Eşitlik barışa, barış eşitliğe düşmandır

Bir ülkede bütün unsurların eşit olmasını istemek o ülkedeki bütün unsurların o ülke dışındaki bir kuvvet tarafından hizaya getirilmesini talep etmek demektir. Eşitlikle birlikte barışın geleceğine ancak çocukları inandırabilirsiniz. Ancak gelin görün ki toplumun büyük bir kesimi çocuklaştırıldığı için bu türden yalama şekerlerini yemeyen yok.  Ülkemizdeki bütün unsurlar mutlak manada eşitlik içinde, kardeşçe, yan yana (belli bir üstünlük silsilesine göre değil) yaşarsa barış olur ve hepimiz çok mutlu bir toplum olurmuşuz. 'Yeni Türkiye' böyle pembe ufukların ülkesiymiş. Türkiye'de gayrimüslimlerle Müslümanların eşitliğini savunmak; gayrimüslimlerin mutlak manada üstünlüklerini ilan etmesi ve Müslümanların onların himayesindeki bir hayata razı olmasını istemek demektir. Zira gayrimüslimler (Ermeniler, Rumlar, Yahudiler!) bugün bütün dünyada hem siyasi, hem mali, hem de askeri açıdan tartışmasız bir hükümranlık sürdüren dünya sisteminden kendilerine öz evlat muamelesi yapılmasını isteyebilecek unsurlardır. Geçmişte de böyle olmuştur. Türkiye'de Müslüman unsurlar İstiklal Harbini kazanarak birinci sınıf insan olma imkânını ele geçirmişlerdir. Bu harbin galibi Müslümanlar olduğu için Lozan'da gayrimüslimler azınlık statüsünde kabul edilmiş ve milletlerarası garanti altına alınmışlardır. Türkiye'de “Müslümanım” diyen unsurun arkasında destek olarak (dünyevi otorite manasında) Türkiye Cumhuriyeti'nin kerhen verdiği destekten başka şey yoktur. Ancak gayrimüslimlerin arkasında BM, ABD, AB, NATO, CENTO, UNİCEF! daha sayamadığımız birçok devlet ve uluslararası siyasi/mali/askeri organizasyon vardır. Gayrimüslimleri göreceli olarak Türkiye'de eşitsizlik durumunda tutan tek şey İstiklal harbinin galiplerinin kurduğu TC diye adlandırılan siyasi organizasyondur. İstiklal Harbinin mağluplarının gayrimüslimler olması psikolojik üstünlüğü Müslümanlara vermektedir. Bu psikolojik üstünlükten geriye de başkaca bir şeyleri yoktur Müslümanların.  Hem mali işleyiş itibariyle, hem de çok uzun zamanlardan beridir devletin en önemli kritik noktalarına Müslüman görünümlü gayrimüslimlerin tamamen yerleşmiş olmaları sebebiyle aslında büyük ölçüde hâkimiyet onlardadır.

Bu TC dedikleri devlet; ilk Anayasasının 2.maddesinde 1928 senesine kadar “Türkiye Devletinin dini İslâm'dır” maddesi yer almış bir devlettir. TC dünyada kurulmuş ilk İslam Cumhuriyeti'dir. Bu zihni temel üzerine kurulmuş bir devletimiz var. Bu sebeple zaman içinde devlet mekanizmasını arızi olarak işgal edenler ne yaparsa yapsınlar TC'nin “İslam Devleti” vasfını tamamen izale edemediler. Hâlâ bu sebeple Ermeni/Rum/Yahudi olduğu isminden açıkça anlaşılan kişiler orduda ve emniyet teşkilatında görev alamıyor.

TC'nin yeniden tanzim edilerek “Yeni Türkiye” olarak tanımlanması ve bu tanımın “Yeni Anayasa” olarak halka referandum yoluyla kabul ettirilmesi ile bu İslami temel ve ön kabul tamamen tasfiye edilecek. Türkiye'nin bir Müslüman Memleketi olmadığı Türkiye'de yaşayan Müslüman ahaliye ikrar ettirilecek. Yani Müslüman unsur devletin kendilerine ait olduğu yönündeki kabulden feragat etmiş olacaklar. Zira yeni anayasada Türk, Türk Milleti olmayacağı gibi Türkiye'nin İslami bir esasla kurulan bir ülke olduğuna dair de hiçbir kayıt yer almayacak. İnsan merkezli, hümanizm ve insan hakları esaslı bir 'Yeni Anayasa' demiyorlar mı?

Kutlu Doğum haftası dedikleri sefil kampanyanın bu seneki temasının “Birlikte Yaşam” olmasının da; HDP'sinden tutun da CHP'sine ve AKP'sine varıncaya kadar hepsinin ağzında dönen 'herkesin eşit olduğu bir Yeni Türkiye' mavalının da asıl saiki budur.

Peki, eşitlik barışı getirir mi? Bu soruya sıhhatli bir cevap arayan bile yok. Ancak kalmışsa birkaç karışık kafa onların malumatını artırmak için bugünkü köşemizde İstiklal Marşı Derneği Genel Başkanı Şair İsmet Özel'in bir yazısını nakledeceğim. “Barış için de bir arada yaşama” gibi mavraların sıkça okunduğu bugünlerde bu lafların ne demeye vardığını belki birkaç kişi anlar:

Barış Ve Eşitlik

İlk bakışta insana barış ve eşitliğin birbirini gerektirdiği düşüncesi doğru görünebilir. Sanırız ki toplumsal barış olursa bunu toplumsal eşitlik takip eder. Yahut toplumsal eşitliği sağlarsak toplumsal barışa da kavuşabiliriz. Biraz daha ince, biraz daha derin düşününce ilk bakışta zihnimize yansıyan şeyin tartılıp biçilmiş bir şey olmadığını, sadece bizim bir isteğimiz ve eğilimimiz olduğunu fark ederiz. Barışın eşitlik, eşitliğin barış getirmesini istiyoruz. İstemekle iş bitse ne iyi! İsteğimizin hiç de gerçekçi olmadığını çok geçmeden anlayabiliyoruz.

İnsanlar arasında neden savaş, kavga, yarışma oluyor? Aralarındaki eşitlik bozulduğu için mi insanlar birbirleriyle geçinemiyor? Hiç de değil. Geçimsizlik eşitlikle, her iki tarafın da bir diğeri karşısında güç gösterecek eşitlikte olduğunu kabul etmesiyle başlıyor. Küçük küçükle, büyük büyükle dövüşüyor. Eğer arada eşitlik yoksa küçük ve büyük karşı karşıya gelmişse o ikisi arasında geçen şeye dövüş demiyoruz. Büyüğün küçüğü dövdüğünü söylüyoruz. Diyoruz ki büyük küçüğü pataklıyor.

Diyelim ki iki eşit kıyasıya dövüştü ve biri diğerini hakladı. Çatışmanın galibi ve mağlubu belli! Ne olacak şimdi? Barış olacak. Yani yenen taraf yenilene şartlarını kabul ettirecek. Barış dediğimiz budur zaten. Kuvveti sayesinde ortalığın süt liman olmasını sağlayan bir baskı uygulayıcısı yoksa barışın güvencesi hiçbir yerde bulunamaz. Demek ki barış ancak eşitliğin bozulmasıyla ve bir egemen unsurun dediğini yaptıracak kadar baskı uygulamasıyla sağlanabiliyor. Eşitler arasında hiç barış yapılamaz demeyelim. Eğer birçok eşit unsurun üstünde ve her birine sözünü geçirebilecek güçte bir unsur varsa, işte bu diğerleriyle eşit olmayan unsur sopasını (aba altından veya üstünden) sallayarak eşitlerin birbirlerini boğazlamasını önleyebilir. İnsanlar birbirlerinin boğazına sarılmıyorsa, birbirlerini yıkmaya çabalamıyorsa orada barış vardır. Herkes eşitsizliğe razı olmuştur.

İnsanlar barış içinde yarışabilirler. Çünkü yarışa girmek eşitliği reddetmektir. İnsanlar aralarında kurulabilecek herhangi bir eşitliğe rıza göstermedikleri için birbirleriyle yarışırlar. Barış ve yarış birbirine her bakımdan uygundur. Yarışanlar kendileri öne geçmeye, başkalarını geride bırakmaya çabaladıkları yetmezmiş gibi, bir de kendilerinin olduğu kadar bütün yarışanların üstünde bir güç bulunduğunu ve bu gücün sonucun tasdikine karar vereceğini kabullenirler. Yarışta eşitsizlik iki katlıdır. Ne yarışanlar birbirleriyle, ne de onları yarıştıran onlarla bir eşitliği paylaşır. Eşitlik isteyenler barışı, barış isteyenler eşitliği dışlamak zorundadır. (İsmet Özel, Milli Gazete 15.11.1999)

 

Mustafa Deveci

4 Recep 1436