FEDAKÂRLIK -MUTLULUK VE BAŞARI İÇİN- (1)
Hayallerimizdeki geleceğe, mutlu günlere, bizi bekleyen güzelliklere, yapmış olduğumuz özverilerle, fedakârlıklarla, seçimlerimizle ulaşabiliriz. Tüm genç arkadaşlara söylediğim gibi her seçim bir vazgeçiştir. Evet, bu doğrudur. Örneğin, sizler ders çalışmayı seçtiğinizde, boşa zaman öldürmekten vazgeçiyorsunuz demektir. Elbette ki, birçok öğrencide bunun tersi de mümkün. İçinde bulunduğunuz yaş grubunda, gezmek, tozmak, saatlerce telefonla uğraşmak, saatlerce televizyon karşısında durmak vs vs yapmak daha çekici ya da cazip gelebilir. Ancak unutmamalısınız ki, bunları yapan arkadaşlar sınava hazırlanmaktan vazgeçiyor demektir.
Sevgili sınavlara hazırlık grubu öğrencilerim; bilmelisiniz ki, mutlu olmak için bazı derin ve nitelikli seçimler yapmanız lazım! İşin daha önemli kısmı ise bundan sonra başlıyor. İradeli bir şekilde bu seçimlerimizi devam ettirmek ve bazı kötü alışkanlıklarımızdan vazgeçmek!
Hiçbir başarı ve mutluluk yoktur ki; çile, özveri ve fedakârlık karşısında elde edilmemiş olsun
Şimdi sizlerle bir hikâye paylaşmak istiyorum. İsmi SIRÇA KÖŞK!Biraz uzun ancak sabırla okumanızı tavsiye ederim.
Bir zamanlar boş gezmeyi iş yapmaktan çok seven üç arkadaş varmış! Bugünden yarına geçinmek, gittikleri yerlerin birinden yüz bulsalar, beşinden kovulmak canlarına tak demiş. Alınteriyle kazanıp gönül rahatlığıyla yemeyi de gözlerine kestiremezlermiş, çünkü elleri işe yatkın değilmiş. Bir gün, uzun bir yolculuktan sonra, yüksekçe bir tepede oturup aşağıdaki ovada yayılan büyük bir şehre garip garip bakarlar, acaba bu bilmediğimiz yerde nasıl karşılanacağız, diye acı acı düşünürlerken, içlerinden birinin aklına yaman bir fikir gelmiş, hemen yerinden fırlayıp:
'Gelin beraber, bu şehirde sırça köşk yapalım; ömrümüzün sonuna kadar bolluk içinde yaşarız! ' demiş.
Ötekiler :
'Bu sırça köşk de nedir ?' diye sormuşlar, beriki :
'Durmayın, vakit kaybetmeyelim, yolda anlatırım!' diye onları peşine takmış, bayırdan aşağı kuş gibi hızla inmeye başlamışlar.
Elebaşı yolda üç beş sözle arkadaşlarına şehre varınca nasıl davranacaklarını öğretmiş.
İndikleri şehir, o memleketin başşehri imiş. Be memlekette bütün millet çalışır, herkes elinden gelen işi yapar, kendi başına buyruk, beyler gibi yaşarmış. Tarlalarda, dükkânlarda insanlar arı gibi çalışır, kazanan kazanmayana destek olur, malını lüzumuna göre başkasıyla değişir, kavgasız dövüşsüz, efendisiz, uşaksız, ömrünün sonunu bulurmuş. Gündelik işlerini gördürmek, nizalarını yatıştırmak için aralarından seçtikleri adamlar hemşerilerine hizmet etmekten başka şey düşünmez, zorbalığı akıllarından bile geçirmezlermiş.
Bizim üç ahbap geldikleri sırada şehrin pazarıymış. Sokaklarda ekinler, yemişler, dokumalar, kumaşlar, demirler, kömürler küme küme durur, alıcı ile verici aracısız iş görürmüş.
Ahbaplar, önceden aralarında sözbirliği ettikleri üzere, sokaklarda aylak aylak dolaşıp etraflarına bakarlar, başlarını sallayıp, yanlarından geçenlere duyuracak şekilde :
'Allah Allah! amma da acayip memleket ha!..' diye söylenirlermiş..
Bir sokak gitmişler, öbür sokağa varmışlar; ondan çıkıp başkasına dalmışlar, ama hep şaşkın şaşkın aynı sözleri tekrarlamışlar. Gitgide arkalarına bir sürü meraklı takılmış, bu yabancılar memleketin nesini acayip buldular acaba? diye aralarında soruşturmaya başlamış. Nihayet birisi dayanamayıp yabancılara sormuş :
'Neye şaşırıyorsunuz Allah aşkına?'
Ahbapların elebaşısı :
'Yahu, sizin memleketin sırça köşkü nerde?' diye öğrenmek istemiş.
'Ne sırça köşkü?'
'Nasıl? Sizin sırça köşkünüz yok mu?'
'O da neymiş?'
Elebaşı yanındaki dostlarına dönüp :
'Aman yarabbi, daha sırça köşkün ne olduğunu bilmiyorlar. Böyle memlekette durulmaz, hemen yolumuza gidelim!' demiş.
Şehir halkını daha çok merak sarmış. Ahbapların peşini bırakmamışlar. Beş on adım sonra önleyip tekrar sormuşlar:
'Canım, neymiş şu sırça köşk? Anlatın bakalım, pek lüzumlu bir şeyse belki biz de yaparız!'
'Lüzumlu ne demek? Sırça köşkü olmayan şehir, sırça köşke bağlanmayan memleket olur mu? Haydi dostlar gidelim!'
Halk aralarında ayaküstü bir danışmışlar, sonra yabancıların yanına sokulup :
'Bizim başka şehirlerden ne diye noksanımız olsun? Mademki bu kadar lazımmış, hadi hep beraber şu sırça köşkü yapıverelim!' demişler.
Yabancıların elebaşısı :
'Olmaz! Olmaz! Sırça köşkü yapmak o kadar kolay değil! Masraf ister, malzeme ister, işçi ister. Bırakın bizi de sırça köşkü olan şehre gidelim!' demiş. Ama halk bırakmamış, 'ne lazımsa verelim, kimselerin memleketinden aşağı kalmak istemeyiz!'diye direnmiş.
Oturup hesabını yapmışlar, hemen işe başlamışlar. Üç ahbap sırça köşkün mimarlığını üstüne almış, halk aralarından işçi seçmiş, arabacı ayırmış, şehrin en büyük meydanına kum taşımaya, kömür getirmeye başlamış. Bir kısmı da bu işte çalışanlara yiyecek, içecek getirir, giyim eşyası tedarik edermiş. Nihayet camlar eritilmiş, sırça duvarlar yükselmiş, bir kat tamam olunca üç ahbap içine yerleşmişler, halka demişler ki :
'İşte, sırça köşk oldu demektir. Daha tamam değil, memleketinizin şanına layık büyüklükte değil ama o da olur. Şimdi bunu iyi muhafaza etmek lazım, büyütmek lazım, adam ayırın, yiyeceği içeceği arttırın, aranızdan seçtiğiniz adamları da dağıtın, biz her işinize bakarız!'
Halk, artık bir sırça köşkümüz var, diye sevinmiş, kendi yediğinden, giydiğinden kesip sırça köşkte oturanlarla onların hizmetine ayrılanlara vermeye başlamış. Az sonra sırça köşkten emir çıkmış :
'Bir kat daha çıkmak lazım. Burası hem bize, hem hizmetimize bakanlara dar geliyor.'
Arabalar yeniden kum taşımış, sırça köşkün efendileriyle onlara hizmet edenlere, yapıda çalışanlara davarlara koyun, çuvallarla ekin, küfelerle yemiş getirmiş. İkinci kat tamam olunca, üç ahbap oraya da halk arasından işlerine yarayabilecek olanları seçip yerleştirmişler. Onlar da burada ekmek elden su gölden yaşamanın tadını alınca, sırça köşkün çok lüzumlu bir şey olduğuna inanmışlar, hemşerilerini de inandırmak için gayrette kusur etmemişler.
DEVAM EDECEK