Bugünlerde bu tür anlayış bir hayli revaçta. Allah’ın Kur’an ile biçimlendirdiği, Rasulullah’ın Sünneti ile nasıl yaşanacağını gösterdiği İslam’a, alternatif bir İslam modeli üretilmesine dair çalışmalar nihai noktasına getirilmek üzere. “Kur’an’a dayalı bir hayat”ın bile ancak “demokratik sistem”de yaşanabileceğini savunan şahıslar ve topluluklar türedi. Allah’ın Kur’an’da emrettiği, Rasulullah’ın pratiğini yaşantısıyla gösterdiği hakiki İslam’ı terkedip, “ılımanlaştırılarak demokratikleştirilen alternatif İslam” modeline kitle oluşturulmasına başlandı.

Demek ki, artık İslam ile küfrün değil, İslam ile “demokratik/alternatif/ılımlı İslam”ın mücadelesine şahit olacağız. Müslüman ile kâfirin mücadelesinden değil, Müslüman ile “demokratik Müslüman”ın, ya da “ılımlı Müslüman”ın kavgasına... İşte asıl tehlike de bu. Fitne içimizde büyümeye başladı çünkü.

Oysa “Demokratik İslam” modellemesini kabul etmemiz mümkün değil. Nasıl ki bir kimse “hem laik ve hem de Müslüman” olamazsa ve bu, “laik ise Müslüman değil, Müslüman ise laik değil” gibi bir tanımlamayı zorunlu kılıyorsa, aynen onun gibi, bir kimsenin, “İslam’ı ılıman veya demokratik karaktere büründürerek oluşturulmuş alternatif”ini kabul ederek Müslüman olması da mümkün değil.

Çünkü; “Demokrasi”de kanun yapma ve hüküm koyma yetkisi insana, topluma vekalet eden meclise verilmiş ve “Şer’i hükümler” ilga edilmiştir. Yasaların dayandığı irade, “ilahi irade” değil, “beşeri irade”dir. Yasama “vahy”e göre değil, “beşeri ideolojiler”e ve “insan aklı”na göre yapılır. Bu niteliğiyle “demokratik düzenlerde, İslam’ın haram kıldıklarını serbest bırakan, helal kıldıklarını yasaklayan yasalar yapılabilmekte”dir. Esasen demokratik sistemlerde “haram-helal endişesi ve ayrımı” göremezsiniz.

Oysa Allah Teala, Kur’an-ı Kerim’de “hüküm koyma”nın sadece kendisine ait olduğunu beyan buyurur. Mü’min/12, Yusuf/40, Tin/8, Kehf/26, Maide/50, Enâ’m/57, Nisa/59-61, Nisa/115 ve daha pek çok âyette bu ilahi hakikatleri görebilirsiniz.

Allah, yarattığı insanın ihtiyaçlarını elbette en iyi şekilde bilir ve bunun yasalarını da en iyi biçimde belirler. Bazı insanların tüm insanlar üzerine bağlayıcı kural/kanun koyma hak ve yetkisi olamaz. Uyduruk bir seçim mekanizmasıyla ve “milli irade” aldatmacasıyla bazı kadroların iktidarı ele alarak insanların hayatlarını biçimlendiren kurallar koyması kabul edilemez. Demokrasilerdeki seçim sisteminin gerçekte milli iradeyi yansıtmadığı, millete sadece dar bir kadronun ve esasta liderin belirlediği adaylar arasından tercihte bulunma hakkı verdiği de dikkatlerden kaçırılmamalıdır. Yine, hiçbir irade, “ilahi irade”nin yerine ikame edilemez; “ilahi irade”den üstün hiçbir irade yoktur. En önemlisi de Demokratik sistemler, Allah’a, hükümranlık ve kanun koymada şirk koşmak demektir. Çünkü demokrasilerde Allah’ın mutlak kanun koyucu olarak otoritesi ilga edilmiştir. Demokrasilerde iman esasları yoktur; olan da Allah’ın rızasına uygun değildir. Çünkü demokrasinin kaynağı insandır; “vahiy”le hiç alâkası yoktur. Demokrasinin esaslarından olan “egemenlik halkındır” ve “otoritenin kaynağı halktır” ilkeleri, İslam’a tamamen ters iki ilkedir.

“Demokratik İslam” modeli, Müslüman toplumun tavlanması için beşeri sistemlerin İslami motiflerle süslenerek üretilen küfri bir sistemdir. Oysa Müslüman, hayatını tümüyle, bütün alanlarda Kur’an’a göre biçimlendirir ve Rasulullah’ın pratik örnekliğini referans alır. Bundan başkasının İslam’ı bozan, müslümanları Sırât-ı Mustakîm’den çıkaran bir yol olduğunu bilir. Hayatı “Allah’ın Şeriatı”na uydurması gerektiğinin, “İslam’ın dışında bir sistemin helal olmayacağı”nın da bilincindedir.

“Demokratik İslam”ı, İslam ile demokrasinin harmanlanmasını, “hudutları daraltılmış, hükümleri kırpılmış, hak ile batıl birbirine karıştırılarak veya hak ketmedilerek üretilmiş ılımlı İslam modeli”ni kabul edemeyiz. “İslam’ın alternatifi”nin üretilmesine göz yumamayız. Eğer “Kelime-i Tevhid”i gerçekten ikrar ve tasdik ediyorsak!...