Geçen hafta yazmış olduğum ‘Değişmeyen CHP Zihniyeti ve Osmanlı Düşmanlığı’ başlıklı yazımın devamı mahiyetinde bu yazımı kaleme almak gerekli oldu.

O yazımda bazı CHP yöneticilerinin okul öncesi Kur’an-ı Kerim eğitimleri için ortaçağ zihniyeti şeklindeki açıklamalarına ayrıca İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer’in Osmanlı düşmanlığı yaptığı konuşmasına yer vermiştim.

Bu konulardaki düşüncelerimi kaleme aldığım yazımda, ihanetle suçladıkları Sultan Vahdettin’in, Mustafa Kemal Paşa’yı Anadolu’ya gönderdiğini de vurgulayarak bu konudaki belge mahiyetindeki hatıraları yayınlamıştım.

O yazım yayımlandıktan sonra iki önemli gelişme oldu. Birincisi basından, “Saadet Partisi’nde Tunç Soyer’i eleştiren ilçe başkanı görevden alındı” şeklinde bir haber okuduk. Haberin içeriği şöyleydi:  “İzmir Belediye Başkanı Tunç Soyer’in Osmanlı’ya yönelik sözlerini eleştiren Saadet Partisi Eyüp Sultan İlçe Başkanı Emre Ustaosmanoğlu, Saadet Partisi İstanbul İl Başkanlığı tarafından görevden alındı.”

Bu konuya tekrar dönmek üzere yaşanan ikinci gelişmeye gelelim. İkinci gelişme Akit gazetesi tarafından ortaya kondu. Akit gazetesinde, ‘Duacınızım ve Sadık Ferdinizim’ başlığı ile yayınlanan haberde şöyle deniyordu:

“600 yıl boyunca Haçlı saldırılarına set olup İslam’ın sancaktarlığını yapan Osmanlı’nın son padişahı Sultan Vahdeddin’e “soysuz”, “hain” gibi hakaretlerde bulunan mason Tunç Soyer ile CHP’li avanesi, sövgülerine Mustafa Kemal kılıfı geçiriyor. “Ama Atatürk de Nutuk’ta dedi” savunması yapanların yüzünü kara çıkartan arşiv belgesi, raflardan indirildi. Akit’in ulaştığı Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri’ndeki (eski Başbakanlık Osmanlı Arşivi) “1917-1921 Tarihleri Arasına Ait 106 Belge”nin 106 No’lu vesikasında, Mustafa Kemal Paşa’nın İstiklal Harbi’nin ateşinin harlandığı günlerde Sultan Vahdeddin’e yönelik hürmetkâr sözlerde bulunduğu gözler önüne serildi.

İstiklal Savaşı’nın sürdüğü 8 Temmuz 1919 tarihinde kaleme aldığı mektupta “daima koruyucunuzum”, “kölece bağlıyım”, “sadık ferdinizim”, “sıhhat ve afiyetiniz için duacıyım” gibi ifadelere yer verdiği kaydedildi. Mektupta, Erzurum Kongresi öncesi askerlik vazifesinden istifa eden M.Kemal’in baştan sona Vahdeddin Han’a yönelik iyi dilek ve temennilerinden oluşan “Mabeyni Humayun Cenabı Mülûkâne Başkitabeti Vasıtasıyla Atebei Ulyai Hazreti Padişahiye” başlıklı mektubun öne çıkan satırları şöyle:

Vahdeddin'e övgü

“...Tertemiz ve kölece bağlarla bağlı bulunduğum şefkatli kalbinizin ve emellerinizin yorgunluğa uğramasına hiçbir şekilde razı olamayacağım cihetle /.../ Yüce saltanat ve hilafet makamının ve soylu milletinizin hayatımın son noktasına kadar daima koruyucusu ve sadık bir ferdi gibi kalacağımı tam bir bağlılıkla arz ve temin eylerim. /.../ Sıhhat ve afiyeti cenabı mülûkâneye [yüce padişaha] dua ve her türlü afetten korumasını cenabı kibriyadan niyaz eylediğim...”

İşte o satırlar:

Bir Osmanlı paşası olan Mustafa Kemal’in, ümmetin temsil noktası olan padişahlık ve halifelik makamına yönelik kaleme aldığı ve Sultan Vahdeddin Han’a bariz şekilde övgülerde bulunduğu mektubun tamamı şöyle:

“Şimdiye kadar gerek zati akdesi humayunlarına ve gerek Harbiye Nezareti’ne yaptığım başvurularda vatan ve milletin ve yüce hilafet makamının uğradığı ve düştüğü acıklı neticelere ve buna karşı meydana gelen acıları ve milli vaziyetleri tekmil safahat ve hakikatiyle arz ettim. Bunu yapmakla mukaddesatımın acizane nefsime yüklediği en yüksek ve en vicdani vazifelerden birini yapmış oldum. İşlerimin ve übeydâne (kul olarak) teşebbüslerimin İngilizlerce vatan müdafaası şeklinde değil, başka şekilde anlaşılmasından dolayı hükümeti seniyelerinin zor bir baskı vaziyeti altında kaldığı irade buyrulup bildiriliyor. Hükümeti seniyelerinin ve payitahtı saltanatı humayunlarının zaten ne gibi baskı ve acı kısıtlama şartları altında bulunduğu gerek çakerlerince [kul, köle] ve gerek bütün soylu milletinizce tamamen ve açıkça bilinmekte olduğu için bu baskı ve kısıtlamanın daha fazla yayılmasına ve özellikle pek büyük tertemiz ve kölece bağlarla bağlı bulunduğum şefkatli kalbinizin ve emellerinizin yorgunluğa uğramasına hiçbir şekilde razı olamayacağım cihetle yalnız acizane memuriyetime değil, bütün övüncünü vatan ve milletimin ve kutsal makamınızın bereket ve kurtuluş ışığından alan pek çok sevdiğim mübarek askerlik hayatıma da veda suretiyle arzı fedakâri eylerim. Yüce saltanat ve hilafet makamının ve soylu milletinizin hayatımın son noktasına kadar daima koruyucusu ve sadık bir ferdi gibi kalacağımı tam bir bağlılıkla arz ve temin eylerim. Yüce askerlik mesleğinden istifa ettiğimi Harbiye Nezareti’ne arz ettim. Sıhhat ve afiyeti cenabı mülûkâneye dua ve her türlü afetten korumasını cenabı kibriyadan niyaz eylediğim muhati ilmi âli buyuruldukta ferman.

                                                                                                   8 Temmuz 335 (8 Temmuz 1919)

                                                                                                           Kulları Mustafa Kemal.”

Mektubun Osmanlıca olan aslı ile dosyada yer alan latince karşılığı da haberde yer almış.

Daha önceki yıllarda da Murat Bardakçı Mustafa Kemal Paşa’nın gönderdiği bir başka mektubu Haber Türk Gazetesinde yayınlamıştı. Adı geçen gazetede Bardakçı şu yazıyı kaleme almıştı:

Mustafa Kemal Paşa’nın Meclis’in açılışından üç ay önce Ankara’dan Sultan Vahideddin’e iletilmek üzere padişahın başyaveri Naci Bey’e gönderdiği ve az bilinen bir mektubunu yayınlamak istedim. Mustafa Kemal Paşa, 1920’nin 19 Ocak’ında kaleme aldığı mektubunda Kuvâ-yı Milliye’nin tek çabasının padişahın kurtarılması ve halife sıfatıyla bütün İslam dünyasında hâkimiyet kurmasını sağlamak olduğunu söylüyor. Daha sonra, arkadaşı Rauf Bey’i yani “Hamidiye Kahramanı” diye bilinen ve Meclis hükümetinin ilk başbakanlarından olan Rauf Orbay ile eski valilerden Bekir Sami Bey’i bütün bunları anlatmak üzere İstanbul’a gönderdiğini yazıyor ve padişahın bu iki kişilik heyeti kabul etmesi ricasında bulunuyor.

HATİMLER İNDİRİLDİ

Büyük Millet Meclisi, bu mektubun yazılmasından üç ay sonra açılacak ve Anadolu, 23 Nisan 1920 Cuma günü tarihinin belki de en büyük dini merasimlerine sahne olacaktı. İşgale uğramamış bütün vilâyetlerde hatimler indirildi, Buharî-i Şerîfler okundu, dualar edildi ve asıl büyük merasim, Ankara’da yapıldı. Cuma namazı Hacı Bayram-ı Velî Camii’nde kılındı, namazdan sonra sakal-ı şerif ile sancak-ı şerif çıkartıldı ve daha sonra “İlk meclis binası” olan İttihad ve Terakki Klübü’ne kadar bunlarla beraber yüründü. Binaya girişten önce yeniden dualar edilip kurbanlar kesildi. O gün sabahtan itibaren indirilen hatimlerle okunan Buharîler klüp binasının önünde tamamlandı ve binaya kesilen kurbanların kanları üzerinden sekilerek girildi. Anadolu, Malazgirt’ten o güne kadar gerek Selçuklu, gerek Osmanlı zamanlarında hiçbir vesileyle bu derece tantanalı dinî merasime şahit olmamıştı.

BİR MÜZEYE BAĞIŞLADIM

Mustafa Kemal Paşa’nın Sultan Vahideddin’e iletilmek üzere başyaver Naci Bey’e gönderdiği ve son derece ağdalı bir Osmanlıca ve saygılı bir ifade ile kaleme aldığı mektubun günümüz Türkçesi’ne nakledilmiş şekli, bu sayfada yer alıyor.

Orijinali daha önce bende olan ve şimdi Türkiye’nin önde gelen müzelerinden birine 50 sene boyunca açılmamak kaydıyla bağışladığım belgeler arasında bulunan bu mektup, Ankara ile İstanbul arasında İstiklâl Harbi senelerinde çok kısa bir müddet devam eden iyi ilişkilerin son örneklerindendir ve taraflar sonraki günlerde gayet iyi bilinen sert çatışmalar içerisine gireceklerdir.

İşte, Mustafa Kemal Paşa’nın 19 Ocak 1920 günü Ankara’dan gönderdiği mektubun tam metni:

"AMACIMIZ PADİŞAHIMIZI MÜSLÜMAN DÜNYASININ TEK HÂKİMİ YAPMAKTIR"

“Padişah hazretlerinin yaveri Naci Beyefendi’ye: Muhterem Beyefendi, Varlığını korumak ve geleceğinin selâmetini sağlamak için maddî ve manevî bütün kuvvetlerini birleştirmek suretiyle Allah’a hamdolsun genel siyasî vaziyetimiz üzerinde şükredilmesi gereken iyi etkiler yaratmış ve özel anlaşmalarla defalarca getirilen taksim arzularını gerçekleşme zemîninden uzaklaştırmaya muvaffak olmuş bulunan Kuvâ-yı Milliye’nin asıl hedefi ile gayet kutsal gayesi, Osmanlı milletinin en büyük ve en muhterem gerçek temsilcisi olan heybetli padişah hazretlerini istiklâlinin ve hâkimiyetinin üzerine gelebilecek her türlü etkiden ve kusurdan korumaktır. Temsil hey’etimiz, Türkiye’nin padişahı olan ve mukaddes İslâm’ın halifesi sıfatıyla bütün İslam âleminin vicdanî bağlılığını yüce makamında birleştiren efendimiz hazretlerinin değil yalnız Anadolu ve Rumeli’deki, sınırlarımız içerisinde bulunan vatanın her yerinde, hatta bütün İslâm dünyası üzerinde madden ve mânen hâkim ve söz sahibi olmasını bütün Asya’nın geleceği adına yegâne kurtuluş çaresi olarak düşünerek çalışmalarını geniş bir ‘ümmet’ siyasetine çevirmiş, doğrudan doğruya Hilâfet makamının korunmasını ve bağımsızlığını gaye kabul eylemiştir.

Şahsen, zât-ı âlîlerinin vicdânını temsil heyetimizi meydana getiren şahıslardan her birine ve özellikle de bu sarsılmaz kanaatimize şahit olarak gösteririm. Vaktiyle padişahımızın ayak toprağına bizzat kabul şerefine erdiğim zaman arzettiğim bu düşünce ve bağlılık, Anadolu’da ortaya çıkan ve bütün şerefi ile gücü padişahın namlı ismi ile münasebeti bulunan çalışmalarla kuvvetlenmiştir. Meslek ve kanaatimin değişmesinin söz konusu olmadığı esasen yüksek bilgileriniz dâhilindedir. Dolayısı ile bu hususu da padişahımızın ayağının toprağına humâyuna tekrar arzedip ulaştırmanızı faydalı görüyorum. Anadolu’da büyük bir itimat ile arz ettiğim kutsal gaye etrafında teşkilâtını düzenleyip yoğunlaştıran Kuvâ-yı Milliye’nin artık tamamen ve bütün köyleri de içerisine alacak biçimde şekillendiğini, dolayısı ile padişahın dokunulmazlığı ve hâkimiyeti uğrunda canını fedâ etmeye istisnasız bütün milletin güçlü bir anlayışla hazırlanmış olduğunu arz edip müjdelerim. Başta vicdanlarındaki dinleri ve nihâyetsiz bir kölelik duygusu ve sadakatle hâkim padişahları olduğu halde milletin tamamının bugün gösterdiği birlik ve uyum, gelmesi yakın olan barışın şartları hakkında ümitler vermekte olduğu gibi, bilhassa gelecek için de büyük gelişmeler vaad etmektedir. Bir haftadan bu yana toplantı hâlinde olan İstanbul’daki Meclis’te de aynı gaye ve emeller etrafında kuvvetli bir çoğunluk hâlinde dayanışma birliği ortaya çıkmıştır. Bütün millî teşkilâtların bu çoğunluğa kuvvetle bağlılığı, hilâfet makamının sahibi olan heybetli padişahımızın devletle ilgili düşüncelerini, tebâsının mevcudiyetini ve Allah tarafından korunmakta olan memleketinin bütünlüğünü her zamandan ziyade emniyet altında bulundurmaktadır. Millî teşkilâtımızın yüz yüze bulunduğu amaçlarla millî ve siyasî konulardaki genel durumumuza ve padişahın isteklerine bağlı olan temel düşüncelerimize dair ayrıntıyı ve açıklamaları padişahımızın ayağının toprağına yakından arzetmek üzere eski Denizcilik Bakanı Rauf Beyefendi ile padişahımızın valilerden Bekir Sami Beyefendi, İstanbul’a gittiler. Padişah tarafından kabul edilme şerefine nâil olmalarının sağlanmasını istirhâm ederim. Âcizleri, halife hazretlerinin gökyüzü seviyesindeki sarayının eşiğine bizzat yüz sürmek şerefinden mahrum kalmanın daha fazla devam etmeyeceği ümidi ve her zaman tekrarladığım sadakat ve bağlılık duygularımın sonsuz olduğunu padişahın huzuruna bir defa daha sunmayı başarma fikriyle bahtiyâr olarak yüksek ululamalarımı ve kuvvetlendirilmiş saygılarımı takdime aracılık etmenizi rica eylerim efendim. Mustafa Kemal”

Bu mektuplar, Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’ya Sultan Vahdettin tarafından gönderildiğinin teyididir. Mustafa Kemal Paşa, Sultan Vahdettin tarafından gönderilmemiş olsa idi, böylesine bağlılık mektuplarının yazılıp gönderilmesi mümkün olur muydu? Kesinlikle mümkün olmazdı.

Mektuplar gayet açık. Bunlarla ilgili yazılacak fazla bir şey yok. Tekrar ilk konuya dönelim.

Osmanlı Padişahı Sultan Vahdettin’e hain diyen CHP’li belediye başkanını eleştirdi diye SP ilçe başkanının görevden alınması oldukça üzücü olmakla birlikte SP’nin CHP’ye ne kadar yakınlık duyduğunu da bir kere daha ortaya koymaktadır.

CHP’nin başkanlığında kurulan ve altılı masa olarak adlandırılan muhalefet bloğunda bir sol parti ile beş sağ parti yer alıyor. Evet bir sol partinin yani CHP’nin peşine takılan beş sağ parti…

Bunlardan birisi olan Saadet Partisi kendisini CHP’ye o kadar yakın hissediyor ki İzmir Belediye Başkanının Osmanlıya hakaret eden konuşmasını eleştiren ilçe başkanını görevden alıyor. Çok yazık… O Saadet Partisi ki merhum Erbakan Hocamızın kurduğu bir parti… O Saadet Partisi ki 1969 bağımsızlar hareketinden itibaren Milli Görüş zihniyetini devam ettiren Milli Nizam Partisi, Milli Selamet Partisi ve Refah Partisi’nin devamı olduğunu söyleyip duran parti…

Daha fazla yazamayacağım. Bu yazdıklarıma bile kırılacak olan sevdiğim kardeşlerim olacaktır. Ancak yaşanan bu son gelişme içimi acıttı.

CHP’nin peşine takılan bu sağ partiler AK Parti’ye karşı olabilirler. Ona bir şey diyemem. Herkesin görüşüne saygı duyarız. Ancak CHP’nin peşine takılacaklarına kendi aralarında bir sağ ittifak oluştursalar AK Parti’den soğuyan kitleler kendilerini alternatif olarak görebilir ve gönül rahatlığı ile o ittifaka yönelirlerdi. Şimdi bu ittifaka verilecek her destek, Menderes’in asıldığı 60 darbesini yapan ve 28 Şubat zulmünü halkımıza reva gören CHP zihniyetine destek anlamı taşıyacaktır.

Tam burada Fatih Erbakan’ın Yeniden Refah Partisi’ni örnek vermek gerekiyor. Yeniden Refah Partisi, Cumhur İttifakına katılmadığı gibi CHP’nin güdümündeki ittifaka da katılmayarak ve “tek başımıza seçimlere gireceğiz” diyerek onurlu bir duruş sergilemektedir. Diğer sağ partilerden hele hele Saadet Partisi’nden de bu duruşu beklerdik. Sağlıklı ve mutlu yarınlar efendim.