Dünyada son sekiz yıldır baş döndürücü gelişmeler yaşanıyor. Düzen yeniden kurulmaya çalışılırken hızla düzensizlik küresel yaşama hâkim olmaya başladı.

Bu gelişmenin yönü ülkemizin içinde bulunduğu jeopolitik ve jeostratejik konumu gereği bize doğru geliyordu.

Aslında üç yüz yıldır pasifleştirilmeye çalışılan bir devletin beklenen anlarını yaşıyoruz. Ama imparatorluk ama Cumhuriyet dönemimizde başımıza gelen bütün olayların temelinde ülkemizin dengesinin bozma amacı güdülüyordu.

Vaat edilmiş topraklara doğru hareket eden bu güç, temeli üç bin yıla dayalı projelerin farklı versiyonları ile bizi sürekli istikrarsılaştırma taktiği ile çoğu zaman da dost ve müttefik kimlikleri ile oyaladılar.
Burada asıl hedef ne Irak, ne Arap baharı ne de Suriye.  Hepsinin perde arkasında ülkemiz var.

Elbette buna zemin hazırlayanlar da bizatihi kendimiz olduk.  Batıya özeneceğiz derken muasır medeniyetin kodlarının peşini bıraktık. Öncelikle kendi kültürümüze yabancılaştık. Sonra onları taklit ederek gerçek yaşamımız haline getirdik. Onları taklit ederek bir uygarlık inşa etmeye çalıştık.

Sonra onların güce dayalı uluslararası sözleşmeleri ile kendimizi bağladık.  Güçlülerin mantık duvarlarına kendimizi hapis ettik. Üstelik en zayıf zamanlarımızda o sözleşmelere dayalı yaşayan bir millet olarak dünyanın en uslu çocuğu olduk.

Demokrasimiz bile onların kültürüne ve yaşam mantığına göre yerleşti.  Milletin Meclisini gücün meclisi ve onun temsilcileri haline getirdik.

Halkımızın da doğrularını tarif ederken bu düzenin işleme mantığına göre kurguladık.

Sonunda Türkiye nasıl? Sözünde duran, fedakâr ülke olurken bir türlü başı belalardan kurtulamadı ise, millet olarak da yaptığımız, bütün seçimlerde en iyi demokrasi sınavını verdi ama bir türlü medeni bir ülke yaşamı kuramadık. Millet kendi refahını sağlayacak yönetimi seçemedi.

Bunu hepimiz sorgulamalıyız. Hepimiz bir partinin taraftarı olduk ama millet olarak muasır medeniyet yolculuğunu hep unuttuk.

1949’da Nato’nun kuruluşu ile başlayan ve bütün devletlerde oluşturulan algı ile dünya sağ sol eksenli iki kutba ayrılma stratejisi ile bizler de bu oluşumun yansıması ile iki kutba ayrıldık. Birbirimizi öldürdük. Ötekileştirdik.

Bu sırada asıl güçler hep iletişim halinde kendi kalelerini korudular.

Vaat edilmiş toprakların temeli atıldı. Büyüdü. Ve en büyük parçası olan  Türkiye’ye doğru yaklaştı.

Bu arada milyonlarca insan telef oldu.
Bence bütün bugünkü yaşananları bu  bakış açısı ile  değerlendirmemiz lazım.

Amerika İdlip’te şehitlerimize şehidimiz diye sahip çıkarken,   Fırat’ın doğusunda 30 bin tır silahla bir terör örgütünü koruyup kolladığını örtmeye çalışıyordu.

Rusya, ülkemizle milyarlarca dolarlık yatırımlara imza atarken, vekâlet ile rejim güçlerinin kılıfında, onları kullanarak,  askerlerimizi şehit ediyor. PKK’nın Moskova’da ofisini koruyarak rezerv düşman olarak saklıyor.
Rus gazetesi Hatay’ı çaldılar diyecek hale geliyor.

Sonra Rusya Amerika düşmanmış gibi rol yaparken el altından paylaşımlarını sistemli bir şekilde koruyor birbirlerini kolluyorlar.

Esed, Rusya, İran, Amerika, Avrupa  her türlü kıvırma  politikası ile sürekli manevra yaparken, ülkemizden tahmin edilebilir düzenli adımlar atmamızı istiyor, bizi sürekli öngörülebilir halde tutmak istiyorlar.

1949’da atılan iki kutuplu düzenin bakiyesi bazı vatandaşlarımız da bu kadar ilkesiz bir zamanda devletimizi öngörülebilir adımlar atmamakla eleştiriyor.

Zaman istiklal ve cumhuriyetimizin istikbali konusunda istikametimizi bir tutma zamanı.

Eğer bugün Suriye’de olmasaydık,  1980’li yıllardan beri her türlü siyasi, din kılıflı, ve PKK gibi örgütlere kaynaklık ve yataklık eden bu bölgeler, o örgütlere hediye edilmiş olacaktı.

Bütün bu gelişmelerin bir merkezden yönetildiği bilincini kaybetmeden kendi hareket tarzımızı belirlemeliyiz.

Yani;

Ülke olarak attığımız her adımda başta komşularımız dünyadaki her yerdeki gelişmeleri düşünerek adım atmalıyız. Bağımsız ve güçlü devlet olmamızın gereği budur.

Küresel gelişmeleri dengeleri gözeterek stratejiler geliştirmeliyiz. Öyle kabuğuna çekilerek öyle orda burada işimiz ne diyerek bu koca devleti, bu asil milletin bekasını koruyamayız.

Vatandaş olarak kinimize nefretimize ya da sevgimize göre taraftar davranışına göre değil her olayı milletimizin istikbaline göre de değerlendirmeliyiz. Gerektiğinde başta canımız olmak üzere, partimiz, menfaatimiz her şeyimizi milli bekamıza feda edebilmeliyiz.  Dünya bu yönümüzü aklından çıkaramamalı.

Bu ülkenin iç meselesi değil dünya düzenini kontrol edenlerin stratejik adımları olarak algılanmalı. Ve onların menfaatine yardım eder duruma düşmemeliyiz.

Cumhuriyet ana dayanağımız, laiklik en güçlü meziyetimiz olmalı. Bütün düşünce, inanç ve bakış açılarını ancak böyle koruyabiliriz.

Ortak paydalarımızı çoğaltmalı, milli değerlerimiz haline getirmeliyiz.

İktidar muhalefet taraftarı olmak bu nedenlerle hareket etmek, istiklalimize zarar verir. Tek tarafımız devlet ve millet olmalı.

En namüsait şartları yaşıyoruz. Kurtuluş savaşından beri bu uğurda yüz binler şehit verdik.

Bu şartlarda şehitlerimize saygı olarak bile onlar canlarından vazgeçerken bizler bencilliğimizden vazgeçmez isek o zaman onların kemikleri sızlar.

Allah bizlere şehit verdirmeyecek milli güce ve şuura erdirsin.
Bütün şehitlere Allahtan rahmet diliyorum.  Ailelerine sabır diliyorum.

Milletimizin başı sağ olsun.