır” buyurur. 

Ehl-i sünnet itikadına göre dünyada günahsız insan yoktur. Peygamberler bile “zelle” dediğimiz kaymaları, küçük hataları işlemişlerdir. Allah peygamberlerini özel olarak eğitmiş ve günahlardan korumuştur. Onlar masumdurlar, ismet sıfatına sahiptirler. Onların dışında evliya gördüğümüz, kutup- aktap, gavs, yediler, kırklar, abdal ve nüceba bildiğimiz insanlar da günah işlemişlerdir, kusursuz bir hayatları olmamıştır. Onların diğer insanlardan bir farkları; kusurlarını itiraf etmişler, tövbe ve niyazda bulunmuşlar, tezekkür ve tefekkürle Rabbimizin affına, rahmetine, mağfiretine nail olmuşlardır.

FETÖ dediğimiz terör örgütünün mensuplarının en büyük yanlışı; önlerinde günahsız bir insanın olduğuna inanmaları veya inandırılmalarıdır. Böyle bir yanlış itikadın sonuncunda yanlış yapmadığına inandıkları o insanın emriyle canileşmişler, vatanı ve devleti birilerine peşkeş çekecek kadar mankurtlaşmışlardır. 

TASAVVUF VE TARİKAT GERÇEĞİ

Peygamberler halkası son peygamber Hazreti Muhammed ile sona ermiş, irşat için onların varisleri ilmiyle amil olan alimler ve veliler kalmıştır. Bugün de o alimlerden vardır, insanlığı irşada devam ediyorlar. Ancak evliya bildiğimiz insanların günahsız olduğuna ve her şeyi önceden bildiğine inanmak ehl-i sünnet inancına aykırıdır, hatta şirktir. Gayb bilgisi Allah’a mahusustur. Kim gaypten haber veriyorsa yalancıdır, sahtekârdır. İnsanlar ancak Rabbimizin izin verdiği ve bildirdiği kadar gelecekten haber verebilirler. 

Evet, Peygamberlik müessesesi, risalet sona ermiştir ama keşif, ilham, keramet ve sadık rüya devam etmektedir. Evliyanın kerameti haktır. Ancak bu yollarla elde edilen bilgilere inanmak gerekmez, kişi rüyasıyla kendi amel edebilir. Günümüzde ehl-i sünnet çizgisi dışına çıkan birçok grup ve insan görüyoruz. Falanca şeyhin fotoğrafını cebinde gezdiren ve ona bakarak feyiz aldığına inanan da var, şeyhim beni görüyor, her gece beni kaldırıyor diyenler de var, inandığı insanın gayp bilgisi olduğunu iddia edenler de var, şeyhinin sözüyle yuvasını dağıtan ve eşinden boşananlar da var, onun yolunda bütün varlığını harcayanlar da var. İşte şeytan burada devrededir ve yanlış itikatları güzel göstermektedir.

    Tasavvuf değimiz yolculuk da aslında nefis eğitimidir. Nefsine hakim olmak,  heva hevesine yenik düşmemek için insan gördüğü, öğrendiği ve inandığı bir Allah dostunu örnek alır ve onun mektebinde yetişmeye ve olgunlaşmaya çalışır, biz buna “tarikat” diyoruz. Tarikat da, tasavvuf da haktır. Bugün gönüllerimizden muhabbeti hiç gitmeyen geçmiş alimlerin hemen hepsi tasavvuf yolunda yetişmişler, o yolda kemale ermişler, hakikatı o yolda bulmuşlardır. Tarikat disiplininde şeyhe itaat ve muhabbet etmek, “fena fişşeyh” olmak şarttır. Ama öyle bir şeyhi bulmak önemlidir. Şeyhi olmayanın çok zaman şeyhi şeytan olur derler. Yeterli bilgiye sahip olmadan tasavvuf yoluna giren insanların çok zaman sapıttıklarını da görüyoruz, şeyhini uçuranları görüyoruz, şeyhini peygamberden ilerde tutanları görüyoruz, hatta Allah’ın sıfatlarını şeyhine verenleri görüyoruz. O yüzden önce bilgi, sonra tarikat diyoruz.