Hayatın bizlere sunmuş olduğu sayısız güzellikler var. Gerçekten saymaya başlanırsa bitmek tükenmez sonu gelmeyen sonsuz olan güzelliklere ulaşmak için ömrümüzü harcadığımız doğrudur. Öyle bir şekilde dünya telaşına kapılıp gidiyoruz ki yakınımızda ne olup ne bitiyor hiç farkında bile olamayabiliyoruz. Günlerin geçip gittiğini ancak zaman ilerledikçe idrak edebiliyor bazılarımız. Halbuki zaman her zaman geçmekteydi ve bazı güzelliklerin kıymetini bilmek için kaybetmeye gerek olmayabilirdi. Genel olarak çoğu insan kaybettikten sonra güzelliklerin kıymetini anlıyor ki bu durum çok ama çok vahim. Elinde sahip olduğun her şeye sonuna kadar şükür etmeli ve onlara sahip olduğumuz için mutlu olmalıyız. Bunlar zaten hepimizin bildiği şeyler fakat hayat koşturması içerisinde unutulan yada ertelenilen şeyler olarak önümüze çıkıyor. Üzücü olabiliyor çoğu zaman...Kaybedilen zaman, sağlık yada yakınlar ve dahası...İçinde bulunulan durum çok önemli ve durumun farkında olmak da bir o kadar önemli. Çünkü bu konuda farkında olmayanlar için hayat daha da üzücü olabiliyor diyebilirim. Peki neden? Sebebi çok açık... Sahip olduklarımızın kıymetini bilmediğimizden ve fani olan bu dünyada dünyevi hallere çok daha önem verdiğimizden dolayı anı yaşamaktan ve ondan keyif almaktan bir haber olduğumuzdan dolayı diyebilirim. Bu durumun farkında olmak ve hayatımızı bu doğrultuda yönlendirmenin her şeyden daha önce gelmesi gerektiğini savunanlardanım. Ama gerçekte bakınca zor bir durum gibi geliyor çünkü bazılarımız geçmişinde yaşamakta ve bazılarımız geleceğinde yaşamakta. Bu anda yaşayan sahip olduklarının farkında olan sayısı her geçen gün azalmakta.

             Evet insanoğlu olarak oldukça duygusalız ve bu duygusallığın bize vermiş olduğu özelliklerden dolayı çok kırılgan olabiliyoruz. Gerekli yada gereksiz bir çok şey için sebepsiz yere incinip yada incitebiliyor yada üzülüp yada üzebiliyoruz.

            Gözlemlerime dayanarak bende bu hafta insanoğlunun kendisi ve çevresi ile olan bu mücadelesini ele almak istedim ve aynı zamanda da çok geç olmadan sahip olduğumuz güzelliklerin farkında olmamız gerektiğini kendimce hatırlatmakta fayda olacağını düşündüm. Evet ekonomi insanlar için önemli ve hayatta kalabilmek için geçimimizi sağlamak durumundayız ama aynı zamanda sevgimizi, hüznümüzü, mutluluğumuzu da sağlamak zorundayız. Sadece ekonomik anlamda yaşamak bizlere sahip olduklarımızı ekonomik olarak değerlendirmek ve bir çıkar ekonomisi yaratmak bizlere geçici faydalar sağlar. Gerçek olan bizleriz ve sahip olduğumuz ailemiz, dostlarımız, arkadaşlarımız. Karşılık beklemeden üzmeden inceltmeden ve en önemlisi zamanı geçmeden onlara sevgimizi gösterebilmemiz ve onlara sahip olduğumuz için mutlu olmamız. Elbette herkes bir şekilde bu dünyada ekonomik anlamda geçimini sağlamakla yükümlü ve hereksin bir şekilde rızkı yazılı. Bence bu noktada rızık ekonomisi ile sahip olduklarımıza duymuş olduğumuz sevgi, saygı, muhabbet arasındaki hassas dengeyi kurmayı öğrenmeliyiz. Sahip olmuş olduğumuz egomuzun bizleri yönetmesini mümkün olduğu kadarıyla engellemeli duygularımız ile aklımızı kullanarak sevgi ile saygı ile hoşgörü ile sahip olduklarımıza minnet etmeliyiz.

            Üretken bir toplum olma yolunda ilerleyen ülkemizde ekonomik anlamda kısmen ilerlemeler vardır ve olmaya da devam etmek zorundadır. Çünkü insanoğlunun tarihine bakarsan geçmiş zamanlardan bu yana hep bir ilerleme ve şartların hep daha iyiye ve güzele olmasını istemiştir. Aynı şekilde yaşamış olduğumuz coğrafyada bu gelişimlere tarih boyu tanıklık etmiş olmakla beraber her dönemde kendine özgü kültürü, dili, dini gibi insanoğlunu şekillendiren tarihsel zenginlik içerisinde var olmuştur. Bu varoluş mücadelesinde bugün bizler daha çok bireysel olarak yaşamakta ve önceliğimiz her daim kendimiz olmuştur. Yani demek istediğim ekonomik anlamda gelişim elde etmeye çalışırken diğer yandan kültürel gerileme ve ailesel değerler ve bir çok sahip olduklarımızı unutur ve hep daha fazla kazama üzerine kurulu ekonomi ajandasının bizlere dayatmış olduğu politikaları uyguluyoruz. Bir an durum ve düşünmek ve kabul etmemiz gerektiğini düşünenlerdenim. Çünkü zamanla bazı şeylerin çok hızlı değiştiğini görmek ve yıllar sonra yaşanılacak olan pişmanlıkların insanlara bir faydası olacağını düşünmüyorum. Bu nedenle hayatın bir dengeden ibaret olduğunu ve bu dengeyi iyi kuranların ve yönetebilenlerin mutlu olduğu kanısındayım.Mutlu olmak ve mutlu etmek için yaşanmalı her ne kadar bugün ki yaşadığımız dünya bunu bizlere yapmamıza zorlaştırsa da... Zor değil gerçekten...Babanıza duygularınızı açmak, annenize onu çok sevdiğinizi söylemek, kardeşinize sarılmak ve sevdiğinize en güzel iltifatları etmek ve bütün insanlara koşulsuz şartsız gülümsemek ve herkesin bu dünyada kendince en önemli olduğunu hissettirmek. İçinizden geldiği gibi sevdiğinizi söylemek gibi daha binlerce bizlere bu duygularımızı yaşamak hiç de pahalıya mal olmaz. Aynı zamanda hiç bir zaman da zararı da olmaz.

            Bu haftaki yazımı kaybettiğim amcam Muhtar Ali İhsan Akgöz'e ithaf ediyorum nurlar içinde yatsın inşallah ve bu sebepten ötürüde tekrar altını çizerek söylüyorum. Zaman bizlerin zannettiği kadar uzun değil aksine çok kısa bu nedenle; sevelim, kabul edelim, bağışlayalım, affedelim ve anın kıymetini bilelim...