Edep; toplumun töresine uygun davranma, terbiye, sevecenlik, nezaket, görgü ve ahlak kuralları olarak tanımlayabiliriz.

Terbiye, yol yordam da demek.

İlkeli yaşamın estetiğe bürünmüş hali.

Yaşamın bizimle beraber başka insanlar ve varlıklardan oluştuğunun farkına varmak.

Kendimize yapılmasını istemediğimiz bir şeyin başkalarına da yapmamak.

Hatta kendimizi insanlık makamının baş sorumlusu olarak görüp, bedensel ve ruhsal sağlığımızı düşünmek de  ayrıca kendimize karşı edebimizi gösterir.

Daha da ileri gidersek yaratılmış gayemize uygun bir varlık olduğumuzun bilinci ile yaşamaya çalışmak.

Tevazu yolunda kendimizi geliştirmek…

Bunu başarabilmek için önce kendi nefsimizi terbiye etmek.

Demem o ki;  birey, iş adamı, politikacı,  ülke yöneticileri, hukukçular bilim adamları büyüdükçe, zenginleştikçe makam mevki sahibi oldukça yani belirli bir güç haline geldikçe, aynı zamanda gelişebilmemiz için de gücümüzün edebe bürünmesi lazım. Yani sahip olduklarımız arttıkça edebimizden bir şey kaybetmediğimiz gibi edepte derinleşmek de lazım.

Edebi böyle öğrendik. Geleneklerimiz ruhlarımızı böyle programladı ve biz insanlar makam mevki ile güçlendikçe, zenginleştikçe edebinin da gelişeceğini düşündük.

Ve hayal kırıklıklarımız da o andan itibaren başladı.

İnsanların zenginleştikçe haksızlık yapabilme ayrılacağına sahip olabileceğini düşündüğünü gördükçe hayal kırıklıklarımız bizi kendimizle çeliştirdi.

Acaba biz mi yanlış biliyoruz? Diye düşünmeye başladık.

Medeni toplumların ortak ilkelerini önce güç sahiplerinin ihlal ettiklerini,  ihlal etmeyi kendilerine hak gördüklerine şahit olduk.

Güç tevazu noktası olmaktan çıktı,   ilkeleri bile ayaklar altına alabilecek bir muktedirlik yetkisine dönüştü.

Öyle ki lüks araçlar geçiş üstünlüğüne sahip oldu. Hatta son zamanlarda yasaklandı ama ilkeleri ihlal etmek ve bunu imtiyaza çevirmek için yarış başladı.

 Birçok bürokrat bu ve benzeri imtiyaza sahip olmak için sanki makamlar ister oldular.

Adalet, vicdan insani bir özellik olmaktan çıktı gücü elinde bulunduranın ayrıcalığı haline geldi.

Böyle olunca saygın olmayı becermeden sayılmayı bir özellik saydık.

Veya saygınlık kazandığımızda, sayılıp sevildiğimizde çok daha tevazu sahibi olacak iken hatta çok daha fazla hoşgörü sahibi olacak iken artık yapmış olduğumuz hataların ve yanlışların hoş görülmesini kendimize hak olarak görmeye başladık.

İş adamı, politikacı, bürokrat, bilim adamı içerisinde çokça bu tip insanlara sahip olduk.

Yani gücümüze,  makamımıza ve sahip olduğumuz varlıklara göre kendimize biat edebilecek organizasyonlar kurmaya çalıştık. Ekiplerimizi biat sistemine göre kurduk.

Çalışanını insan olarak değil para ile satın aldığını düşünen iş adamı, bulunduğu makamı başkalarına hükmetme arcı gören bürokrat,  problem çözmekten çok, kendini önemli adam yerine koyan yönetici,  seçimle gelen seçmeninin taleplerine duyarsızlaşan siyasetçi gibi…

İktidar muhalefet arasındaki görüntülerin de bundan çok farkı yok.

İlkeleri bir kenara bırakıp edebi, aklına bile getirmeyen,  küresel bir güç olmaya başlayan bir ülkenin politikacıları olduklarını unutup birbirinin açığını kollayan mahalle politikacıları gibi davranan ülke yöneticilerimiz bizi, ümidimizi bir daha hayal kırıklığına uğratıyor.

Özellikle ülke yöneticileri; iktidar ve muhalefet hatta iş adamları olarak, milletin idolü olması gereken insanlar olması gerekirken bu zafiyetleri yaşıyoruz.  İktidar başarıları tevazudan yoksun bir şekilde sunarken, muhalefet tevazuu aklına bile getirmeden yıpratıcı her türlü aracı kullanarak adeta toplumu çıkışı olmayan bir yola soktuklarına şahit oluyoruz. İş adamı bu hengâmeden cebini doldurmaya çalışan asalak bir pozisyonda.

Ve bunu dünyanın en çok dalgalı politika izlediği zamanlarda yapıyoruz.

Şu an ekonomi, politika, diplomasi milletler arası ilişkiler, güç dengelerinin yeniden tanımlandığı her şeyin kuralının yeniden yazılmaya başladığı bir dönemde edebi düşünmeyi ve hatırlatmayı bir borç olarak görüyorum.

Çünkü tam da şimdi;

Bütün dünya ülkemizin yükselen pozisyonuna karşı birlik halinde bir duruş sergilerken...

Uygar ülkeler şimdiye kadar tesis edilen bütün ilkeleri darmadağın ederek, kendilerini n tanımladıkları özellikleri yok sayarak adeta makyajlarını akıtarak üzerimize geliyor.

Hal böyle olunca vatandaş, iş adamı, bürokrat, politikacı ve devlet yöneticilerimizle hep beraber ortak bir paydada buluşup değişen dünya şartlarına göre hep beraber pozisyon alma zaruretini doğuruyor.

Yapılan her olumsuzluk milletimiz tarafından görülüyor.  Kimse onları kandırdığını düşünmesin. Belki susuyorlar ama eğer bir alternatifi bulurlarsa yeniliğe geçme konusunda mahir bir milletiz.

Bu milletin ferasetini kimse sınamasın.

Şu an bölgemizde stratejik bir devlet olarak top yekûn hareket etmemiz lazım. Aynı zamanda bizi ilgilendiren her konuda bilinçlenerek…

Kendi köyümüz, kendi ilçemizin duyarsız bir vatandaşı olarak değil, hata kabul etmeyen, sonuçları dönüşü olmayan acılar doğurabilecek bir nizamda en dikkatli ve bilinçli duruşumuzu sergilemeliyiz.

Her bilgiyi ayrı ayrı değerlendirerek…  Dünya milleti olmanın gereklerini yani evrensel değerleri hakim kılarak.

Bütün dünyada insanlığı baş tacı edecek bir ülke olmanın ülküsü ile hareket etmeliyiz.

Özellikle adalet, vicdan gibi kavramların sadece rol icabı yaşandığı dünyamızda, adaleti ve vicdanı yaşama egemen kılmak,  evrensel değerleri yaşamın ana değerlerleri haline getirerek,  edebin yaygınlaşmasında önemli rol oynamak ancak bizim milletimizin yapabileceği bir yönetim biçimi. Bunu bütün dünya halkı biliyor ve bekliyor.

Önce insan diyebilen fertlerin oluşturduğu bir millete, bir ülkeye şu günlerde bütün dünya insanları muhtaç.

Edep gücün inandırıcılığını ve etki alanını arttıracaktır. Kaynağı edep olan güç insanlığın kalben inanacağı ve birlikte yaşamak isteyeceği güçtür.