Geçen asrın ortalarında en çok getirisi olan mesleklerinden biri de cambazlıktı. Yanlış anlamayın öyle ip cambazlığı değil at sığır inek dana alıp satma işiydi. At alıp satana at cambazı eşek alıp satanlara eşekçi sığır alıp satanlara da sığır cambazı veya kol uşağı derledi.

O yıllardan isimlerini hatırlaya bildiğim merhum Araplarlı Eyüp ağa Meramlı Kadir ağa, dağlı Ahmet ağa, Hancının Ahmet, Çayırbağlı İramazan ağa bunlardandı. Konya pazarlarında hanlarında alınıp satılan at, eşek, sığır ve katırdan bunların mutlaka haberleri olur hatta civar illerde olan biteni bilirler, Urfa Diyarbakır gibi illere kadar hükümleri yürürdü. Bunların mekanları haftalık semt ve il ilçe pazarlarının haricinde Karaman caddesi olarak bilinen Ayna’nın yanında Eski Garaj civarındaki hanlarda otururlar, kendi aralarında sohbet ederler nerede mal var ise birbirlerine aktarırlar, kendilerinin de birer at arabası olurdu bunlarla gelir giderlerdi evlerine.

Bu isimlerini saydığım muhteremlerin çoğununda okuması yazması yoktu o günün tabiri ile cahil kimselerdi ama atın, eşeğin iyisini kötüsünü hatta katırların ve tek tırnaklı yaşı zor bilinen hayvanların yaşlarını nasıl hamıda (at koşumu) yattıklarını, nasıl arabaya gittiklerini iyi bilirlerdi. Bu tek tırnak hayvanların ihtiyarlarını, hasta ve işe yaramazlarını toplarlar, bütün illerden köylerden satın alırlar, terk edilmişleri sahiplenirler, buradan Mersin’e veya İskenderun’a sevk ederler oradan da İtalya üzerinden Avrupa’ya sucukluk at eti olarak satışına aracılık ederlerdi.

Bu insanlar boş zamanlarında hanlardan birinde toplanırlar bazen aralarında domine taşları ile oynarlar ama genelde saatleri sohbetle geçerdi. Bunların arasında bir arkadaşım vardı merhum oldu. O da bu işlerle uğraşırdı onun vasıtası ile dahil oldum onların yaşları bana göre büyüktü. Ben 25 yaşımda iken onlar 50-60 yaşlarında vardı. Beni çok severlerdi, ben de onlara saygıda kusur etmezdim. Sohbetlerinden çok hoşlanır, üzerime laf düşerse konuşur, düşmez ise sadece dinlerdim. Bir gün hoş bir sohbet başlamak üzereydi, bunu seziyordum. Araplarlı Eyüp ağa, çok güzel konuşur, lafı sözü dinlenir, giyim kuşamı ile tam bir goca Gonyalı’ydı. Sırtından depme kıldan yapılmış gocuğunu bacağından depme şalvarını hiç çıkarmaz, başından hiç eksik etmediği şapkasının tepesinde de mutlaka bir yama olurdu. At arabasının üstüne atın yem torbası olan saman dolu torbayı koyar, onun üstüne oturur bir eski Konya türküsü mırıldanarak yola devam ederdi.

Eyüp ağa merhum kalabalıktan bana dönerek “Bunları bir üyüttüm (kandırdım) birinde garam, bir hoplattım ağnadayım mı, bu enayilere neler yaptım?”

“Anlat Eyüp ağa.”

Onlara döndü “Diyviriyim mi len masgaralıklarınızı” dedi.

Onlar da “Di bakalım len ne olacak, her zaman ağnadıyon biz alışdık” dediler.

Başladı Eyüp ağa anlatmaya:

“Ismaylım bizim ünümüz bir zamanlar ta Diyarbekir’e kadar ulaştıydı. Oranın atını eşeğini de biz alıp pazarlardık, amma oraya gidip gelmek zordu. Yol uzun, vasıta yok, amma bu işte de çok ekmek var. Burada bizim sahıplanmadığımız ihtiyar diye dışarı attığımız atın, eşeğin gavurların yanında çok gıymatı var. Dışardan talep çok. Haftada bir gün bazarı var Diyarbekir’in o da cumartesi. Ta salıdan gitmek ilazım, yoğsa yitişemeyiz, geç kalırız. Arkadaşlar geldiler, Eyüp ağa hadi hazırlandın mı Diyarbekir’e gitmeye didiler, ben getmeyecem oğlum bu sefer didim.  Onlar gitmediğime dünden irazılar, çünkü benim yanımda onlar mal alamazlar. Ya barabar alacağız ya da boş gelirler vallaha bu enayiler. Aslında ben de gideceğim emme bir arkadaşımdan duydum. Angara’dan Diyarbekir’e teyyare varmış, onunla gidecem bunlara sürpiz yapacam. Neyse bunlar gitti, ben de ertesi gün arkadaşımın tomafili ile Angara’ya gittim. Perşembe gün teyyare varmış ona binip gidecem. Gidecem de teyyareye binmek böyük dert, Ismaylım.

“Neden Eyüp ağa?” diyorum. Ben de meraklandım. “Neden olacak garam, şu şapgayı başından çıkart, didiler. Ben, olmaz, diyecek oldum, öyleyse binemezsin uçağa, didiler. Zorla şapgamı çıkardım goynuma soktum. Bizi teyyarede oturaklara belimizden bağladılar. Teyyare uçtu, yanımdan arada bir gızcağız gelip geçiyor, adamlar ona bişşiyler söyleyor o da onlara getiriyor. Bir ara gızın golunu yakaladım ve gıza güzel bir gonuşma ile “Tasviri istemem efkâra lüzum yok” (Tasvir-i Efkâr gazetesinden bahsediyor, bu gazete o yıllarda 110 yaşında idi) Bana da bir Akşam gazetesi getir gızım, didim. Gız, hay hay amca, didi.

Gasdeyi getirdi Ismaylım, ben heç gazete okumadım, devre dutmuşsum elimde. Gız geldi gazeteyi düzeltti ben heç bozuntuya virmedim biliyom gözel gızım, amma ben meraklıyım iresimlere bakıyom, didim geçiştirdim garam.

Neyse bazar gurulan yire varıvırdım bunlar apdallaşdılar şaşgın ördek gibi oldular. Yahu Eyüp ağa, sen nerden çıkıvırdın nasıl geldin, dediler.

“Ülen siz beni ne sandınız teyyare ile geldim”, der ve arkadaşları araştırırlar. Uçakla geldiği doğrulanır Eyüp ağanın.

Yine mucize laflar ediyorlar handa.

Bir gün ben bir inek almak istedim ve bu durumu handa otururken bunlara söyledim, “Ağalar bana bir inek lazım çocuklar eminecek çok pahalı olmasın şöyle orta halli bir inek olsun” dedim.

Eyüğ ağa söze karıştı: “Ulen oğlum senin yarenin Hüseyin bu işi bizden iyi bilir. biz at eşeği biliriz o kerata ineklerden anlar.”

“Olsun yahu ben hepinize söylüyorum hanginiz duyarsa bana bir inek alıverin.”

Eyüp ağa muhabbeti seviyordu “Ulen dağlı, ineği sağacak avrat var mı yoğsam gendin mi sağacan?”

“Yok Eyüp ağa, biz kazak erkeğiz. Hanım sağar, zaten köylüdür onu da mı sağmasın canım” dedim.

“Sağar sağmasına da işi, gır oğlanının işine döndermeyelim bak soğna külahları değişiriz” dedi.

Yok sütü az, yok inek sağdırmıyor, yok inek yimeeyor değiştir bunu filan dirlerse yandık garam, o zaman seni govarız bak aramızdan”

“Yok ağa, bizde öyle şey olmaz. İneği keser atarız öyle yavan iş yapmayız.”

“Öyle gazağım diye övünme bak gır oğlan da öyle derdi, amma iş hanıma düşünce değişti” dedi.

Söylediklerini etrafındakilere değil mi len Gadir ağa, değil mi len İmaz? (Ramazan kısaca böyle söylenirdi) Onlar da he diye başları ile tasdik ettiler.

“İneği bana alacağız da yine de gır oğlanın işini merak ettim Eyüp ağa. Şu işi bir anlatsana” dedim.

Şöyle bıyık altı bir gülümsedi. Bana döndü, “Onu sen de bilin len, şo filan köylü canım. Gır Süllü derler ya” “Evet” dedim. Biliyordum adamı.

“Ne oldu onunla?”

“Neler olmadı ki garam o da eyi meraba ettiğimiz arkadaşımızdı kerata. Canım bir gün tutturdu Eyüp ağa bana eyi bir at alalım, hem arabaya goşayım hem de iki belik tarla bahçayı süreyim, ekeyim” dedi. “Ben bilirim gidinin hanımı birez sert. “Oğlum hanıma danış. Sen de o da titiz adamlarsınız. Atı alırız da bizi arada koyarsın garıdan da gorkarsın sen didik. Ne demek yahu öyle şey mi olur garı benim işime garışamaz, hem de sevinir tarlaya yayan gitmez” dedi. Hem de şöyle pek bir gubardı senin gibi.

Yahu nidecen Eyüp ağa “İyi bir at bulabilir miyiz deyince”

“Tabi buluruz amma bu biraz da şans işi. At diye alırsın, eşek çıkar. Eşek diye alırsın at çıkar. Atla avrat yiğidin bahtına, dirler biraz da at sahibinin elinde eşinir, derler ya.”

Gülüşe gülüşe muhabbetin dibine vardık.

Eyüp ağa anlatıyordu: “Nihayet ben eyi bi yirden bir at haberi aldım, arkadaşlara da söyledim. Atın sahibi atı hana getirdi, amma ben önder oldum atı beğendik, fiyatını da gonuştuk üzerine hiç kar filan da koymadık. Yani girdiği gapıdan çıktı gitti. (Kâr alınmayınca cambazların ağzı buydu) Gır oğlan da arkadaşımız didik aldı getti.

“Eee bunun tersliği nerede?” dedim.

“Dur ecele etme dinle. Aradan tam bir ay geçti bizim gır oğlan geldi. Eyüp ağa yahu at arabaya getmeyor. Olur mu len o at nasıl arabaya getmez oğlum ya goşumda bir yanlış yapıyon ya da atı gullanamaayon didim. Ya Eyüp ağa bu atı ya al ya da gel köye bir alıştıralım bunu dimez mi. Bi kere gittim köyüne ata iyi bakmış at gendini bulunca gır oğlanı saymamaya başlamış. Ben boğazına hamıdı takdım hamıt da biraz dar geliyor, boğazını sıkıyor. Hayvana deh didim garam, hayvan uçuyor, araba filan o ata vız gelir. Bak Süllü at eyi gidiyor yalnız hamıt biraz dar. Büyük bir hamıt al bu hayvana sahip ol elden çıkacak bir hayvan değil, dedim. Neyse, ertesi gün geldi bir hamıt aldık gitti. Süllü her gün hana gelir oldu ağa at arabaya getmeyor bir ara arkadaşın biri daha getti oda iyi çift sürmüş arabaya goşmuş hayvanın bişşiyi yok. Her gün at araba derken bizim gafanın tası atıvırdı gara Ismaylım. Bir gün dedim ki yarın filan yere gel, ben de oraya geleceğim dedim. Ertesi gün hanımını da yanına almış geldi. Ben de vardım oralar bol tarla hem de çamur bir yer. Elimde eyi bir kürt çalısından gamşı (kamçı) var. Arabadan gır oğlanı ve garısını yere indirdim. Gendim onun arabasına bindim çamır tarlaya bir sürdüm gamşıyı dört doladım bacaklarına atın. Hayvan uçuyor garam vallahi gır oğlanda hanımı da yanıma geldiler. Dur atımızı öldürecen gavur herif, diye başladılar çene yapmaya. Ee bu sefer de onlara döndüm kamçıyı. Dallarına iki sarıvırdım Ismaylım gır oğlana baktıydım, dur allesen (Allahını seversen) Eyüp ağa sen dellendin mi yapma diyor garısı da avazı çıktıkça bağırıyor, yetişin Müslümanlar bu deli Eyüp gocamı da atımızı da öldürecek diye bağırıyor. Oralarda kim duyacak, kuş uçmaz kervan geçmez. Ben patlayıvırmışsım. Ulen dabış ben sana garıya danış da öyle al atı dimedim mi? Sana eyilik yaptık suç mu atın üzerinden kâr bile almadık. Sana at sattıysam arabacı mı durayım ülen? Her gün attan şikâyet ediyon, dedim bir gittiler, gidiş o gidiş Ismayıl. Bir daha gelmediler. Bak ben gazağım deyip duruyon sen de ineği böyle yaparsan, seni de gamşılarım haaa” demişti de gülüşmüştük. 

“Ben öyle şey bizde vuku bulmaz ağa” dedim.

“Eferim len dağlı Ismayıl” dedi. Yerinde duramadı Eyüp ağa, “Şimdi birer köpüklü gayfeyi hak ettik. Haydi Tataroğlu’nun ocağına gidelim” dedi. Orada da sohbet çok tatlıydı. Hanın arka tarafında boş bir dükkân vardı. Oraya geçip oturduk. Ocağı çalıştıran merhum keman üstadı Tataroğlu Mehmet ağa idi. Yanına gelen ekip arkadaşları vardı. Bir udi Tatköylü Mevlit ağa (mevlit belgen) bir de saz ustası Ali ağa vardı, birde darbukacı Şükrü...

Eyüp ağa ocakçıya seslendi, “Ülen Tataroğlu, ocak tenhaysa oğlana bırak da gel. Şu kemanı iki tıngırdat da gafamızın tozu gitsin. Eyüp gardaşın dertli böğün (bugün) gorkma eliyin emeğini viririm” dedi.

Kahveci Memet ağa da itiraz etti, “Ayıp oluyor goca Eyüp sen gardaşını bilememişsin, zaten ekip toplandı akşama köye düğüne gideceğiz. Arkadaşlar da burada hem sazları akort yapalım hem de bir gaç hava yapalım” dedi ve geldiler, çalgılar düzüldü. Konya’nın meşhur çuhacıoğlu peşrevi ile girdiler:

Memberi bağlar gazeli emmiler

Emmiler Türkmen emmiler

Uzun uzun entarili aman sarma yenliler

Vay aman sarmada yenliler.

Bir oğlum olsaydı da vay aman

Verseydim hocaya aman aman

Okusa okusa da vay aman

Gelseydi heceye aman aman

derken daha çok coştu Araplarlı Eyüp ağa. Meğer onun hiç oğlu olmamış, başladı ağlamaya. Erkeğin ağlaması da bir tuhaf oluyor. Öz ağlamayınca göz ağlamaz derler ya doğruydu, adamın özü ağlıyordu. Tataroğlu Memet ağa, tecrübeli hemen müziğin ritmini değiştirdi:

Sandıklının tarlaları hendekli

Mostralim geliyor dayan kahpe sandıklı

Şimdi kızlar şeker yemez fındıklı

Dabaka benim tütün benim keyif benim

Öperim severim kahyam mıdır el benim

….

Eşmekaya’nın kavakları gölgeli

Yel vurdukça denizleri dalgalı

Bugün efelerin başı gavgalı

Beyleri beyleri eşmekaya beyleri

Beyleri gördükçe a canım şaşırıyorum dilleri

….

Süpürgesi yoncadan

Gayet beli inceden

Ben seni kıskanırım

Yerdeki karıncadan

Hanım şaşırdın beni

Aşka düşürdün beni

Aşk adamı ağlatır

Dert adamı söyletir

Derviş geldi hu dedi

Çevir bendi su geldi

Ellere düğün bayram

Bize haktan bu geldi

Ömrüm ömrüm hopla mavilim

Vay aman al beni yanında sakla

…dedi ve bağladı. Ahhh o eski muhabbetler o eski arkadaşlıklar o eski saygı sevgi nerdeee bilmem o günlerden olup da yaşayanlara Allah hayırlı uzun ömürler versin. Ölenlere de Allah gani gani rahmet eylesin.