Biz Mustafa Üstün’ü 1980’li yıllarda Muhafazakar Parti’nin İl Başkanı olarak tanıdık. Sonra siyaseti bırakıp noterliğe başladı. Bir zaman sonra da görevini Konya’ya nakledip bizim kadrosunda bulunduğumuz Konya Postası’nda yazmaya başladı ve tanımaktan öteye geçip bilgi ve birikiminden istifade ettik. Şimdilerde emekli noter olarak inzivai bir hayat süren Mustafa ağabey ile 1970’li yılların siyasi atmosferini sonraki gürece dair gelişmeleri anlattı.

Sizi kısaca tanıyabilir miyiz, nerede ve hangi tarihte dünyaya geldiniz, hangi okullarda eğitim aldınız?

Konya’da 1950 yılında dünyaya geldim. Akçeşme İlkokulu ve Konya İmam Hatip Lisesi’nden mezun oldum. Ardından İstanbul Hukuk Fakültesi’ne giderek yüksek tahsilimi tamamladım.

Çalışma hayatınızda nerelerde görev yaptınız?

Teknik ve medeniyetteki  ilerlemeler edebiyatla olur Teknik ve medeniyetteki ilerlemeler edebiyatla olur

İstanbul’da öğrenciyken Millet Gazetesi’nde musahhihlik yaptım. 1969 yılında da Anadolu’da Hamle Gazetesi’nde makale yazmaya başladım. Fakat yazarlığı meslek olarak bakmayıp, zevk ve kültürel sorumluluk görerek devam ettim.

Hukuk Fakültesinden mezun olduktan sonra Siirt’in Baykan ve Beşiri kazalarında kısa süre Savcı Yardımcılığı görevlerinde bulundum. Akabinde Yozgat Şefaatli’de noterliğe başlayıp; Gaziantep Nizip, Konya Ilgın, Adana ve Konya ve tekrar Gaziantep’te toplam 29 sene görev yaptıktan sonra 2025 yılında emekli oldum.

27 Mayıs Darbesini çocuk yaşlardayken gördünüz ama 12 Eylül Darbesini ve öncesindeki olayları gençlik çağlarınızda yaşadınız. O döneme dair neler anlatmak istersiniz?

Ben milliyetçi çizgide bir insanım. Kültürde Fikirde Sanatta Hamle Gazetesi’nde köşe yazarlığı yaptığım 1970’li yıllarda gazetemize zaman zaman silahlı baskın yapılır, dışarıdan sıkılan kurşunlar çamları parçalayıp duvarları delerdi.  Bu tür eylemlerde şükür yara bere almadık. Bazı günlerde de dağıtım için binanın önüne bırakılan gazetemiz, karşıt görüşlü kişilerce çalınıp bayilere dağıtılması engellenirdi. O dönemin siyasi şartlarında bu tür durumlar yaşanırdı.

İdeolojik fikriniz nasıl oluştu?

Şahıslarda ideolojinin oluşmasında aile, okul ve en önemlisi arkadaş grubu etkilidir. İşini ve öğrencisini seven öğretmenleri de buna eklemek gerekir. Talebeyi notla terbiye eden, ezberciliği teşvik eden kişiler ise çok kötü birer eğitimcidir ve maalesef bunların sayısı daha çoktur. Öğrenciyi kitaptan ve dersten soğutan öğretmenlerin vebali çoktur.

İnsan beyni bir süzgeç gibidir; öğrendiklerinden lüzumsuz olanları atar, kendince faydalı bulduklarını saklar. Sevdiklerini alır, sevmediklerini unutur.

İdeoloji artık sevimsiz bir kelimedir. İnsan kendi gönül huzurunu nerede bulursa en güzel ideoloji odur. Sevmeyi ve sevilmeyi bilmeyen insanlar neticede öfkeye teslim olurlar. Öfke de şiddeti besler, bunun önüne de geçilemez.

1917'de Çarlık Rejimi Rusya'da yıkılıp yerine Komünizm kuruldu. Ancak kendi içlerindeki hâkimiyet kavgaları ile hem milyonlarca insanın ölümüne sebep oldular ve hem de birbirlerini tükettiler.

Bu ömürden sonra ideolojilere sıcak bakmam mümkün değil.

Türkiye’nin o yıllardaki siyasi şartlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

2 Eylül 1980 öncesi zamanları konuşsak ne olacak? Devlet o devirde en dinamik grup olan Ülkücülerin iyi yerlere gelmesini istemedi. 27 Mayıs 1980'de eski Gümrük ve Tekel Bakanı Gün Sazak şehit edildi ve MHP'ye büyük bir darbe vuruldu. Gün Sazak Türkeş'ten sonra MHP'nin başına geçecek olan kişiydi ama yok ettiler. Bütün Türkiye'de gün Sazak’ın öldürülmesinden sonra ortaya çıkan olaylar 12 Eylül 1980 ihtilalinin kaldırım taşlarıydı.

Ülkücü gençlerin cezaevlerinde her geçen gün sayısı diğer gruplardan çok fazla oldu. Mustafa kardeşim; bu konuları anlatsam aklım razı değil, sussam vicdanım razı değil çizgisinde gider, ulaşacağımız bir yer yok!

1980'den önce MHP İstanbul İl Başkanı Recep Haşatlı oğlu ile birlikte şehit edildi. MHP'li Bingöl Belediye Başkanı Hikmet Tekin ailesi ile şehit edildi. Bunun gibi nice cinayetlerin hesabı görülmedi. 12 Mart 1971 muhtırasının arkasında, aşırı sol gruplar var denildi; İngiltere’nin parmağı olduğu söylendi. Düşündükçe yoruluyorsun, ruhum daralıyor ama elden ne geliyor?

Türkiye kendi haline bırakılacak küçük bir ülke değil, tarihi mirası var, etkilediği ülkeler var. 27 Mayıs 1960 ihtilalinin en büyük destekçisi Amerika oluyor. 12 Eylül 1980 ihtilalini arkasında Amerika gözüküyor. 12 Mart 71 darbesinin arkasında yine Amerika var, İngiltere var. Seni kendi haline bırakmıyorlar.

Fikir hareketlerinin olduğu o yıllarda günümüzdeki kadar para konuşulmazdı. Şimdi al gülüm, ver gülüm. Her şey paradan ibaret hale geldi.

Bir de bugünlere bakalım… Türkiye'sinin siyasi şartlarını değerlendirecek olursak; iyimser bir bakış zor gözüküyor. Enflasyon civarında bir faiz ödenmesi çok ters gelmezken, riba ve faiz birbirine karıştırıldı. Ekonomi darmadağınık oldu. İnşallah yeniden toparlarlar. Türkiye Başkanlık sistemine geçti, bu yapıda erken seçim çok zordur. Ancak kazanacaklarını kesin görürlerse erken seçim kararı alabilirler.

Günümüzde hep maddi menfaat konuşuluyor, ideal denilen bir şey var mı? Devlette bir yere tutunanlar hemen döviz maaşlı yurt dışı görevlere yerleşiyorlar. Yurt içinde ise maaşın yanında illâ İdare Meclisi azalığı ve onun prim geliri olacak. İyi manada değişen ne var?

Partiler çoğaldı ama eski güçleri kalmadı. Liderleri çekilecek olsa etkisi kalmayacak çok parti var. Her şey liderlerle başlayıp onlarla bitiyorsa siyaset başarılı gitmez. Particilik bir geçim kaynağı haline getirildi. Oyları yüzde yediyi aşan partiler aklın hayalin almayacağı hazine yardımlarına kavuştular. Bu paraların hesabı görülüyor mu? Siyasi faaliyetler ancak parti üyelerinin gönüllü aidatları ile yürütülürse bereketli olur. Şimdi parti genel merkezlerini elinde tutanlar astığı astık, kestiği kestik gidiyorlar.

Biz 12 Eylül öncesine dönelim; siz o yıllarda olaylardan ya da uygulamalardan zarar görünüz mü?

19 yaşımdayken gazetede yazılarım çıkmaya başladı. İhbarcılığı eleştiren bir yazım sebebiyle üç ay ertelenmiş hapis cezası aldım. Ayrıca, bugünün parasıyla seksen bin lira civarında tazminat ödedim. Yazmak bir hevesti, buna rağmen yazmaya devam ettim. Onun da bana çok zararı oldu.

1971'de üç sayı süren bir mecmua çıkarabildim. Yine bir davadan dolayı Yazı İşleri Müdürü merhum Avukat Ahmet Macit Sarıkaya ile bir hafta Ankara'da otelde kaldık ve zaman aşımı süresini doldurunca Konya'ya geri döndük. Üç sayı çıkabilen derginin maddi ve manevi olarak beni çok kötü etkiledi.

Türkiye'de fikir yazılarıyla uğraşmak büyük üzüntülere sebep olur. Bugün yazarları inceleyip, tazminat davaları peşinde koşan hukukçular var. Nasrettin Hoca hesabı, herkes haklı ve kimseye bir şey denmiyor. Böyle bir ortamda fikir hürriyeti gelişemez. Gazete çıkaranlara da gazetecilik yapanlar da Allah kolaylık versin. Hele mahalli basın çok daha zor. Gazeteler Ankara matbaasında basılıyor, satışlar eskisinin beşte birinden aşağıya düşmüş. Zor dostum zor.

Son sorumuz, siyasi partilerdeki görevlerine dair olsun. İdeolojiniz paralelindeki partide İl Başkanlığı yaptınız, değil mi?

1980 öncesinde MHP fikir olarak Milliyetçi Hareket Partisini destekledik ama görevim olmadı. Darbe sonrasında 1983’de yeniden sivil idareye giciş sırasında, MHP’nin temeli olan Muhafazakâr Parti’nin Konya teşkilatının kurucuları arasında yer aldım ve Başkanlığını üstlenmiş oldum. Noterlik görevim çıkınca 1986’da siyasetten ayrıldım.

Geçmişe ışık tuttuğunuz ve aktardığınız bilgiler için teşekkür ederiz…

Kaynak: MUSTAFA GÜDEN