Günümüz siyaset anlayışında çok kullanılan bir tabir “davadan dönmek”.

Yola çıktığınız insanlar ile bazen ilkesel anlaşmazlıklara düşebilirsiniz, bazen de beklentiler farklı mecralara yöneldiği için yol ayrımı olabilir. Dün beraber olduğunuz, sevinç ve keder birliği yaptığınız hatta sırlarınızı paylaştığınız kişiler ile ayrı düşmeniz ne sizi nede onları hain yapmaz. Daha doğrusu yapmamalıdır.

Peki, kutsadığımız, daraldığımızda, sıkıştığımızda birbirimize kolayca itham ettiğimiz davadan dönmeyi nasıl anlayacağız?

O zaman dava nedir? Onu bir anlayalım.

Galu Bela, dünyanın yaratılmasından önce ruhların toplandığı yeri ifade eder.

Araf Suresinin 172. Ayeti Allah ile ruhların arasında geçmiş olan konuşma aktarılır.

“Hem Rabbin Âdemoğullarının bellerinden zürriyetlerini alıp onları nefislerine karşı şahit tutarak: "Rabbiniz değil miyim?" diye şahit gösterdiği zaman "Evet Rabbimizsin, şahidiz !" dediler. Kıyamet günü "Bizim bundan haberimiz yoktu!" demeyesiniz”  

Ruhlar âleminde Cenabı Allah’a,  “Sen bizim rabbimizsin, ruhlar âleminden dünyaya geldiğimiz zaman senin emir ve yasaklarına uyacağız, senden başkasına kulluk etmeyeceğiz. İyiliği emredeceğiz, kötülüklerden sakındıracağız” diye söz veriyoruz.

Bir anne baba vasıtasıyla dünyaya teşrif ediyoruz. İslam fıtratı üzerine doğuyoruz. Hangi millet, kavim ve ırktan olursak olalım. Bu hususta, Efendimiz (SAV),  “Her doğan, İslâm fıtratı üzerine doğar. Sonra, anne-babası onu Hristiyan, Yahudi veya Mecusi yapar.”

Dünyaya gelince, Galü Bela’da Cenabı Allah’a verdiğimiz sözün gereğini yerine getirmek ile mükellefiz.

Sorumluluklarımız var.

Önce selim bir kalp ile emirlere uyacağız, yasaklardan sakınacağız.

 Nefsin ve şeytanın tuzaklarına karşı diri olacağız. Her an her yerde hata yapabilme ihtimaline karşı tedbiri elden bırakamayacağız.

Cenabı Allah’ın yardımı ve lütfu ile bu imtihanları geçmeye çalışacağız. ( Cenabı Allah kolaylık ihsan etsin) 

Daha sonra içtimai hayatın nizamı ve insanlığın hayrına olan işler ile uğraşacağız. Herkes meşrebi ve mesleğinin verdiği imkânlar ölçüsünde gayret edecek. Gün gelecek emaneti sahibine teslim edip, Biz şüphesiz (her şeyimizle) Allah’a aidiz ve şüphesiz O’na döneceğiz” ayetinin tecellisini yaşayacağız.

Dünyadaki dava felsefemiz öncelikle “Nizamı Nefis” olacak. Daha sonra” Nizamı Aile”, “Nizamı Cemiyet” ve sonraki kademe “Nizamı Âlem” olacak.

Bunları başaramazsak da en azından yolunda mücadele edeceğiz. Çünkü Allah’a verdiğimiz sözümüzün özünü oluşturan dava bu.

***

Rahmetli Başbuğ'a ait olduğu söylenen en çok tartışılan sözlerinden biri : "Davadan döneni vurun! Ben dönersem beni de vurun!"

Rahmetli bu sözü hangi şartlarda, hangi düşünce ile söyledi bilemem, ama bu söz İslami anlayışımızda kabul edilemez.

Dava eşittir lider ise, lider nereye dönerse dava da o olur.

Bu sebeple Başbuğumuzun, sözü edilen ifadesini okuyan bir ülkücünün, halen lider ile davayı eşitlemesi, ya bir düşünce bozukluğuna düştüğüne, ya da muhatapların akıllarıyla alay ettiğine delalet eder.

***

1992 yılının Temmuz ayında rahmetli Muhsin başkan ve arkadaşları MÇP’den ayrılmışlar,  Ocak 1993 yılında BBP’yi kurmuşlardı.

Türkeş gibi bir karizma karşısında ne kadar başarılı olunacaktı. Bunu zaman gösterecekti. Rahmetli başkan vefatına kadar geçen süreçte bazılarına göre siyaseten başarılı olmasa da, Türkiye gibi kaygan zemin üzerine inşa edilmiş bir siyaset arenasında,  dürüst siyaset yapılabileceğini bu millete nefsinde yaşayarak öğretti. Ondan Allah razı olsun.

O zamanlar Ankara’da çalışıyordum. Konya’ya hafta sonları geliyordum. Bir cumartesi günü zafer meydanında karşılaştığım eski okul arkadaşlarım, Muhsin başkan ile beraber olduğumuz için, bizi davaya ihanet ile suçlamışlar, hamaset dolu sözler ile bizi etkilemeye çalışmışlardı

Daha sonra bu arkadaşlarım, MÇP’den  (daha sonra MPP) koptular, diğer partilerde milletvekili oldular, belediye başkanı oldular, bürokrat oldular… Herkesin işi gücü rast gelsin. Kimseye diyecek bir şeyimiz yok. Ama bizi davaya ihanet ile suçlayanlar, davadan dönmek ile suçlayanlar, zaman ile hepsi MHP ‘den koptular. Kınadıklarını yaşamak durumunda kaldılar.

Galü Belada Allaha verdiği sözü dünyaya gelince unutan, sözünü yerine getirmeyen bir adam dönek değil midir? Davadan dönmemiş midir?

Bizim ülkücülük anlayışımız, rahmetli Muhsin başkanın tarifi ile  "Vahye dayalı Almış olduğu değerleri hayata taşımaya çalışan kendi istikbalinin üstünde bu aşkın değerleri savunan insandır. En büyük ülkücü Hz. Muhammed (sav) Mustafa'dır..."

Bu yüzden sorumu yineliyorum: Bir ülkücünün davadan dönüp dönmediğinin kararını kim verecek?

Davadan dönmenin ölçütü nedir? Sahiden, davamız neydi bizim?

Yoksa sizinle fikir ayrılığına düşen, yoluna siz ile devam etmeyen adamları hain mi sayacaksınız? Davadan döndü mü? Diyeceksiniz. Yoksa davadan döneni vurun mu? Diyeceksiniz.

“Kim Allah’ın rızasına uygun hareket ediyorsa, o bizdendir. Kim Allah rızasından uzaksa bizim dışımızdadır.”

Biz dünyadaki hesabımızı, Allah’a vereceğiz. Bu şuur ve azimdeyiz. Siz ne derseniz deyin!

Baki selamlar.