Muhammed Zeynelabidin Memiş Efendi’nin torunu, Şeyh Muhammed Bahaüddin Efendi’nin en büyük oğludur. 1866 (veya 1869) yılında Konya’da doğdu. Tahsilini Konya ve İstanbul’da yaptı. Daha sonra babası Şeyh Bahaüddin efendiden kendisine geçen Nakşibendi tarikatının Halidi kolu şeyhi oldu. Nakşibendi tarikatında şöhreti yayıldı.

Zeynelabidîn Efendi, İkinci Meşrutiyet döneminde, 1908 Meclis-i Mebusan seçimlerinde, İttihat ve Terakki Fırkası’ndan Konya mebusu seçildi. Meclisten Konya’ya daha fazla tahsisat ayrılması için çalışmalar yaptı. Eserlerinde ve konuşmalarında zamanına göre ilgi çekici fikirler ileri sürdü ve siyasette tek parti tahakkümüne karşı çıktı. Sonra, 1911 yılının ortalarında Hürriyet ve İtilaf Fırkası liderleri arasında yer aldı ve partinin Konya teşkilatını kurdurdu. 1912 seçimlerinde Meclisi Mebusan’da mazbatası uzun süre tasdik edilmedi.

Zeynelabidîn Efendi’nin fırtınalı bir siyasi hayatı vardı. İttihat ve Terakki Hükümeti tarafından bir ara hapsedilmiş ve sürgüne gönderilmişti. 

Zeynelabidîn Efendi zamanının büyük âlimlerinden olup, üniversite niteliği taşıyan Islah-ı Medaris’in kurucuları arasında yer almış ve babasının, “din ilimleri ile fen ilimleri bir arada okutulmalıdır” düşüncesini fiilen bu medresede kardeşleriyle birlikte uygulamış ve bu medresede müderrislik yaparak pek çok talebe yetiştirmiştir. Teali İslam cemiyetinin Konya Merkez ve Seydişehir şubelerini açmıştır.

Konuşmalarında mahalli dili bırakmamıştır. Zekası, siyasi tavrı ve hitabeti ile Padişah Vahdettin’in dikkatini çekmiştir. Zeynelabidin hocanın padişahla tanıştığı o zamanki memleketin durumuna göre siyasi kanaati: “Velinimetim bu memleketi ancak bir İslam Demokrasisi kurtarabilir” ifadesidir. Daha sonra da Ayan üyeliğinde bulundu. İngiliz Muhipler Cemiyeti yöneticisinden Sait Molla ile Milli Mücadelede organize edilecek Bozkır ve civarındaki ayaklanmaları ile Delibaş Mehmet isyanında arası açılan Zeynelabidin Mustafa Sabri, Kuşçubaşı Eşref, R. Halit, Rıza Tevfik ile birlikte 150’likler listesi arasında yurt dışına çıkarıldı. (Atalay, s.13)

Zeynelabidin Efendi, yurtdışına çıktıktan sonra Hatay, Şam, Beyrut ve Medine’de yaşamış, buralarda tarikatının yayılmasını sağlamıştır.

1940 yılında Medine’de vefat eden Zeynelabidin Efendi, Baki Mezarlığı’nda Halife Osman (r.a) kabri civarına defnedildi.

İslâmiyet ve Meşrutiyet yanında Malumat-ı Medeniye gibi basılmış eseri yanında, birkaç da basılmamış eseri olduğu belirtilmektedir.

İslamiyet ve Meşrutiyet Risalesi

Orijinali 70 sayfa olan İslamiyet ve Meşrutiyet risalesi döneminin geleneksel siyasi düşüncesinden tamamen farklı olarak kuralara bağlı hükümet ve idare (yani meşrutiyet), milli meclis, mebusluk için aranılacak şartlar, yasama ile yürütme ayrımı gibi günümüzde de önemini koruyan konulara yer vermektedir. Zeynelabidin Efendi, bu kavramları Batıdan alınan karşılıklarıyla değil, ayet ve hadislerle değerlendirir. Bu rsalede dikkat çekici bazı hususları şöyle sıralamak mümkündür:

“Henüz meşrutiyetin ne olduğunu anlamayan ahalimiz ortada birçok kötü haller ve yakışıksız şeyler görüyor. Bunların çoğunu da meşrutiyetperver kimselerde buluyor. Kendi kendine düşünüp taşınıyor. Bütün bu kötülükleri meşrutiyetin doğurduğuna inanıyor.” Sözleriyle halkın o dönemde meşrutiyetle ilgili görüşlerini dile getirir. Halkı aydınlatmak için Meşrutiyetin İslam’a uygunluğunu delilleriyle anlatır.

Hükümeti önce ikiye ayırır: Hükümet-i mutlaka yani koyacağı kanunları kimseye danışmadan, kimseye de hesap vermeyen, vergiyi dilediği gibi alan, dilediği gibi harcayan, dilediğini yapan türdür. O zamanlarda uzun süreden beri Osmanlıda böyle bir rejimin uygulandığını da belirtir.

İkinci tür olan hükümet-i meşruta ise başı boş olmayan, bir takım şartlara göre hükümet yapan hükümet türüdür.

İki tür hükümete karşılık iki tür memurluk sayar: birisi hiçbir kurala uymadan keyfine göre hareket eden memuriyet-i mutlaka, diğeri de kurallara göre hareket eden ve hesap veren memuriyet-i meşrutadır.

“Şeriat-ı İslamiye toplu olan insanların başıboş durmasını uygun görmediğinden kendilerine çeki düzen vermelerini istemiştir. İnsanlar eşittirler, takva dışında birbirlerine üstünlükleri yoktur. Bunun yanında ülülemre itaat gerekir.” Bunları dini delillerle (ayetler ve hadislerle) ifade eder.

Zeynelabidin Efendi, asrı saadetten beri gelen hükümetlerde bazı dönemlerde zorbalar olsa da, İslam hükümetlerinin kökten meşruta olmalarına zarar vermez, diyerek tarihi bir analiz yapar. Ayrıca insanların ülülemre itaatinin (biat) sonra, yöneticinin şarta göre hareket edip etmediğinin halk tarafından denetimi (hakk-ı murakabe) adını verir. Aslında günümüzdeki seçimler bir anlamda hükümetin kontrolü olup halkın hükümete verdiği sözün devam etmesi veya bir başkasına devri demektir. Nitekim Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer, yanlış bir iş yaptıklarında müslümanların kendilerini uyarmalarını açıkça beyan etmişlerdir.

Bu konudaki cümleleri de şöyledir: “Hükümeti meşrutanın meşru bir hükümet olduğunu ve şer’an teşkil edecek ve kurulacak hükümetlerin gerek kısa gerek uzun uzadıya şart koşmak suretiyle kurulabileceğini anladık”. “Kanun-ı Esasi (Anayasa) millet ile hükümet arasında yapılan bir mukaveleden başka bir şey değildir. Onun için millet tarafından düzeltilmedikçe bir şey ziyade veya eksik etmeye kimsenin hakkı yoktur. Ancak lüzum görürse millet düzeltebilir. Fakat onu da çabuk çabuk düzeltmek olmaz. Bir kelimesini düşünmelidir.” Böylece, anayasanın ne anlama geldiğini halka kısaca ve özlü olarak anlatır.

Halkın pek coşkun davranışlar yanında nemelazımcılıktan kurtulmasını tavsiye eder. Meşrutiyetperver görünen bazılarının aslında kendi çıkarları için kılıktan kılığa girdiklerini ve bunlara karşı uyanık olmaya davet eder.

Baskı (istibdat) rejimi ve keyfiliğe karşı hakk-ı siyasiden yani halkın ülkenin işlerine karışma hakkından bahseder.

Meşrutiyet idaresinde hükümetin icra gücü olduğunu belirtir. Millet meclisi (o zaman adı Meclis-i Mebusan) ile hükümeti ayrı olarak değerlendirerek aslında yasama ile yürütmenin ayrı ellerde olması gerektiğini savunur. Hükümetin seçim karışmamasını dolayısıyla meclisi etkilemek için yapılabilecekleri tuzak olarak görür. Mebusların hükümeti murakabe haklarını dürüstçe kullanmalarının gereğini vurgular.

Millet hakimiyetine vurgu yapar ve bu hakkı kimsenin milletin elinden alamayacağını belirtir. Bu sebeple milletin hakkına sahip olmasını aksine günahların milletin boynuna olduğunu belirttikten sonra hükümeti doğrultacak olanların mebuslar olduğunu, hükümetteki kanunsuzlukların, yolsuzlukların olmasının mebusların iyi olmamasından kaynaklandığı söyler. “Mebusları da beğenip ayıran millettir. Mebusların iyi ayrılmamasından ve iyi seçilmelerinden meydana gelen günahlar ve veballer millete aittir.” (s.22)

Seçimlerde oy vermenin sorumluluğundan bahsederek, oy vermedim demenin sorumluluktan kaçınamayacağını söyler, hatta bunları kötülük yapanlara da ortak sayar. Hatta milletvekili seçilme kriterlerini yani kimlerin mebus niteliklerine sahip olduklarını bilmeyi seçmenlere farz-ı ayn görür. Yani ilmihal bilgileri arasında sayar. Bazı bilgiler ise farz-ı kifayedir. Burada da körü körüne oy vermenin zararları ve sorumluluğunu belirtir.

O dönemde çift kademeli seçim istemi vardı. Yani önce halk mebusları seçecek kişileri seçer, onlar da mebusları seçerdi. (Günümüzde ABD’de uygulanan sistem) Burada da her iki kademede seçmenlerin hallerini bilmediklerini seçmemeleri gerektiğini vurgular. Hatta bu çerçevede padişahın yetkilerini düzenleyen 35. Maddede yeniden düzenleme yapmak isteyen İttihat ve Terakkiye karşı çıkarak, Anayasada acele değişiklik yapmanın sakıncalarını anlatır. Meclisin “Evet efendim meclisi” haline dönüştürülmesine karşı çıkar. Bunun için de milli ve dini duyguları istismar etmek isteyenlere karşı uyanık olmaya davet eder.

Ona göre, bir kişiyi mebus yapmak için önce programına bakılmalı sonra da ahlakı ve huyları incelenmelidir.

Mebus olacaklarda şu özellikleri arar: 1) Mebus olacağı yerin, bölgenin halkını tanımalı, hatta orada yaşamış olmalıdır, 2) Memlekete yarayacak her türlü kanunu ve memleketin saadetini gerektirecek şeyleri düşünüp beğenmeye ve araştırmaya muktedir olmalıdır, 3) Devletin şan ve şerefini koruyacak olmalı, 4) Hükümetin haksız işlerini açıkça söyleyebilecek güçte olmalı, zira Allah emri bil maruf nehyi anil münkeri emretmektedir. Yani dünyalık için ahiretini kaybetmemelidir. 5) Parayı görünce her şeye boyun eğecek zayıflıkta olmamalıdır, 6) Başkalarına yüz suyu dökenler mebus olmamalıdır, 7) Önceden rüşvet almış, adı şaibelere karışmış olanlara dikkat edilmelidir, 8) Emanete ehil olmayan, halka zulüm yapacak karakterde olanlar da mebus olmamalıdır. Zira bir hadisi şerifte: “Zalime yardım edenin üzerine Allah, o zalimi musallat eder” buyurmuştur. 10) İki yüzlü kimselerden mebus olmamalıdır. 11) Ortalığı karıştıran, onun bunun ayıplarını arayan, hiç yoktan konu türetp insanların arasını açanlardan da mebus olmamalıdır. 11) Mebusluktan sonra başkasına muhtaç tipte olanlar (yeterli geliri veya mesleği olmayanlar) da mebus olmamalıdır. 12) Mebus seçilecek kimse kendisini halktan üstün görmemeli, milletin kendisine verdiği milletvekilliği sıfatını kötü kullanmamalıdır.

“İyi mebus seçer, gönderir isek iyi vükela beğenmiş oluruz. İyi vükela beğenirsek iyi memur tayin etmiş oluruz. Demek ki üzerimize gelen memurları yine kendimiz beğeniyoruz.” Hatta hakimiyet-i milliyeyi hadisi şeriflerle destekler.

İyi mebus seçilmeyişinin önündeki engelleri şöyle sıralar: ilki bilgisizliktir. Burada iki hususu anlatır. Birincisi Mebus yapılacak adamın iyi veya kötü olduğunu bilmemek, ikincisi ise mebusluğu hükümet işi olarak bilip işi yine hükümete bırakmaktır. Aslında burada Zeynelabidin Efendi, yasama ile yürütmenin tam ayrımından yana olduğunu da ortaya koyar. Diğer bir engel emanetin ehline verilmeyişi sebebiyle günaha girmekten korkmamaktır. Diğer bir engel, uyuntuluktur, yani lafını iyice düşünmeden taklit etmektir. Böyle körü körüne hareket edenlerin durumlarını Fir’avna uyanlara benzetir ve Kur’an ayetindeki durumlarını anlatır. Dördüncü engel, “işin kökünü bildiği ve hakikat anlaşıldığı halde kendi bildiğine gitmeyip bile bile diğer bir adamın sözüyle yanlış yola sapmaktır.” Tabii bunun sebebi bunun karşısında para alır veya bir menfaat beklemektir. (s.43)

Zeynelabidin Efendi, işi mebus seçip göndermekle işin yine bitmediğini belirtir ve onların hükümeti denetlemeleri ve işlerini doğru ve adalete uygun yapmalarını kontrol edilmesini ister.

Ayrıca Anayasaya uygun olarak kurulan cemiyetlerin (derneklerin) yasaklanamayacağı ve milletin elinden dernek kurmanın alınamayacağını belirtir. Dernek ve odaların çoğalmasının her ne kadar ihtilaflara yol açacağını belirtirse de bunun içtihada dair ihtilaf olmasından dolayı zararlı olmayıp bilakis faydalı olacağı kanaatindedir. Böylece dernekler aracılığı ile siyasi katılımdan bahseder. Toplanma hürriyetinin kanundan kaynaklandığını ifade eder.

Bir konu kanun haline geldikten sonra, benim dediğim olmadı denilerek buna saygısızlık yapılamayacağını belirterek kanunlara saygılı olmak gerektiğini, görevlerini yapan memurlara da destek olunması gerektiğini belirtir ve “kanunsuzluğa meydan vermek ve kanuna karşı gelmek memleketin harap olmasını hazırlamak demektir. Bunu vatanına kimse yakıştıramaz. Memurlar da herkesi bir tutarak kanunları icra edip, doğruluktan adaletten ayrılmamalıdır.”

Muhalefetin olmasını da İslam tarihinde, sahabenin ihtilaf ettikleri konulara benzetir ve “ümmetimin ihtilafı rahmettir” hadisini delil gösterir. (s.50) Hatta o günkü tabirle fırkaların (bugünün partilerinin) çoğalmasından yanadır. Böylece ülkenin istibdat altında ezdirilmeyeceğini söyler. (s.56)

Bürokrasinin düzgün olmasını şu hadisle delillendirir: “Her şeni bir afeti vardır, o şeyi çığırından çıkarır. İfsat eder. Bu dinin afeti de kötü memurlardır.” “Memurlarınız hayırlılarınız ve zenginleriniz selekleriniz ve işleriniz de aranızda meşveretle olduğunda sizin için yerin sırtı karnından hayırlıdır. Yok memurlarınız, kötüleriniz ve zenginleriniz hasisleriniz ve işleriniz de karılarınızda olduğunda sizin için yerin karnı sırtından hayırlıdır”. (s.55)

İslamiyet ve Meşrutiyet risalesinde Zeynelabidin Efendi, mebusların milletin mallarını, ülkenin kaynaklarını korumaları gerektiğini belirttikten sona yolsuzluklara meydan verilmemesi gereğini söyler. Devletin zavallı, biçarelere yardım etmesi yani günümüzdeki sosyal yardımlar üzerinde hadislerle örnekler verir.

Ulema yani ilim adamlarının milletten aldıkları için her zaman milletin hukukunu ve milletin hakimliğini sakladığını belirtir.

İkinci seçmen ve mebusları seçerken sahte propagandalardan, din, vatan, kavim gibi duyguları istismar edenlerden sakınmak gereğini vurgular. Yine taklit yerine iyice araştırarak oy tercihinde bulunmayı önerir. Sandıkların güvenliğini de önemser. Risalenin sonunda tekrar emaneti ehline vermenin öneminden bahsederek siyasi mesajlara yer verir.

Zeyneblabidin Efendi’nin İslamiyet ve Meşrutiyet risalesi dönem itibariyle Meşrutiyete geçiş döneminde yazılmıştır. Delilleriyle İslamiyetin mutlakiyetçi rejim olmayıp, meşrutiyet rejimi olduğunu savunur. Döneminde demokrasi kavramı fazla kullanılmadığından o daha ziyade meşrutiyet üzerinde durur. Anayasa (Kanun-ı Esasi), Meclisin yasa yapması gibi konuların ne anlama geldiğini izah eder. Yine devlet memuriyeti (bürokrasi), dernek, kulüp gibi kurumların fonksiyonlarına yer verir. Hükümet ile mebusluk arasındaki farkı gayet açıkça ifade ederek, mebusların bir yandan yasa yaparak diğer yandan da hükümeti ve memurları denetleme görevinden bahseder. Böylece yasama ile yürütmenin ayrı olması gerektiğini vurgular. Mebus olanlarda aranan özellikler, siyasi propagandada karşılaşılan sıkıntılar gibi konuları da işler, tecrübelerini aktarır. Seçimin anlamını ve seçmenin emaneti iyi kullanma sorumluluğunu ele alır.

Zeynelabidin Efendinin din alimi ve tarikat şeyhi olarak siyasi sistemle ilgili yorumları geleneksel kitaplardaki yorumlardan tamamen farklı olduğu açıktır. Günümüzde dahi pek çok İslam ülkesinde oy verme, seçim, demokrasi, meşrutiyet gibi kavramların şirk, en azından kötü görülmesine karşılık, o millet hakimiyeti ve yasa yapmanın anlamı gibi konuları ele almıştır. Döneminde bu alandaki çalışmalar da yetersizdir. Geleneksel siyasi sistemden meşruti ve demokratik sisteme geçilirken, görüşlerini ayet ve hadislerle ifade etmesi ve bizzat seçimlerde mebus olarak bulunması ve siyasi fırkalar içindeki faaliyetleri de risalesinin önemini ortaya koymaktadır.

Allah rahmet eylesin.

KAYNAK

M. Zeynelabidin Efendi. İslamiyet ve Meşrutiyet. Sadeleştiren: Ahmet Atalay. Konya, 1999.

M. Ali Uz. https://konyaninalimvehocalari.konyacami.com/muhammed-zeynelabidin-efendi/

Prof. Dr. Adem ESEN

Editör: TE Bilişim