Zaman, zaman genç arkadaşlarla bir araya geliyoruz. Eğitim ve sonrası amaçlarının, hedeflerinin ne olduğunu soruyorum. Kimisi ailesinin yönlendirmesi, mahalle ve okul arkadaşlarından duydukları, işsizlik endişesi, popüliratisi, anne ve babasının kendisiyle övünmesi vs. gibi sebeplerle Üniversite tercihlerini veya hayatını yönlendirdiklerini öğreniyorum. Sözgelimi, “Niçin bu bölümü seçtin” diyorum. Öğrenci “mezun olur olmaz, işim hazır, şu kadar maaş alacağım” diyor.

Sözün dibacesinde bir tespit yapalım: Amaçlarımız ve hedeflerimiz insanlığın yüce gayelerine ait değilse varacağımız yer de bizim için iyi olmuyor. Bazen, ülkemizden dünya çapında niçin yeteri kadar edebiyatçı, tarihçi, iktisatçı, ilim adamı, mühendis, yüksek katma değerli veya Türk Markalı ürün çıkmıyor diye düşündüğümde bulabildiğim en makul cevap gençliğin mefkuresinin olmaması ve sosyal/ekonomik hayatın dayatmaları veyahut popüler kültürle savrulup kaybolmaları olduğunu düşünüyorum. Evet! internetin, suflî yaşamın dehlizlerinde nesillerimizi kaybediyoruz. Eğer gençliğimize rehberlik etmezsek hayat boşluk kabul etmediği için internet fenomenlerinin ve televole kültürünün yaşamlarını şekillendirdiği bir gençlikten hiç şikayet etmeye hakkımız olmayacaktır.

Eğer sağlam gaye-i hayal/hayat ve güçlü irade yoksa yaşamdan gelir geçeriz de kimsenin haberi olmaz?

Burada, eski bir milli eğitim bakanımızın sözü durumu çok can alıcı bir şekilde özetlemektedir: "YÖK ile önümüzdeki yıllarda üniversiteye girişin, teste dayalı yöntemini değiştireceğiz. Çocuklarımızı iyi yetiştirmiyoruz, değiştireceğiz. Tost yiyen ve test çözen bir gençlik oluşturduk. Çocuklarımızın çoğu abur cubur yemelerinden dolayı obez maalesef. Obezite ile de savaşacağız" dedi. (18.12.2008: Milliyet ) Durum, bu kadar iyi tasvir edilebilir! Aradan geçen zamana bakıyoruz bir arpa boyu yol alınamamış. Sebepleri bahsi diğer… Sorumlu tutabileceğimiz kim var? Düşünsenize, ilkokuldan üniversite eğitimi ve ötesine kadar sayısını bilmediğimiz öğretmen-hoca geldi-geçti hayatımızdan… Bir başarı varsa diyelim kişi Bakan-Başbakan vs. ise bir çok kişi meydana çıkar ben O’nun şu zaman öğretmeniydim diye… Bir yerlere gelmek değil ne yaptığın veya yapabildiğin önemlidir ya onu geçelim. Ya tersi… Ara ki bulamazsın, imkanı yok! Kabahat samur kürk olsa kimse üzerine almaz derler. Ancak bir sistem kurmalıyız ki bunu ortaya çıkarabilsin. Anahtar teslimi bu işi üstlenen kişi ve kurumlar olmalı değil mi? Hakikaten bu sorumluluğu yüreğinde hisseden hayat klavuzları /koçları ve sistemi olmalı… Aileyle işbirliği halinde iyi kalpli , sanatkar ruhlu, yüce idealleri olan bir nesil inşa edilmeli… Halihazırda zor görünüyor, ancak neden olmasın!

Lakin, olmadığına göre bu hâlin çaresi nedir? Kendimize yine kendimizin sahip çıkması. Yani, kendimiz için amaçlar/hedefler koyacağız ve öz denetimimizi sağlayarak bu yolu tamamlayacak ve o yere varacağız.

Varılmak istenen yer neresi olmalı? İnsanlığın faydasına, kalıcı olmalı; dünyanın her yerinde kabul görmeli, iddialı olmalı, gelecek nesillere ilham vermeli, bize ölümsüzlüğü tattıracak bir yücelikte olmalı… Sözgelimi Tıp öğrencisiysek İnsanlığı hastalıktan koruyarak, sağlıklı hayat sürmeleri neticesi ilaç ve tıp tekellerinin sömürüsüne son vermeli; Fakirlerin sağlık hizmetine erişimini sağlamalı ; Mühendis isek yüksek katma değerli, teknolojik aletler geliştirme ve cari açığı kapatma vs. olmalı… Bu kolay değil!

Gaye-i hayal ve hayatı doğru mevkilendirebilmek, kendini iyi tanımaktan geçiyor. İşte meselenin asıl bam teli de burada? Fiziksel, duygusal, zihinsel, sosyal, ekonomik vs. sınırlarımızı belirlemek ve bunları gerçekçi amaç/hedeflerin tayininde uygulamak…

Yukarıda bahsettiğimiz gibi en önemli saptırıcılar: gelecek endişesi, iş bulamama, ekmek aslanın midesinde, komşunun oğlundan daha yüksek puan alamazsam annem babam mahcup olur , eller ne der vs. gibi doğru bilinen yanlışlar bizim daha işin başında yanlış istikamete yönelmemize sebep olmaktadır. Düşünsenize, eğer İstanbul’a gideceksek, farz edelim üç farklı seçenekten kendimize uygun olanı belirleriz; yolda arcımız arızalanır, belki kaza geçiririz ve fakat nihayetinde nasipse İstanbul’a varırız. Ya saptırıcı ile Adana istikametine yönelmişsek varamayız, yolda hiç sorun yaşamasak ve çok hızlı gitsek bile varamayız; tâ ki yanlışımızı düzeltinceye kadar ; bize maliyeti de çok olur.Bu örneği hayata modellersek, bazen istikametimiz yanlış olursa geri dönmeye vaktimiz ve imkanımız olmayabilir. Hani, 4 şey geri alınamaz derler ya… Bunlardan biri kaçan fırsatlardır. Hadi meraklısına diğerlerini de belirtelim: Geçen zaman, ağızdan çıkan söz,namludan/yaydan çıkan kurşun veya ok.

Sonuç olarak sıklıkla vurguladığımız gibi gömleğin ilk düğmesini doğru iliklersek yani eğer kendimizi tanır ve sınırlarımızı bilirsek; buna uygun gaye ve hedefler belirler ve güçlü bir irade ile hayata geçirirsek hayatımız ne kadar sıkıntılı olsa da hayata yüklendiğimiz anlam nedeniyle her daim azimli , zinde ve davamızın öznesi olur, hakîki saadete ulaşırız.