Son yıllarda dijital bir dünyaya mahkûm olmanın avantajını veya dezavantajını hep birlikte yaşıyoruz. Çok değil otuz-kırk yıl önce teknoloji deyince akla evimizdeki sabit telefon ve televizyon geliyordu. Günümüzde ise sanal âlem bizi çepeçevre kuşatmakta. Özellikle yaşanılan pandemi dönemi dijitalleşmeyi daha da yaygınlaştırdı. Belki dijitalleşmenin birçok yararı oldu denilebilir. Acaba  “faydası mı”, “zararı mı” çok? Ortaya çıkan tablodan zararda olduğumuz açık.

Dijital ekran dünyasının en önemli özelliği her şeyi göz önüne getirmesi ve gözlerimizle algılamamızı sağlamasıdır. Aklı, vicdanı, kalbi devre dışı bırakmasıdır.

Gözle gören eksik görür belki de kendisine bir zindan örer. Çünkü dijital dünyada gördüğümüz şeyler çoğunlukla, boş, İslami, insani olmayan ve şehvet içeren objelerdir.

Eski Diyanet İşleri Başkanımız Prof. Dr. Mehmet Görmez “Gençliğin Anlam Arayışı ve İslam” adlı makalesinde üç çeşit idrakten söz etmekte. Bunları da; “Görsel İdrak, Akli idrak ve Kalbi İdrak” olarak sınıflandırmakta.

Bu tanımlamaya göre sanal dünya, sadece görsel idrake hitap etmekte ve yıkıcı etkiler yapmakta. İnsanımızı “haz” ve “hız” döngüsüne mahkûm etmekte, kutsallarımızı yerle bir etmekte.

Gördüklerimizi kanıksar hale getirmekte, gördüğümüz gibi yaşamaya bizi farkında olmadan itmekte.

Sanal dünya izleyicilerine şu üç şeyi önermekte:

  1. Bakmak, seyretmek, zevk almak, izlemek.
  2. Başkalarının özellerini öğrenmek, mahrem bilgilerine erişmek.
  3. Göz önünde bulunmak, görülmek, seyredilmek.

*Bunlardan “bakmak, izlemek, seyretmek, zevk almak” ibret nazarı ile seyretmek değil. Söz konusu olan aklı, kalbi devreden çıkartan ve inandığınız değerleri rafa kaldırtan ekrana kilitlenme. Adeta annenin dizindeki bir çocuk gibi bağımlılık.

*“Başkalarının özellerini öğrenmek, mahrem bilgilerine erişmek.” Başkalarının mahrem bilgilerine, sırlarına erişmek, vakıf olmak spot cümlelerle duyurulmakla, ifşalar yapılmakta. Belki de bir tarafta hayatlar kararmakta, insanlar canına kıymakta. Mahrem bilgiler ortalığa saçılmakta, tüketilmekte. Bütün bunlarda sanal dünyanın bir gereği gibi takdim edilmekte.

Hâlbuki biz Müslümanız. Kulluk kitabımız Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmakta:“Müslümanların ayıplarını araştırmayınız.”  (Hucurat,49/12)

Dinimiz “Gizli olanı sakla, ayıp olanı ört” demektedir.

Mevlana’nın yedi öğüdünden biri de:” Başkalarının kusurlarını örtmekte gece gibi ol ”dur.

*”Göz önünde bulunmak, görülmek, seyredilmek”.

Bu konuda da sanal ekran: Takipçi sayını artır, beğenilerini çoğalt, fenomen ol, görünür ol, gündemde kal, hayranların sana daima hayran kalsın dürtüsünü bizlere pompalamakta. Ahlaki kurallar mı hiç önemli değil, yeter ki görünür kal ilkesini ön plana çıkarmakta.

Nerede? Sadaka taşlarını inşa eden anlayış. Nerede, zimem defterlerini dert edinen yüce gönüllü insanlar. Nerede ,”sağ elin verdiğini sol el görmesin ”sözünü kalben tasdik edenler..

Dijital ya da sanal hayatın getirdiği bu açmazlardan nasıl çıkacağız. Yok, mu çaresi?

Elbette, çaresi var. İşte onlardan biri de hayâ ile hayatta kalmak. “Hayâ”, sadece dar anlamıyla “utanmak” demek değildir. Bir hadis-i şerifte: “Hayâ imandandır” buyrulmuştur.

( Müslim, Îmân, 59)

Hayâ, Allah’tan, meleklerinden, peygamberinden ve insanlardan hayâ etmek gibi sınıflandırılmıştır.

Hayâ ahlakını hayatımıza hâkim kılarsak, sanal ekran karşısında hayatta kalacağız.

İnşaallah..

Selam ve dua ile….