Bir zamanlar bir kral vardı. Bu kral, işini en iyi şekilde yapmak isterdi. Sık sık şöyle düşünürdü: "Bir iş için en uygun zaman hangisidir acaba? En gerekli kişi kimdir ve yapmam gereken en önemli şey nedir? Bu üç şeyi bilseydim, çok başarılı olurdum."

Bir gün kral her tarafa haber saldı. Soruların cevabını bilene büyük ödüller vereceğini duyurdu. Bilgili kişiler toplandı.

İlk soru görüşüldü. Kimileri takvim hazırlamaktan, kimileri bir bilge kişiler meclisi kurmaktan bahsetti. Böylece en uygun zamanın hangisi olduğunu bulacaklardı.

En önemli kişiyse bazılarına göre din adamları, bazılarına göre savaşçılar, bazılarına göre hekimlerdi.

En önemli şeye gelince, bazıları "bilim", bazıları "savaşta ustalaşmak" dediler. Kral bu cevapları kabul etmedi.

Bir ağaç kovuğunda tek başına yaşayan, bilgeliğiyle ünlü, yaşlı bir adam vardı. Kral, ona danışmaya karar verdi. Yaşlı adam, yaşadığı kovuğa halktan başkasını kabul etmezdi. Bu yüzden kral, halktan biri gibi giyinerek yola düştü. Kovuğa yaklaştıklarında muhafızlarını orada bırakıp yola devam etti.

Yaşlı adam, çiçek tarhları kazıyordu. Geleni gördü, selâmladı. Zayıftı, işini yaparken zorlanıyordu. Kral,

- Ey bilge, üç sorum var! diyerek sorularını sordu. Yaşlı adam dinledi ama cevap vermedi.

Kral;

- Siz biraz dinlenin, diyerek küreği aldı. Yaşlı bilge;

- Sağ olun, deyip oturdu.

Kral sorularını tekrarladı. Bilge yine susuyordu. Kral kazmaya devam etti. Ufukta güneş batmaya başladı. Kral sıkılmıştı.

- Ey bilge, cevap vermeyeceksen gideyim, dedi. Bilge;

- Birisi geliyor, dedi. Kim acaba?

Kendilerine doğru birisi koşuyordu. Adam yaralıydı. Yanlarına ulaşınca bayıldı. Adamın elbiselerini çıkardılar. Kral yarayı havluyla bastırdı. Fakat kanama devam ediyordu. Kral havluyu defalarca yaraya bastırıp yıkadı. Sonunda kanama durdu.

Bu arada akşam olmuştu. Yaralıyı kovuğa taşıdılar. Kral da yorgunluktan, eşikte uyuyakaldı. Deliksiz bir uyku çekti. Uyandığında kendisine bakan yabancıyı bir süre hatırlayamadı. Adam;

- Beni affedin! dedi. Kral;

- Sizi tanımıyorum, affedilecek ne yaptınız ki? dedi.

- Ben sizin düşmanınızım. Kardeşimi astırdığınız için sizden öç almaya yemin etmiştim. Buraya geldiğinizi öğrenince size pusu kurdum. Fakat akşam olduğu hâlde dönmediniz. Ben de beklediğim yerden çıktım. Ama muhafızlarınız beni tanıyıp yaraladılar. Kaçtım. Siz yardım etmeseydiniz, ölürdüm. Ben sizi öldürmek istedim, siz ise benim hayatımı kurtardınız. Affedin beni!

Kral, düşmanıyla bu denli kolay barıştığı için çok mutlu oldu. Doktorunu göndereceğini söyleyip onunla vedalaştı. Dışarı çıktı.

Yaşlı bilge, tarhlara tohum ekiyordu. Kral yaklaştı. Yalvarırcasına sordu.

- Cevap verecek misiniz? Adam gözlerini kaldırdı.

- Cevabınızı aldınız ya, dedi.

- Aldım mı? Nasıl?

- Anlamadınız mı? Dün bana acımayıp tarhları kazmasaydınız, gidecek, şu adamın saldırısına uğrayacaktınız. Yani en önemli vakit, tarhları kazdığınız vakitti. En önemli kişi bendim ve en önemli işiniz bana iyilik etmekti.

Bu adam geldiğindeyse en önemli vakit onunla ilgilendiğiniz vakitti. Çünkü yaralarını sarmasaydınız, sizinle barışmadan ölecekti. Dolayısıyla en önemli kişi oydu, en önemli iş de onun için yaptıklarınızdı.

Şu gerçeği unutmayın: En önemli vakit, içinde bulunduğumuz andır. Çünkü sadece o an bir şey yapabiliriz. En önemli kişi, o anda kiminle berabersek odur. Zira onunla bir daha görüşüp görüşmeyeceğimizi bilemeyiz. En önemli iş ise iyilik yapmaktır. Çünkü insan dünyaya bunun için gönderilmiştir.