Konya'da bir kafe furyasıdır aldı başını gidiyor...
Son 3 yılda yeni açılan kafe sayısına bakıldığında sektörde bir açığın varlığından ve bu açığı fark eden işletmecilerin harekete geçtiğinden söz edebiliriz.
Yerli ve yabancı menşeli kafelerin sayısı Konya'da 100'ü aşmıştır. Bence şehirdeki yabancı tabela sayısındaki artış ile yabancı menşeli kafe sayısı arasında bir doğru orantı var. Çünkü baktığınızda dili bizden olmayan tabelaların altındaki işletmelerin büyük bir bölümü kafeler.
Bizden olmama durumu aslında sadece kafelerin tabelalarıyla da sınırlı değil. İçerideki sunum tarzı, çalışanların kılık kıyafeti ve hatta sundukları menü bile bize yabancı. Kültür emperyalizmi dedikleri şey bu olsa gerek. İçimize girdiler, aramıza sızdılar ve şimdi kendi kültürlerini bize empoze ediyorlar.
Sosyalleşme sürecinin en hızlı yaşandığı, dost ve arkadaşları buluşturan bir yönü de var kafelerin.
Hepsinin farklı bir konsepti, farklı bir tarzı, birini diğerinden ayıran farklı özellikleri bulunuyor. Ancak buluştukları ortak nokta hemen hemen hepsinde aynı: Gösteriş yapmak, çalım atmak, caka satmak...
Kafelerin ortak özelliği değil bu, kafelere gidenlerin büyük bir bölümünün ortak özelliği...
Kafeler ortamı sunuyor, gelin burada kendinizi gösterin diyor, biz de gidiyoruz oralarda kendimizi sergiliyoruz.
Parasıyla değil mi, isteyen yapar...
Biraz lükse kaçan kafelerin önüne gidin de bir bakın. Neredeyse hepsinin önünde, Konya'da eşine az rastlanan, zenginlik alameti olan otomobiller sıralıdır.
İçeriye girip şöyle etrafa bir göz gezdirdiğinizde ise, masaların üzerinde sanki işletme tarafından her masaya bırakılmış demirbaş gibi son model akıllı telefonları, o telefonların bir tık üstünde sigara paketlerini, onların bir tık üstünde de kapının önünde duran son model arabaların anahtarlarını görebilirsiniz.
Çok sevdiğim bir ağabeyim anlattı da dikkatimi çekti bu konu. Kafelerde şahit olduğu bazı şeylerden bahsetti.
Şimdilerde tekrar soğuma eğiliminde olsa da genel olarak bahar havası hakim Konya'ya. Geldi bahar ayları, gevşedi gönlümün yayları diyen kafelere akın etmiş. Gördüğüm bazı manzaralar karşısında ben utandım da kalkıp gitmek zorunda kaldım diyor.
Elbette ki hepsi için aynı sözleri söylemek haksızlık olur. Ailecek oturup kalkabileceğiniz, arkadaşlarınızla hoş vakit geçirebileceğiniz, bu tür gösteriş eğilimlerinden arındırılmış olan mekanlar da mevcut.
Kapılarının önünde son model arabaları olmayan, ulaşımın daha çok toplu ulaşım araçları ile sağlandığı, bir bardak çayın 5 lira değil, 1 lira olduğu, masaların üzerinde zenginlik alameti olan metaların yerinde okunmak için bırakılmış olan kitap, dergi ve gazetelerin bulunduğu, şimdilerde anlamı farklı yönlere kaydırılmış olsa da 'kıraathane' kelimesinin içini dolduran yerler de var. Nasıl becerdilerse, okuma evi manasına gelen kıraathaneler kötü, uzak durulması gereken yer anlamını kazanırken, cafeler hayatımızın merkezine girdi.
Birinde boş zamanlarda gırgır şamata yapılırken, diğerinde boşa giden zamanı doldurmak için ilmi, siyasi, dini sohbetler gerçekleştiriliyor. Gençlerin vizyonunu geliştirmesi, farklı bakış açıları ortaya koyabilmesi ve eleştirebilmesi için uygun zemin hazırlanıyor.
İki farklı kutba ayrılmış olan bu mekanlar aslında sosyal değişim ve dönüşüm sürecini, bu değişim ve dönüşüm sürecine adım adım ayak uyduranların yanında, değişim ve dönüşüme karşı direnenlerin de var olduğunu gösteriyor.
Özetle, sosyal bir analiz yapmak, nereden nereye gelindiğini görmek ve gidiş yönümüzün hangi istikamette olduğunu anlamak için hızlı sosyalleşim merkezi olan kafelere bakmak yeterli.
Mesnevi'den:
Yüz tane elma, yüz tane de ayva saysan, onları sıktığında yüz kalmaz, bir olur.