1977 yılının Nisan ayı içinde bir Pazar günü idi. İstanbul’da bulunan İskenderpaşa Caminin bahçesinde bulunan mütevazı eve bir grup arkadaşla topluca giriş yapmıştık. Karşımızda o zamana kadar görmediğimiz ama Mehmet İncili ağabeyimizden sürekli işittiğimiz ve hayalimizde canlandırmaya çalıştığımız, nurâni bir zat duruyordu. Bu zat; dolgun pembe yanaklı, uzun ak sakallı, heybetli ama oldukça sevimli, alımlı, herkesi etkileyen ve hemen manevi mıknatıs alanına alıveren gül yüzlü Mehmed Zahid Kotku hoca efendi idi.

Elini öpüp oturduk. Ruhlara serinlik ve rahatlama bahşeden bir mekânda, manevi ahlâk ve terbiyeyi hayatımıza nakış nakış işleyen konuşmasını dinledik. O konuştukça gönüllerimiz cûşa geldi. İslâm kardeşliğinin önemini ve güzelliğini pekiştirdik. İçimizde sıcacık bahar yelleri esiyordu. Bizi alıp bambaşka diyarlara götürmüştü. Havalarda uçuyorduk sanki… İslâm dini ile müşerref olmanın önemini ve değerini burada bir kere daha tam manasıyla kavradık.

Camide kıldığımız ikindi namazının arkasından tekrar dinledik o sımsıcak ve yumuşacık sesini… Sarıyordu bizi… Tüm bedenimizi ve ruhumuzu kucaklıyordu. Tekrar öpme fırsatı bulduk pamuk ellerini… Doyulmaz sohbetinde yaşantımızı daha da güzelleştiren çok ince mesajlar alarak, huzur dolu bir kalple ayrıldık Camiden…  Aynı gün akşam, Konya’ya dönmek üzere yola çıktık ama gönlümüz ve ruhumuz orada kalmıştı. Daha İstanbul’dan ayrılmadan özlemiştik İskenderpaşa’daki manevi havayı… Tekrar ne zaman gelebileceğimizi düşünmeye başlamıştık şimdiden…

Allah’a (c.c.)  sonsuz şükürler olsun ki, daha sonra defalarca İskenderpaşa’ya gitmek, Efendi hazretlerinin o doyumsuz sohbetlerini ve Pazar derslerini dinlemek, o sevimli gül yüzüne bakmak ve o mübarek ellerini öpmek nasip oldu. İskenderpaşa’ya her gidişimizde sanki ilk gidiyormuş gibi aynı heyecanı duyuyor ama her defasında farklı bir tat, ayrı bir lezzet, değişik bir haz ve zevk alıyorduk. Her ayrılışımızda da içimizi bir hüzün kaplıyor ve bir dahaki gideceğimiz günü iple çekiyorduk.

Merhum Mehmed Zahid Kotku Efendi Hazretleri; Çağımızın maneviyat güneşlerinin ve yüzyılımızın manevi mimarlarının en büyüklerinden biridir. Hoca Efendi hazretleri, son asrın en büyük, en mühim ve en mümtaz şahsiyetlerinin en önde gelenlerindendir. Hoca Efendi, hakiki bir salih kul, hakiki bir veli, gerçek bir mürşid, kalp ve gönül ehli mübarek bir zattır.

Hoca Efendi hazretleri, gerçek tasavvuf yolunun nasıl bir yol olduğunu yaşayarak göstermiştir. Tasavvufun bir ilim yolu olduğunu ve mutlaka Kur’an ve Sünnete dayanması gerektiği üzerinde çok durmuştur. Tasavvufun şekil olmadığını, öz olduğunu, insanın kalbiyle ilgili bir konu olduğunu ve bu yolun insanın iç âlemini güzelleştirdiğini ortaya koymuştur. İslâm’ın dışında, İslâm’a uymayan bir yolun tasavvuf olamayacağını gösteren Hoca Efendinin ortaya koyduğu şu ölçü ne kadar mühim ve ne kadar önemlidir: “Sadece farzlarda değil, sünnetlerde bile kıl kadar ayrıcalık gösteren bir kimseyi havada uçar görseniz itibar etmeyiniz, uçarmış sinek de uçar.” 

Hoca Efendi, ortaya koyduğu bu ölçü ile olağanüstü hallerin değil, yaşayışın daha önemli ve ön planda tutulması gerekli olduğunu vurgulayarak çevresindekilere Kur’an ve Sünnete dayalı Peygamberî bir hayat sürdürülmesi gerektiğini tavsiye eden ve kendisi de oldukça titiz bir şekilde bu ölçüyü eksiksiz yaşayan mümtaz bir zattır.

Kimseye tepeden bakmayan, kimseyi kırmayan, şeyhlik tavrı takınmayan, makamını gizleyen ve oldukça mütevazı bir hayat süren Hoca Efendinin herkesi dinleyen, kapısı her zaman açık, herkese karşı güler yüzlü, yardımsever, cömert, herkesin gönlünü alan bir yapısı mevcuttu ve kendisini ziyarete gelenler memnun ve mesrur olmuş bir halde huzurundan ayrılırlardı.

Bakışı ve konuşması ile bir anda gönülleri fetheder, ruhları yumuşatır ve inceltirdi. Konuşması ile ruhlara serinlik ve rahatlama bahşeder, İslami ölçüleri hayatımıza nakış nakış işlerdi. Kendisini ilk gören birisi onun gül yüzlü siması, nurani ak sakalı, sevimli, alımlı çehresi ve heybetli duruşu ile bir anda etkilenir ve manevi mıknatıs alanına giriverirdi. Konuşurken dinleyenleri bambaşka âlemlere götürürdü. Nurani gül yüzünü her gördüğümde, yumuşacık pamuk ellerini her öptüğümde ve o tatlı sesiyle her konuşmasını dinlediğimde uzayda gibi olur, kendimi cennet bahçelerinde uçuyor gibi hissederdim. 

Sohbetlerinde bir yandan ders verir, diğer yandan da dinleyenlerin zihinlerinden geçen sorularına net cevaplar verirdi. Sohbetini dinleyen herkes, kafasında Hoca Efendiye sormayı planladığı sorulara sormadan cevap almış ve tatmin olmuş bir halde huzurundan ayrılırlardı. Hoca Efendinin şaşılacak derecedeki bu kerametine defalarca şahit olmuşumdur. Tatlı ve hoş konuşmaları; dünyaya müteallik olmayan, boş ve faydasız sözler asla içermeyen, gönüllere hitap eden, ruhlarımızı okşayan, yaşayışımızı düzene koyan, yolumuzu aydınlatan ve geleceğimiz için yol gösterici bir mahiyette idi.

Ruhların  temizlenmesi, kalplerin güzelleşmesi ve gönüllerin kirlerden, paslardan arınması gerektiği üzerinde duran ve bu yönde faaliyet gösteren Hoca Efendi; söylediklerini hayata geçiren ve bizzat yaşayan, çevresindekilere de örnek olan çok iyi bir eğitimci idi. Onun yaptığı manevi eğitim sayesinde, o görünmeyen, manevi üniversitesi, ülkemize çok sayıda devlet ve siyaset adamı kazandırmıştır.

Dünyanın her türlü gailesinden ve dünya işlerinden uzak, sadece İslâm adına yapacağı hizmetleri ve ahireti düşünerek yaşayan Hoca Efendi, Türkiye’nin geleceğine de damgasını vurmuştur. Yetiştirdiği talebelerinin, ülkemize yıllarca çok önemli unutulmaz hizmetleri olmuştur ve halen de olmaya devam etmektedir. 

Görünmeyen  Üniversitenin manevi Rektörü Hoca Efendi Hazretleri; başta merhum Erbakan Hocamız olmak üzere ilmi ve siyasetleri ile kendilerini tüm dünyaya kabul ettiren nice insanların hürmet ve saygıda kusur etmedikleri,  huzurunda saatlerce başları öne eğik vaziyette, ayak bile değiştirmeden dizüstü oturarak sohbetini büyük bir edep ve huşû içinde dinledikleri muhteşem bir zattı.

Müridânı olmadıkları halde kendisini yakından tanıyan bazı büyük İslâm âlimlerinin, Hoca Efendinin bağlılarına hitaben söyledikleri şu sözler çok mânidardır: “Bu zat, çok büyük bir zat, gerçek bir veli, büyük bir mürşiddir. Aman hocanızın kıymetini iyi biliniz ve ondan gereği kadar istifade ediniz.”

Hoca Efendinin pek çok kerametleri vardır. Binlerce kerameti yazmakla, anlatmakla bitmez. Esat Coşan hoca efendi, Mehmet Zahid Kotku Efendi Hazretlerinin bir kerameti ile ilgili bir olayı şöyle anlatmıştır:  “Amerika'da tahsil gören Bursalı bir doçent arkadaşımız vardı. Bu arkadaşımızın anlattığı ilginç bir olay şöyle: ‘Ben ortaokul çağından beri namaz kılardım. O zamanlar bir çeşit mânevî oyun aklıma geldi. Sıkıldığım zaman gözümü kapatayım. Gözümün önüne bir ak sakallı şahıs getireyim, hayalimde onunla konuşayım, dertleşeyim, derdimi anlatıp deşarj olayım diye düşündüm ve bunu uygulamaya başladım. Kendi kendime uydurduğum, kurduğum bir oyun olarak ben bunu tatbik ettim.

Ortaokul geçti, lise geçti, üniversiteyi kazandım ve İstanbul'a geldim. Hayalimdeki o şahısla da, daima bu oyunu devam ettirdim. Üzüldüğüm zaman, sıkıldığım zaman, bir meselem olduğu zaman gözümü kapatıyorum, hayalimdeki o şahsı gözümün önüne getiriyorum. Muhayyel bir şahıs, hayalî bir şahıs... Sakalı var, çok sevimli bir kimse...Yıllar geçtikten sonra İstanbul'a geldim, Teknik Üniversite'ye girdim. Nihâyet arkadaşlar delâlet ettiler, beni Mehmed Zâhid Kotku Hazretleri'nin yanına götürdüler. Gördüğüm zaman hayretler içinde kaldım ki, yıllardır kendi hayalimde, kendi uydurduğum sandığım şahıs karşımda... Bu şahıs Mehmed Zâhid Efendi imiş meğerse...’ dedi. Çok değişik ve çok ilginç bir olay... Kaç yıl önceden, sekiz on yıl önceden, hiç tanımamış olduğu bir şahsın gönlüne girip, hayaliyle onunla irtibat kurmak çok büyük bir şey, çok değişik bir hal.”

Çağımızın en büyük mânevi güneşlerinden olan bu büyük zâtı ne yazık ki, geç bulmuş, çabuk kaybetmiştim. 1980 yılının Mart ayında ameliyat olan ve midesinin üçte ikisi alınan Hoca Efendi, aynı yıl Hac’ca gitmiş ve ağır hasta olarak İstanbul’a dönmüştü. 13 Kasım 1980 Perşembe günü aldığımız bir haberle yıkılmıştık. Son zamanlarında oldukça hasta olan Hoca Efendi ahirete irtihal eylemiş, Rahmet-i Rahman’a kavuşmuştu. Aynı gün akşam cenazesine katılmak üzere gönül dostlarıyla birlikte İstanbul’a hareket ettik. 14 Kasım 1980 Cuma günü, Süleymaniye Camiinde Cuma namazının ardından on binlerin katıldığı muhteşem bir cemaat tarafından cenaze namazı kılınan Hoca Efendinin naaşı, Süleymaniye Camii haziresinde, Kanuni Sultan Süleyman türbesi arkasında,  hocaları ve üstadlarının yanındaki  ebedi istirahatgâhına defnolundu.

Mehmed Zahid Kotku Hoca Efendi, Bursa Pınarbaşı’nda doğdu. Ailesi, 1880 yılında Dağıstan’ın Şeki kasabasından Anadolu’ya göç edip Bursa’ya yerleşmiştir. Mehmed Zahid annesi Sabire Hanım’ı üç yaşında iken kaybetti. Bursa’ya geldiklerinde on altı yaşlarında olan babası İbrahim Efendi çeşitli yerlerde imamlık yaptıktan sonra 1929’da Bursa ovasındaki İzvat köyünde vefat etti. Mehmed Zahid, Oruç Bey Mahalle Mektebi’nde başladığı öğrenimini Maksem’deki idâdîde ve Bursa Sanat Mektebi’nde sürdürdü. I. Dünya Savaşı sırasında on sekiz yaşlarında askere alınarak Suriye cephesine gönderildi. Ordunun Suriye’den çekilmesinin ardından İstanbul’a döndü. Temmuz 1919’dan itibaren askerlik şubesinde yazıcı olarak askerlik görevine devam etti. Hatıra defterindeki kayıtlardan 1922 Martında bu görevi sürdürdüğü anlaşılmaktadır.

İstanbul’da cami derslerine ve vaazlara devam eden Mehmed Zahid 1920’de, Cağaloğlu’nda bulunan Fatma Sultan Camii yanındaki Gümüşhanevî Tekkesi’ne giderek Şeyh Dağıstanlı Ömer Ziyâeddin Efendi’ye intisap etti. Seyrüsülûkünü onun vefatı üzerine postnişin olan Tekirdağlı Mustafa Feyzi Efendi’nin yanında sürdürdü. Yirmi yedi yaşında hilâfet aldı. Beyazıt, Fâtih ve Ayasofya cami ve medreselerindeki derslere devam etti, bu yıllarda bir yandan da hafızlığını tamamladı. Mustafa Feyzi Efendi’nin isteğiyle çeşitli kasaba ve köylerde dinî hizmetlerde bulundu.

Tekkelerin kapatılması üzerine Bursa’ya dönerek babasının imamlık yaptığı İzvat köyüne yerleşti. Babası ölünce onun görevini sürdürmeye başladı. 1946 yılına kadar köy imamlığı yaptı, ardından Üftâde Camii imamlığına tayin edildi. 1952 yılı Aralık ayında Gümüşhanevî Dergâhı’ndan arkadaşı Abdülaziz Bekkine’nin vefatı üzerine görevi onun vazife yaptığı Zeyrek’teki Ümmü Gülsüm Mescidi’ne nakledildi. Bu mescidin istimlâki söz konusu olunca Fatih İskenderpaşa Camii’ne tayin edildi (1958). Vefatına kadar bu camide görevini sürdürdü.

Mehmed Zahid Kotku  Efendi Hazretlerinin güzel ahlâkının yaşantımıza örnek olması temennilerimle, Hak’ka yürüyüşünün 41. yılında kendisini bir kere daha rahmetle yâd ediyor, Yüce Allah’ın (c.c.) engin rahmetinin üzerine olmasını ve biz acizlere de şefaatçi olmasını Rabbimden niyaz ediyorum.

Merhum Mehmed Zâhid Kotku Hazretlerinin hadîs derslerinde tutulan notlardan bir derleme:

● Az ye. ● Az uyu. ● Az konuş. ● Cömert ol. ● Nefsine muhalefet et. ● Tevâzu'lu, alçak gönüllü ol.

● Güler yüzlü ol. ● Dedikoduya karışma. ● Tefekkürü unutma. ● Kat'iyyen kimseyle münakaşa etme.

● Kimsenin ayıbını görme ve araştırma. ● Kim bir şey isterse vermeye çalış. ● Tembellik etme.

● Zamanını boşa geçirme. ● Gaflet yerlerine hiç uğrama. ● Peygamber sav'in sünnetine tam sarıl.

● Muhakkak her gün Kur’ân-ı Kerîm’den bir bölüm oku. ● Tam edepli ol. ● Sabır dinin yarısıdır; unutma.

● Mekruhlardan mutlaka kaç. ● Şek ve şüpheden uzak ol, sıdk ehli ol. ● Öleceğini bilsen yalan söyleme.

● Aceleci olma. ● Asabî olma. ● Sûizannı bırak. ● Hırsı bırak. ● Her şeyin sonunu tevekkül ile bekle, Kadere her zaman teslim ve râzı ol. ● Müslümana karşı aman buğzetme. ● Benlik taşıma.

*Eller yahşî, ben yaman, eller buğday ben saman* de ve öyle de ol. ● Nefsini dâimâ zemmet/kötüle.

● Duâ ederken kardeşlerini unutma.  ● Şeytâna fırsat verme; uyanık ol. ● Nefsine fırsat verme; kontrol et.

● Dilini zikrullahda dâim eyle. ● Sadakayı unutma. ● Erken yat erken kalk. ● Akâid ve fıkıh öğren.

● Hadisleri öğren ve onlarla amel et/en az kırk tane. ● İlminle âmil ol / bildiklerini uygula.

● Devamlı istiğfâr ehli ol. ● Kimden bir nasihat duysan, kendi ayıplarını düşün. ● Haktan uzaklaştıracak kötü arkadaşın bulunmasın; varsa terk et! ● Âsî kimselerin yüzüne bakma ki, basîret gözün kapanır.

● Sabah akşam murâkabeyi / iç kontrolü elden bırakma. ● Kibir ve ucubu / amellerini beğenmeyi terk et.

● Camiye devam et. ● Allah’ı ve ölümü aklından çıkarma. ● Yaptığın iyilikleri ve sana yapılan kötülükleri unut!  *İnsan hangi cemiyetin insanlarıyla beraberse o cemiyetin huyları farkında olmadan geçer ona. O nedenle daima iyilerle birlikte olun.

Yazımı Hoca Efendi hazretleri ile ilgili yazdığım bir şiirle tamamlıyorum. Sağlıklı ve mutlu yarınlar efendim.

GÖNÜLLER SULTANI

Ey Gönüller Sultanı eksilmez kalpte yerin,

Anlamlı bakışın var görülür yıllar geçse.

Sevgin, saygın çok büyük, bıraktığın iz derin,

Gönlüme akışın var, karılır yıllar geçse. 

***

Manevi tezgâhında dokudun ilmek ilmek,

Eserlerin hep yaşar, kimin haddine silmek,

Borcumuzdur sürekli kadri kıymetin bilmek,

Bünyemde nakışın var örülür yıllar geçse.

***

Doldurduğun mânâyla çarpmakta hep yüreğim,

Sen oldun yaslandığım ilim irfan direğim,

Benliğimde iz yapan rehberim ve örneğim,

Zihnime takışın var kurulur yıllar geçse.

***

Ülkeye hizmet eden liderler yetiştirdin,

Hem maddi, hem mânevi ilimler geliştirdin,

Gerginlik, kargaşayı, hiddeti yatıştırdın,

Kıyama kalkışın var, dirilir yıllar geçse.  

***

Sözün ve yaşantınla yüksektesin marufta,

Kalplere nüfuzun var, güçlüsün tasarrufta,

En öndesin, baştasın dergâhta, tasavvufta,

Zirveye çıkışın var, durulur yıllar geçse.

***

Ey Gönüller Sultanı adın gibi zahitsin,

Cehle, bâtıla karşı büyük bir mücahitsin,

Kur’an, Sünnet yolunda mürşitsin, müçtehitsin,

Kendine çekişin var, sarılır yıllar geçse.

***

Peygamberin varisi, sadık, arif, âlimsin,

Güzel ahlak sahibi, zarif, latif, selimsin,

Nefsi terbiye eden, ruhlara muallimsin,

Bâtılı yıkışın var, serilir yıllar geçse.

***

Sen gitsen de meşalen kıyamete dek sönmez,

Yetişen gençliğimiz yolundan asla dönmez,

Rabbimizin lütfuyla imanımız hiç dinmez,

Ruhumu yakışın var, kor olur yıllar geçse.

SALİH SEDAT ERSÖZ