Gelişmekte zorlandığımız bir toplumsal yapının bir üyesi olarak;

Nasıl gelişebiliriz?

Gelişmemizi engelleyen davranış biçimlerimiz neler sorusunu çok sık kendime soruyorum.

Gözlemlerimi, okumalarımı, sorgulamalarımı, analizlerimi ona göre yapıyorum.

Bazen öyle bir çatışma ile karşı karşıya kalıyorum ki;

Okumamış insanlarla bir profesörün aynı cehalet noktasında buluştuğuna şahit oluyorum.

Okumamış insan kendi çevresinde yaşananlardan öğrendiğini mutlak doğru olarak kabul ediyor. Tabii ki bütün duyduklarını, gördüklerini algılarken hep çevresinden öğrendiklerine göre değerlendiriyor.
Uymayan her şeyi ret ediyor.  Kabul etmek istediği yenilikleri de kendi dünyasına uydurmaya çalışıyor.

Hatta başka yaşamlarla buluştuğunda onlarla ortak paydalar geliştirmek yerine, kısadan kendi değerlerine göre doğru yanlış karar veriyor.
Bunun en bariz örneği;

Kendi köyünde nasıl araç sürerse şehre geldiğinde öyle araç kullanıyor. Belki de bugünkü trafikteki tıkanıkların büyük bir kısmı bu sebepten.

Çöpleri sokaklara atarken, tükürürken de aynı şekilde.

Yeni bir şey önerildiğinde duyarsız kalmanın sebebi bu olabilir.

Kendisini çatışma ortamında bulmasının da. 
Kendi doğrularını mutlak doğrular olarak kabul ediyor. Kendi bakış açısını mutlak doğrular olarak kabul eden insanlar başkalarının fikirlerinin doğruluğunu araştırmadan önce kendi doğrularına uyup uymadığına bakarlar. Çoğu zaman da redederler.  Bazen öyle olur ki sık sık tartışmaların başkahramanı olurlar.  Kendi doğrularına sorgusuz sualsiz öyle inanmışlardır ki;  hatta onlar birkaç nesildir ailenin de doğrularıdır onun uğruna düşünmeden insanları kırabilir insanlarla çatışma içine girebilirler. Onlar için gelişme kendi doğrularının genel kabul görmesi, çevrenin onların doğrularını kabullenmesidir.

Bazen bu tip insanlar parasal ve makamsal güçlere sahip olabilirler. Onlar da kendi doğrularını dayatırlar. Çevresi de bunu kabullenir, daha doğrusu kabullenmek zorunda kalır.  Ya da kabullenmiş gibi görünmek zorundadır.

Bu tip insanlar başta aile olmak üzere hep kendini onaylayacak çevrede yaşamak isterler. Çevre gerçekten gelişiyor ise onların çevresi daralma eğilimindedir. Sebebi belli olamayan yalnızlıklarla baş başadır.

Bir de okumuş, öğrenim görmüş hatta profesör makamına gelmiş olup benzer durumda olanlar var.

Bunlar öğrendiklerini kesin doğrular olarak kabul edip çevresini ona göre şekillendirir, değerlendirirler. Bunlar en tehlikelileridir. Çünkü bir makam sahibidir ve otorite konumundadırlar.

Gittikleri, ülkeleri ve yaşam biçimlerini, eğitim gördükleri üniversiteleri nihai gelişme seviyesi olarak görüp, onları bütün topluma empoze etmeye çalışırlar.  Yani referans aldıkları doğrular sorgulanamaz bir biçimde onlar için bu mutlak olmuştur. Üstelik onlardan keşif  ruhlu olmalarını beklerken onlar öğrendiklerini ve bildiklerini  yaşmalarının aşılmaz duvarları yaparlar.

Bir de ideolojilere, inançlara kurban edilmiş ruhlar vardır. Bunlar da mutlak kabul ettikleri doğrulara bütün dünyayı sığdırmaya çalışırlar.

Yani analiz, istişare, şura, muhakeme, keşif, araştırma muhasebe gibi yaşamı geliştirici araçlardan ya mahrumdurlar ya da çok az yararlanırlar.

Yani okumuşlarla okumamışların ortak paydaları kendi doğrularına karşı amansız sahiplenişleridir.

Onlar güncel yaşamı, siyaseti, bilimi hatta yaşamın yönünü tartışırken bakış açıları ile  insanın ufkunu kapatırlar.
Kendi dünyalarından farklı  gelişmeleri duymaz, görmez algılamaz hatta yok sayarlar.

Bu tip bakış açısına sahip insanların sahip olduğu toplumlar genelde başka toplumların lokomotif olduğu trenin vagonlarıdır.

Keşif yapamazlar ya da tesadüfen yaparlar. Duygusal patlamalarla yenilikleri kabullenirler.

Yalnız yeni fikirlere açılma cesaretleri yoktur.

Günümüzün sıra dışı küresel insanı Elon Musk’ın hayatını okurken dikkatimi çeken bir şey;

Bugün, dünyanın en gelişmiş, sıra dışı işini yapan, girişimci, bilim adamı, aktivist, lideri olan Elon Musk; bu duruma gelinceye kadar çekmediği kalmadı. O  gelişme evresinde, önce ailesi, sonra okul arkadaşları daha sonra iş arkadaşları ve diğer çevresi tarafından zaman zaman aptal,  maceraperest, çılgın, güvenilmez insan olarak nitelendirildi. O bıkmadı çünkü, bilinmeyenlerin içindeki yaşamları gerçeğe nasıl dönüştüreceğini hayal ediyordu…
Bitmek usanmak bilmeyen okumaları, araştırmaları hatta kendindeki gerçek yetenekleri fark etmeyen insanları ekip arkadaşları arasına dahil ederken  bilinmeyenlere yolcuğu planlıyordu.

Bugün Koç Holding’in eski CEO’su Can Kıraç TOGG elektrikli araç için daha çok erken derken Elon Musk TESLA ile zenginliğin üzerine maddi manevi tahtını kurmuştu bile.

Uzaya insan götüreceğim derken bugün gökte onun uyduları ile küresel çapta internet ulaşımı ile bütün insanlığı kendi uydu ekosistemine bağlamak üzere.

Biz ne yapıyoruz?

Her yeniliğe kulp takıyoruz.

Okumamış, kendi mahallesinin mahkumu insanlar,   ülküsüz ülkücüler, devrime inanmayan solcular,  takvaya yabancı dindarlar, bilimin keşif ruhundan nasibini almamış bilim adamları, bildiklerini dünya nizamı olarak pazarlayan düşünürler, insanı ve insanlığı küçümseyen tepeden bakan bürokratlar makam sahipleri; bilmediklerimizi bilerek gelişmeyi sağlayacağımızı unutuyoruz.

Küresel düzeyde, insanlığa faydalı olabileceğimiz bütün gerçeklerimizi,  bilmediklerimizi keşfederek hayata geçirebiliriz.

Tabii bildiğimiz gerçeklerle onları uyumlaştırarak. Böylece sahip olduğumuz bilgiler de berraklaşacaktır ve insanlık açısından daha anlaşılabilir olacağız. Hatta daha değerli bir varlık olduğumuz da ortaya çıkacaktır.

Çünkü bildiklerimiz, çoğu zaman sahip olduğumuz zenginlikleri gelişmenin bir parçası haline getirmemizde engel olabiliyor.