"Düşüncelerini izle, sonra onlar kelimelere dönüşür.
 Kelimelerini izle, sonra onlar eyleme dönüşür.
 Eylemlerini izle, sonra onlar alışkanlıklarına dönüşür.
 Alışkanlıklarını izle, sonra onlar karakterine dönüşür.
 Karakterini izle, sonra onlar kaderine dönüşür."

LAO TZU

Pazar kahvaltısındasınız, ailecek kahvaltı yapıyorsunuz. Oğlunuz masaya çarparak çok hızlı oturdu ve bardaklardaki çayların masaya dökülmesine neden oldu. Siz aniden sinirleriniz tavan yapmış bir halde oğlunuza -dersleri oldukça kötü olan ( dün de matematikten sadece 43 alabilmişti, bu gidişle sınıfta kalacaktı)- yüklenmeye ve azarlamaya başladınız. Zaten hep böyle hoyratça davranıyor, hep böyle dağınık, dikkatsizdi.

Eşiniz tarafından müdahale edilerek -zaten haftada bir ancak bir araya gelebildiğiniz- kahvaltı sofrasını berbat etmemeniz gerektiği konusunda uyarılıyorsunuz.  Uyarıya iyice terslenerek cevap veriyor ve sesiniz daha da yükseliyor.  Oğlunuz da size ukala cevaplar verip, öfkelenip bağırarak, daha bir lokma yememişken sofrayı terk ediyor. Eşiniz size bağırıyor, bu sırada sofradaki diğer çocuğunuz, küçük kızınız da ağlamaya başlıyor.

Lanet ediyorsunuz. Kızınızı da alıp yatak odasına gidip az önce oğlunuzun çarpıp kapattığı oda kapısı gibi siz de kapıyı çarparak kapatıyor, diğer taraftan da kızınıza ağlamamsı için bağırıyorsunuz.

Eşiniz de sokak kapısını çarparak çıkıp aracına binip gidiyor, ardından da oğlunuz.

Hâlbuki o gün için aile dostlarınızla piknik ayarlamış, öğleden sonra dört aile bir araya gelecektiniz. Hem sizin hem de çocuklarınız için güzel, eğlenceli bir bahar günü geçirecektiniz. Mangal işi de eşinizin görevi olacaktı.

Saat ilerliyor, ne oğlunuz ne de eşiniz telefonunu açmıyor. Ne yapacağınızı şaşırıyor, organizasyonunu bizzat üstlendiğiniz piknik için insanlara ne diyeceğinizi bilemiyor, öfke nöbetleri geçirmeye başlıyorsunuz…


Arkadaşlarınızı arayarak pikniği iptal etmek zorunda olduğunuzu dile getiriyorsunuz.

Bu arada:

 O sinirle evden çıkıp giden oğlunuz, arkadaşlarıyla buluşup onlarla tartışıyor, eşiniz ise tali yoldan hızla çıkarak ana caddedeki bir araca çarpıp hasar veriyor.

Diğer taraftan, sizin yaşadığınız huzursuzluk sonucunda, arkadaşlarınız olan diğer üç ailenin de hafta sonu planı suya düşmüş oluyor.

Bu durum şöyle yaşansaydı:


Oğlunuz masaya çarparak oturdu ve çayı döktü. Siz nazikçe(içinizden kızgın olsanız da kendinizi frenleyerek)“tamam oğlum,  kaldır bardağını” deyip hemen kâğıt havluyla masadaki çayı temizliyorsunuz. Bir dahaki sefere masaya biraz daha dikkatli oturmalıyız sanırım” diyorsunuz. Ama sert bir şekilde değil, tebessümle. Oğlunuzun derslerinde ve özellikle dünkü başarısızlığını burada dile getirmenin yersiz olduğunun farkındasınız.

Hep birlikte kahvaltınızı yapıyorsunuz, oğlunuz patates kızarttığınız için memnun oluyor, eşiniz kahvaltı sonrası keyif çayını yudumlarken siz de küçük kızınızı bugünkü piknik için giydirmeye başlıyorsunuz. Diğer taraftan da mangal organizasyonun oğlunuza ve eşinize ait olduğunu onlara hatırlatıp, gerekli malzemeleri unutmamaları gerektiğini hatırlatıyorsunuz.

Gece eve döndüğünüzde dostlarınızla güzel bir hafta sonu geçirmiş olmanın yorgun ama bir o kadar tatlı huzuruyla uykuya dalıyorsunuz.


Aradaki farka bakın lütfen!

İkisi de aynı başlayan ama farklı biten iki farklı senaryo.

Neden?

 

Sır bu 90/10 kuralında. Ama çok az kimse bunun farkında.

Hayatta her an her şey olabilir, çocuğumuz derslerinden kötü notlar alabilir, çay dökebilir, hasta olabilir, sınava geç kalabilir.


Eşiniz işinden olabilir, kaza yapabilir, kiracı olarak kaldığınız ev satılmış ve ev sahibiniz hemen evi boşaltmanızı isteyebilir, v.s, v.s…

Olan ve olabilecek tüm bu şeyler planlarımızı daha doğrusu rutinlerimizi, isteklerimizi, hayallerimizi alt üst edebilirler.

Hayatınızın bu  %10'luk kısım tamamen bizim kontrolümüz dışında gerçekleşir. Diğer %90'lik kısım farklıdır. Bunu siz belirlersiniz.

Nasıl mı?

Devamı haftaya…