Geçtiğimiz günlerde bir televizyon programında, temel İslâm ilimleri profesörü olan ilâhiyatçı Mustafa Karataş’ı dikkatle dinlemiştim. Mustafa hoca, gabn-ı fâhiş’ten, paradan ve alışverişte dinen dikkat edilmesi ve uyulması gereken kâidelerden söz etmiş; Mutaffifin sûresinin ilk10 âyetini mealen okumuştu.

Mustafa hoca, parayla ilgili şu ifadeleri kullanmıştı: “Para insanın mayasını ortaya çıkarır. Bir insan ticarette dürüst davranmıyorsa bilin ki onun imanında sıkıntılar var. Onun diliyle söylediğinin çoğu yalan, kalbinde eğrilik var. Para belli eder insanı. Dostluğu belli eder, düşmanlığı belli eder, dürüstlüğü belli eder; adamlığı belli eder, müslümanlığı belli eder. Dünyayı para yönetiyor. İnsanlığı para yönetiyor.”

***

Para üzerine elbette çok şey söylenebilir. Bununla ilgili ciltler dolusu kitap yazılmıştır. Eski Maarif Vekili Hasan Ali Yücel döneminde başlatılan klasikler dizisinden olan ve İngiliz iktisatçı John Maynard Keynes tarafından yazılan, dünya iktisat tarihinde önemli bir yer işgal eden “Para Üzerine Bir İnceleme” adlı kitapta Keynes, ekonomiyi endüstri (sanayi) ve finans (maliye) şeklinde ikili bir yapıda kurgular, nakdî dolaşımı da bu yapılara mündemiç o kuruma has hareket tarzı, muamelelerle tanımlar. Endüstri kavramı içinde hane halklarının ve firmaların yer aldığı, para talebinin değişim-dolaşım amacıyla gerçekleştiği iktisâdi sahayı karşılayarak; malî alan ve dolaşımı ise varlıklarla ilgili nakdî işlemleri kapsar ve büyük ölçüde vurguncular tarafından manipüle edilir. Keynes finansal döngüyü mevduatlar-banka kredileri ve menkul kıymet fiyatları arasında, vurguncuların “ayı” ve “boğa” olarak adlandırdığı davranışlarıyla şekillenen anarşik bir durum olarak sunar. Eserinde paranın “temsili para, mal para, itibarî para, idarî para, carî para” diye tasnifini de yapan Keynes, tarihten de misâller verdikten sonra meseleyi paranın satın alma gücüne getirir.

Bir kimse, parayı (cebinde, cüzdanında, kasasında) para olduğu için değil, satın alma gücü için tutar. Türk Lirası ne zaman enflasyon canavarına yenilerek yabancı paralar karşısında değer kaybetmeye başladı, işte o zaman satın alma gücü düştüğü için değer kaybına uğruyor; “para pul oldu” diyoruz. Burada paranın satın alma gücüyle kastedilen ise, paranın, belli bir toplumdaki fertlerin tüketim maksadıyla malî gelirlerini sarfettikleri mal ve hizmetleri satın alma gücüdür. Meselâ zamanında 100 liraya pazar çantası dolduruluyorsa, bu durumda o zaman cebinde 100 lira bulunan birinin, şimdi cebinde 200 lirası olup da ondan daha fazla pazar çantasını dolduramayan biri kadar zengin olduğu açıktır. Yâni zamanında 5 dolara dört ekmek, iki kilo domates, 500 gr. un, altı adet soda, iki gömlek alınıyorsa; bu durumda o zaman cebinde 5 dolar bulunan birinin, şimdi cebinde 20 doları olup da ondan daha fazla ekmek, domates, un, soda ve gömlek alamayan biri kadar zengin olduğu aşikârdır. Günümüz Türkiye’sinde yaşanan şey budur. Paranız pul olduğu için satın alma gücünüz de o nisbette azalıyor, yani Türk Lirası’nın değeri diğer paralar karşısında düştüğü için ve piyasada mal ne kadar çok olsa da hayat pahalılığından dolayı fiyatları yükseldiği için paranın satın alma gücü de kalmıyor.

Alışverişte “Selâm Hakkı”

Piyasada bir mal standart ve sabit fiyatı 100 lira ise, sen bunu 130 liraya satıyorsan bu fâhiş fiyata yani aldatmaya giriyor. Kâr haddine gelince; piyasada bir mal 150 lira. Satacağın o malı sen 50 liraya aldın. O malı 75’e, 85’3, 95 ve100 liraya da satabilirsin. Ama 100 liradan yukarısına satamazsın. Burada aslolan piyasayı bozmamak, insanları aldatmamaktır. Burada Mustafa Karataş hoca, “Bu caizdir. Helâldir. Burada kimse kınanamaz. En güzel alışveriş ise; para peşim, mal peşin. Nasreddin Hoca’nın hesabı parayı vereceksin, düdüğü çalacaksın.” diyor ve ekliyor: “Bu tür alışverişe ‘selâm hakkı’ deniliyor.”

***

Dört Halife döneminden tutun Emeviler, Abbasiler ve Roma’dan sonra dünyayı Selçuklular ve üç kıt’ada 623 sene hüküm süren Osmanlılar yönetmişti. XVI. yüzyılda Osmanlı coğrafyası üzerinde cebinizde beş kuruş olmadan bir kıt’adan diğer bir kıt’anın ucuna kadar parasız seyahat edebilir ve tekrar gerisin geriye dönebilme hürriyetiniz vardı. Han, hamam, hastaneden tutun yolunuzun üzerindeki her şey bedava idi. Hatta zekât verecek kimse/kimseler mumla aranıyordu!

Günümüzde dünyayı yine para yönetiyor. Dünyadaki servet iki bin ailenin elinde. Yüzde 20’lik br kesim, dünyanın yüzde 80’lik kesimine egemen durumda, yeraltı ve yerüstü kaynaklarını sömürüyorlar. Korona virüs salgını (pandemi) döneminde dünyanın en zengin 10 kişisi daha zengin, fakir ise daha fakir oldu. Kapitalizm savaşsız yapamıyor. II. Dünya Savaşı’ndan sonra yeni bir dünya düzeni kuran küresel sermaye; yeni bir değişim rüzgârıyla korku imparatorluğuna dayalı ve vahşi kapitalizmi kurtarmak adına; çıkarlar çatışmasına dayalı, küresel iklim bozukluğu ve sun’i kıtlık soslu, dijital-siber savaşların yer aldığı yeni bir dünya düzeni kuruyor. Modernite adına bize dayatılan teknolojik ve insanı yok edici-robotlaştırıcı düzene karşı çıkan entelektüel yazarlar ve halklar ile toplumların sayıları her geçen gün artıyor. 

Dünyada bir değişim söz konusu. Her şey değişebilir.

Göç ve mültecilik stratejik bir silah olarak kullanılıyor. Ülkelere göre göç haritası oluşuyor/oluşturuluyor. En büyük göç ise, açlık ve kıtlık senaryolarının yürürlüğe konulduğu Afrika kıt’asından gelecek. Amerika-İngiltere ikilisi ile Avrupa Birliği’ni oluşturan Almanya ve Fransa; asrın en büyük yaşanacak göç olayına karşı şimdiden önlem almaya başladılar. İngiltere’nin yeni başbakanı, dışişleri bakanı iken bu konuda Türkiye’yi fütursuzca tehdit etmişti. Ensar-muhacir edebiyatı bir tarafa, Türkiye, Afrika’dan Asya’ya yönelik yeni bir göç dalgasını karşılayacak güçte değil. Bunun tedbirlerini şimdiden almak ve Avrupa kıt’asına yönlendirmenin metotlarını araştırarak bulmak zorunda.

BM Genel Sekreteri “Dünya tehlikede!” diyor.

IMF ülkelerin faiz artırmasından endişe duyarak “Bu dünya ekonomisi için bir risktir. Yatırımı azaltır, işsizliği artırır” diyor.

Dünya Bankası ise, “Avrupa karakışta!” uyarısı yapıyor.

Türkiye, dışarıdan bakıldığında müthiş bir farkındalık oluşturuyor.

Türkiye, dünyanın merkez coğrafyası üzerinde ve enerji geçiş yolları üzerinde kendine; Avrupa’dan kopmadan Avrasya’ya doğru yeni bir yol arayışında. Çin ve Hindistan’a çok dikkat etmek gerekiyor.

Türkiye, kendi merkez coğrafyasında güçlü olmak için Türk-İslâm dünyasını harekete geçirmek zorunda. Bunu yaparken de Amerika ve Avrupa’nın çıkarlarını değil, kendi millî, millet ve ümmet çıkarlarını gözetmek mecburiyetinde.